Kendinizi “Akdeniz Tarihçisi” olarak tanımlıyorsunuz, tarih biliminde uzmanlaşma hakkında neler söyleyebilirsiniz? 


 

 

Retorik bir soru sordun gibi geldi bana, “Uzmanlaşmak önemli mi?” diye sorsaydın mesela… Belki de önemli değildir. Şunu anlamak lazım, bence bir tarihçi iki şeyi bir arada yapmalı: Bir, uzmanlığı olduğu alanı çok iyi anlamalı ama bir de geneli görmeli. Sadece iki üç konunun uzmanı olup tarihin geneliyle ilgili bir fikir sahibi olmazsa, “tarihin felsefesi, önünüze koyduğu engeller, bu engeller nasıl aşılır, tarihin strüktürel yapıları…” bunlarla ilgili kafanızda bir şey yoksa o da bir problem.

 

Şu da olmaz; hiç kitap yazmamış ve hiç uzmanlaşmamış bir adamın dünya tarihi üzerine genel konuşması daha da saçma bir şey çünkü o zaman tarihçinin farkı, alametifarikası ortadan kalkıyor. İşte burada en önemli problem şu; siz bir konuda uzmanlaşırken, her metin bir tercihler bütünüdür. Bir kitap yazıyorsunuz;  birtakım şeyleri dışarı atıyorsunuz, birtakım şeyleri içeriyorsunuz. Birtakım şeyleri yorumluyorsunuz, birtakım şeyleri yorumlamıyorsunuz ya da o yorumunuzu cebinize koyuyorsunuz emin olmadığınızda kitaba koymuyorsunuz. Siz bu tercihleri, 300-400 sayfalık bir metin yaratırken yaptığınız zaman, başka kitapları da o gözle okuyabilirsiniz. Rıdvan Dilmen’in futbol yorumu yapması gibi. Bunlar bir gün NTV’de bir idman gösterdiler, Tanju Çolak falan da vardı. Ben yıllardan beridir maç izlerim. Hani hepimiz CM (Championship Manager, futbol video oyunu) oynuyoruzdur, derler ya “Rıdvan, Kennedy Bakırcıoğlu’nu (bu oyunla ünü artan futbol oyuncusu) bilmiyor” diye. Adam bir iki şey söyledi, mesela “orta geldi mi yalancı koşu…” gibi, bambaşka bir dünyadan bahsettiler. Şimdi o başka görüyor o maçı. Uzmanlaşmak bunun için de geçerli. Diğer kitapları okumak gerek, sadece genelle ilgili okuyarak olmaz.

 

Özellikle siyaset bilimcilerin veya uluslararası ilişkilercilerin tarih biliminde “tak” diye patlamaları ya da mühendislerin gelip hiçbir şey yapamamaları… Bu biraz ondandır. “Bir tarih kitabı nasıl çıkıyor, o lafın arkasında hangi belgeler var?” Yani gidiyorsunuz, önünüzde bir sürü kargacık burgacık belgeler var, onları okuyorsunuz sonra oradan bir şey inşa ediyorsunuz. O bir realite değil, o bir uydurma. Seçiyorsunuz ve bir metin uyduruyorsunuz, doğruya yakın ya da değil ama hiçbir zaman yüzde yüz doğru olmuyor, hep bir spekülatif yanı oluyor. Şimdi o metin nasıl yukarıya çıkarılıyor, onu bilmek için uzmanlaşmayı bilmesi lazım. Ya da bir konu çalışılabilir mi? Şimdi hiç arşive gitmemiş, sadece arşiv de değil, birincil kaynak olarak arkeolojik veya basılmış bir şey de olabilir. O zaman birincil kaynak kullanmadan siz bunu bilemezsiniz, karşıdakine haksızlık edersiniz.

 

Mesela sinemada bu tansiyon çok var ama bizde yoktur. Bizde kitap okumayan, kitap yazmamış adama kolay kolay kitap eleştirisi yazdırmazlar. Sinemada en büyük şey o, “Adam hiç film çekmeden eleştirmen olabilir mi?”, olamaması lazım. Hepsi stratejik bir karar. Sen şimdi burada bu stüdyoyu kuruyorsun, bir röportaj yapıyorsun. Bu röportajda elinde para var; elindeki paranın, ekipmanın veya buna vereceğin saatin bir ekonomisi var. Şimdi bu ekonomiyi hiç yapmamış adam her şeye kabahat bulabilir, seti görmemiş veya hiç kitap yazmamış adam gibi. Genelde böyle malumatfuruşlar vardır, her şeye kabahat bulurlar, kendileri de bir şey yapamazlar. Hiçbir zaman mükemmel olmayacak ya.  Benim James B. Collins diye bir hocam vardı, Fransa tarihçisiydi. Benim doktora hocamdı, Gabor Agoston’la beraber. O güzel bir şey söylemişti, doktora tezimi yazarken. “Bir noktada okumayı bırakacaksın ve yazacaksın. Hiçbir zaman mükemmel olmayacak zaten.” Şimdi bu kararları almış ve uzmanlaşmış birinin hem meslektaşlarına ve onların eserlerine hem de dünya tarihine bakışı farklı olur.

 

Bir nokta daha var tarihin geneliyle ilgili. Çünkü biz teknisyen değiliz, motorun sadece bujisini bilince bir şey olmuyor, motorla ilgili de genel bir fikriniz olması lazım ki çünkü yalnızca kendi konunuzu anlatmıyorsunuz, başka bir sürü değişik konu anlatıyorsunuz. İkisinin bir güzel bir harmanlanması lazım. Türkiye’de özellikle bu genel üzerine tarihçiler pek laf edemediği için hep başka alanlara kayıyorlar. Onlar da işin mutfağını bilmedikleri için bazen çok kötü ve ağır yanılabiliyorlar. Genelde böyle tarihle ilgili büyük ve entelektüel laflar eden insanların aslında başlangıç noktaları çok yanlış olabiliyor. Aslında çok akıllılar ve çok okumuşlar ama o mutfağı ve metodolojik öğretileri bilmedikleri için yanılabiliyorlar.