Tavsiyeler


 

 

Ne okumadığımı söyleyeyim, roman okuyamıyorum. Onu film ve dizi izleyerek kompanse ediyorum. Aslında filmlerin ve dizilerin romanlardan kaynaklandığını biliyorum yani okumuyor olmama rağmen.

 

Okuduğum kitaplar daha çok içe bakış kitapları, kendini geliştirme kitapları. Eğitim ile ilgili kitaplar okuyorum. “Eğitimin Finansmanı” okuyorum bu aralar. “Teknoloji nereye gidiyor?” türü kitaplar okuyorum. Yani Daniel Pink okuyorum, Malcolm Gladwell okuyorum. Daron Acemoğlu okumaya çalışıyorum, ekonomi tarihi. Daniel Kahneman önerdiğim yazarlardan biri.

 

Alışkanlık derecesinde dizi izliyorum. Vikings bitti. Ona benzer, onu İngilizler tarafından anlatan The Last Kingdom’ı izliyorum şu anda. The Witcher’a göz attım, hiç tutmadım. O biraz Z Gen için yapılmış herhalde. Fantastikten yani Science Fantasy’den hoşlanmıyorum, Science Fiction olabilir. Ama bu eski, yani “Kılıç ve Sandalet” diyorlar bunlara eski, işte Yunan-Roma Dönemi, yani 2 bin 3 bin yıl öncesi, bin yıl öncesinde falan çekilmiş filmler bana çok ilginç geliyor. Gerçekten merak ediyorum. Bin yıl öncesini de merak ediyorum, bin yıl sonrasını merak ediyorum. Bin yıl sonrasını anlatan film yok daha. 50 yıl 100 yıl sonrasını anlatmaya çalışan filmler oluyor, onları da keyifle izliyorum. Science Fiction da severim yani. Ortalama günde iki saat, bazı günler dört saate kadar dizi izliyorum diyebilirim.

 

Başka bir alışkanlığım da oyun. Bu aralar çok sardırdım briç ve Two Dots’a. Yani screen time’ım altı saat, yedi saate falan çıktı. Tabii bunun önemli bir kısmı Twitter. Haberleri de oradan, yani Gazete Pencere’yi ben cep telefonundan okuyorum. Birçok işi e-mail üzerinden yapmak mümkün artık. Yani o altı yedi saatin tamamı oyun değil. Ama en az iki saati oyun diyebilirim. Two Dots’ta falan yani verdikleri seviyelerin en tepesindeyim şu anda. Yeni oyun göndermelerini bekliyorum. Briçte birinci seviyeye kadar çıktığım oldu. Şimdi biraz düştüm tekrar. O bana çok ilginç geliyor.

 

Ben bunları yani biraz zaman kaybı olarak görüyorum. Biraz da gelecek potansiyel bir Alzheimer ile mücadele olarak görüyorum yani benim beynimi sürekli çalıştırmam gerektiği korkusu var içimde, diyeyim sana. Mesela tuvalete gittiğimde elimde gazete, kitap veya telefon olmazsa korkuyorum yani şimdi, burada beş dakika falan oturacağım ben. Bir beş dakika boşa gidiyor yani. Gitmemeli. Mesela kahvaltı ederken bir şey okumadan kahvaltı etmek; sohbet, arkadaş kahvaltısı başka ama tek başıma kahvaltı ediyorsam mutlaka bir şey okuyor olmam lazım. Aç o günkü gazeteyi oku abi. Yani bu screen time’ın yüksek çıkmasının sebebi birazcık benim obsesif bir şekilde kafamı meşgul tutma çabalarım diyebilirim.   

 

Seyahatten hoşlanıyorum. Yeni yerler görmekten hoşlanıyorum ama yani böyle gideyim de orada çok fazla müze gezeyimden çok oradaki insanlar nasıl yaşıyor, kafede oturmak, insanları izlemek, yerel insanlarla sohbet etmek falan bana daha ilginç geliyor.

 

Güzel yemek yemekten hoşlanıyorum. Yani herkes yemek yer de yemeği biraz daha böyle sanatlaştırmış restoranları bulmaya çalışıyorum. Gurme olduğumu iddia etmiyorum ama iyi yemeğin keyfine varabilen birisiyim. Yani yemenin yanında içmekten de hoşlanıyorum. Bildiğin, bir insanım yani.

