İnsan nereden geldiğini, nereye gitmek istediğini uzun uzun düşünür. Varoluş onun için yetmez ve mevcudiyetine yüksek anlamlar katmak ister. Bu konuda yardıma koşan ilk kurtarıcılardan biri tarih olur.

Kişi, tarih sayesinde geçmişe bakıp ilişki kurmaktan kıvanç duyacağı bir kutsal bulur. Bu kutsal öte dünyayı muştulayanlardan olmak zorunda değildir. Dünyada büyük başarılara imza atması da iş görür. Örneğin geniş topraklara hükmetmesi de, tarihe not düşer gibi eserler yazması da, zamana kafa tutacak abideler yükseltmesi de bir başarıdır. Bulunan bu kutsal ile bağ kurmak kişiye gurur vermeye başlar. Çünkü o da büyük başarı potansiyeli taşıdığına inanır. Tıpkı tarihi anne babaları gibi. Artık nereden geliyor ve nereye gidiyor olduğuna bir cevap bulmanın sevincini yaşar.

 

 

İşler buraya kadar gayet güzel ilerler. Fakat kişi, tarihi anne babalarının o değerleri nasıl ürettiğini ve sonraki kuşaklara nasıl aktardığını anlamaz ise bu kutsal varolmaya devam edemez ve onunla çevresine/hayatına hakimiyet kuramaz. Yani pragmatik sebeplerle seçilmiş normatif dünyalar, içinde bulunduğumuz gerçek hayat ile temas edemez ise varlığını sürdüremez. Sadece kan veya gönül bağı ile bir millete, tarihe bağlı olmak bizi esas anlamı ile o topluluğun temsilcisi ve taşıyıcısı yapmaz, en fazla üyesi yapar. Bir millete ya da ulusa sadece ait olanlar ama herhangi bir düşünsel emeği olmayanlar ise kendi kutsallarına gelen ilk eleştiriyi savaş sebebi olarak görür. Yalnızca ait olanlar yapılan eleştirilere cevap veremedikçe sinirlenir, sinirlendikçe cevap veremezler. Kaldı ki bu kimseler dünyayı da tanımadığı için herkesi kendisine düşman sayar. Öte yandan seçmiş olduğu tarihi anne babaları ile herhangi bir kan bağı olmayan fakat düşünce bağı ve kültürel mirasçısı olan kişiler, o kutsalın devam edebilmesini mümkün kılanlardır. Çünkü bu kişilerin yüzü geleceğe dönüktür. Sahiplendiği değerleri kendi gününde nasıl ifade edeceğini bildiği gibi, bunu yarınlara taşımak için gerekenleri de bilir. Kültürlerin temsilcisi ve taşıyıcısı insanlar seçilmiş değil, seçen kişilerdir. Bu insanlar kendi varoluşunu inşa edecek kutsallarını, tarihi anne babalarını, ulusunun bekasına hizmet edecek değerleri ve ülküleri seçerler. Bu seçim yapan seçkin insanların tarihi de ele alırken bir gayesi vardır; düşünmek. Bu düşünme durumunun en veciz ifadesi için Cemil Meriç’ten daha uygun bir kaynak gelmiyor aklıma. Meriç durumu şöyle özetliyor:

 

Düşünmek savaşmaktır, bir nesil uğruna, bir millet uğruna, bir medeniyet uğruna savaşmak.”

 

Bir medeniyet uğruna savaşanlara selam olsun!


*Bu yazı Fatih Mehmet Keşan‘a ithaf edilmiştir.