 

Başka ne diyebilirim? İstediğim kadar kitap okuyamıyorum daha fazla okuyabilmek isterdim. İstediğim kadar yazamıyorum da. Şu aralar bir yandan blog yazısı yazmaya çalışıyorum, bir yandan gazete yazısı yazmaya çalışıyorum. Bir yandan günde 10 tane, 15 tane e-mail kompoze ediyorsun. Bir yandan da kitap yazmak gerekiyor. O biraz yavaş gidiyor işte. Şimdi bu eğitimin yeniden kurgulanması üzerine kitap yazmak istiyorum. Biraz da kafam çok net değil daha tam çözüm bulabildiğimi düşünmüyorum. Ama yakında bir alternatif eğitim kurumuyla ortaya çıktığımı görebilirsin. Sosyal girişim diyeceğiz tabii adına. Sosyal faydayı öne çıkartan bir girişim. Ama mutlaka bir yatırımcısı olmak zorunda. Çünkü ciddi bir maliyeti olacak. Ve yine öğrencilerin mezuniyetten sonra ödemeleri üzerine kurgulanmış bir model düşünüyorum.

 

Türk halkının Türkiye’de çok fazla sahtekar olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla insanların eğitimi alıp kaçmalarından korkuyorum. Ama yani insanlara güvenmezsen de böyle bir sistem hiçbir zaman ortaya koyamazsın, kuramazsın. Uzun vadede olması gereken sistemi bu olduğunu düşündüğüm için o güveni yaratmaya çalışacağım diyeyim. Yani “Biz bu eğitim kurumunun askerleriyiz!” diyecek bir aidiyet yaratabilirsem insanların o geri ödemeyi yapmaktan kaçınmayacağını ümit ediyorum. Yanılıyor olabilirim, o zaman yatırımcımın parası batar benim de zamanımla beraber. Ama yani bunu denemeden göçmek istemiyorum açıkçası. Çünkü eğitim sisteminin zamanın geçtiğini düşünüyorum. Ve alternatif sistemleri birilerinin denemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda yeterli birikime sahip çok fazla insan yok. Bu insanların biraz görevi diye düşünüyorum ben bunu. Hani olanın olmayana karşı bir sorumluluğu vardır, diye de düşünebilirsin. Ya da işte “Noblesse oblige”dir bunun Latincesi. Bir yere geldinse başkalarına karşı bir yükümlülüğün var. Yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Yani gideyim, Bodrum’da bir ev alayım, sabah akşam işte oturayım kitap okuyayım, güneşleneyim Böyle bir hayat bana göre değil.


Müziksiz bir hayatın çok sıradan olduğunu düşünüyorum.


Bayağı müzik dinliyorum. Spotify’daki MZV Erkut’a gidersen. Yani özellikle ilgilendiğim ya da bana çok hoş gelen tınılar Ortadoğu Caz diyeyim sana, Middle Eastern Fusion Mesela işte Rabih Abou Khalil ve yanılmıyorsam 8 Şubat’ta geliyor: Dhafer, Dhafer Youssef geliyor PSM’ye. Türkiye’de de Ömer Faruk Tekbilek mesela buna yakın, Fazıl Say yakın. Bir kanun üstadımız var Galatasaray Üniversitesi’nde öğretim üyesi aynı zamanda. O böyle şeyler yapıyor. İçinde Mark Eliyahu vardı mesela geçen hafta PSM’ye yine gelen. O da Dağıstan doğumlu bir İsrailli. Aslında İsrail Orkestrası ama bence Ortadoğu Caz’ı yapıyorlar. Favorim bu ama klasikleri her zaman, klasik müzik her zaman dinlerim. Abel Korzeniowski diye bir adam var mesela. Onun besteleri bana çok güzel gelmiştir. Türk sanat müziğinden yeteri kadar anlamadığımı düşünüyorum. Keşke anlasaydım, diyorum. Türk halk müziğini seviyorum. Saz üstatlarını seviyorum. Dinlemediğim müzik düşünüyorum, bir Amerikan Country herhalde. Sevmem ve dinlemem. Bir de Rap’in birçok versiyonlarını dinleyemiyorum. Ama dinlediğim versiyonları da var. Yani, genelde müziksiz bir hayatın çok sıradan olduğunu düşünüyorum. Mutlaka, mutlaka müzikle çalışırım. Müziksiz çalışmak… Bazıları kafam karışıyor, falan diyorlar. Beyinde başka bir yerde o ya. Ben buraya odaklıyorsam müziği burası dinliyor.

 

Güzel bir çayım veya kahvem olacak, müzik çalacak, karşı tarafta da güzel bir manzara olacak, rahat büyük bir masam olacak. Şöyle bir set-up aşağı yukarı. O zaman çalışabilirim.