Bir insan ”düşünün!” Tek gayesi, yaşamdaki en büyük amacı avcılık yapıp karnını doyurmak olan, yaşamının devamı için öldürüp bu uğurda ölen bir insan. Belki biz buna bugünkü bilgilerimiz ışığında ”Homo Neandertal”, ” Homo Erectus” ya da daha basit bir anlamda mağara adamı / mağara insanı diyebiliriz. Lakin bu sadece sözde insan olarak kalır, çünkü yaptığı bütün eylemler hayvan türlerinin ki ile aynıdır. O halde insanı gerçek anlamda insan yapan şey nedir?

Bu sorunun cevabı omzumuzun üstündedir, uzakta aramamıza gerek yok. Bizi tüm canlılardan, hayvanlardan ayıran ”akıl’’, irademiz ve ”düşünebilme” kabiliyetimiz bizi insan yapmaktadır. İşte insan bu düşünebilme yetisini en iyi felsefe ile kullanabilir. Felsefe, soru sorma, sorgulama yapabilme, düşünebilme, akıl yürütebilme, idrak edebilme yeteneklerini kullanmamızı bize sağlar. Sistemli ve eleştirel düşünebilme sanatıdır. İnsan kalıbına bürünebilmemizi, insan olmamızı felsefeye borçluyuz. Bireyi hayvansallıktan, tüm dogmatiklerden kurtararak bugünkü bilim seviyemize gelmemizi sağlamıştır. Bu perspektifte diyebiliriz ki tüm bilimlerin anasıdır, doğmasını ve gelişmesini sağlamıştır. Bilimin olabilmesinin ön koşulu felsefik düşünebilmektir. Aristoteles’ inde dediği gibi;

 

”Felsefe bilim​lerin ya kraliçesi ya da onların önündeki engelleri ortadan kaldırdığı için, ağır işçisidir.”

Tarihte de günümüzde de gelişmiş tüm ülkeler, medeniyetler felsefeye büyük önem vermiştir, vermektedir. Kitap okuma oranının bu kadar düşük olduğu ülkemizde ne yazık ki felsefe okuma oranı da oldukça düşüktür. Felsefe bize düşünebilmeyi,aklı kullanmayı bahşediyorken ülkemizde bu denli düşük okunması, çok az sayıda büyük felsefecilerimizin olması toplumumuz için büyük bir handikaptır. Çünkü; felsefe okumayan bir toplum eleştirel düşünemez, düşünemezse sorgulayamaz, sorgulayamazsa da ilerleyemez. Bugün toplum olarak, ülke olarak bu kadar geride olmamızın en büyük sebebi belkide budur. Felsefe yapmadığımız, okumadığımız için toplum olarak insanın en büyük kabiliyeti olan düşünme yetimizi kullanamıyoruz(ya da kısmen kullanıyoruz), sorgulayamıyoruz, muhakeme  edemiyoruz! Sonuç ise ortada her geçen gün daha da geriye giden bir toplum. İlerlemek için felsefeyi anlamak, felsefe ile anlamlandırmak tek koşuldur.

Düşünüyorum o halde insanım!


Kısa bir anektod: Platon’un Mağara Benzetmesi

-Sokrates: İnsan denen yaratığı eğitimle aydınlanmış ve aydınlanmamış olarak düşün, bunu şöyle bir benzetmeyle anlatayım; yeraltında mağaramsı bir yer ve içinde insanlar var. Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş… İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyor ne de burunlarının ucundan başka bir yer görebiliyorlar; kafalarını bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında, mahpuslarla ateş arasında dimdik bir yol var.Bu yol boyunca alçak bir duvar, hani şu kukla oynatanların seyircilerle kendi arasına koydukları ve üstünde marifetlerini gösterdikleri bölme var ya, onun gibi bir duvar… Bu alçak duvar arkasında insanlar düşün. Ellerinde türlü türlü araçlar taştan, tahtadan yapılmış insana, hayvana ve daha başka şeylere benzer kuklalar taşıyorlar. Bu taşıdıkları şeyler bölmenin üstünde görülüyor.

-Glaukon: Garip bir sahne doğrusu ve garip mahpuslar !

-Sokrates: Ama tıpkı bizler gibi! Bu insanlar ancak arkalarındaki ateşin aydınlığıyla mağarada karşılarına vuran gölgeleri görebilirler ve gölgelere verdikleri adlarla gerçek nesneleri anlattıklarını sanırlar. Bu adamların gözünde gerçek, yapma nesnelerin gölgelerinden başka bir şey olamaz ister istemez. Şimdi düşün: Bu adamların zincirlerini çözer, bilgisiziklerine son verirsen, her şeyi olduğu gibi görürlerse ne yaparlar?.. Mağaranın dışına çıkarılan bir mahpusun önce gözleri yanacak ve gölgelerini gördüğü nesnelere gözü kamaşarak bakacak, daha önce gördükleri yeni gördüklerinden daha gerçek gibi gelecektir. Rahatça görebildiği ilk şeyler gölgeler olacaktır.Sonra insanların ve nesnelerin sudaki yansıları, sonra da kendileri. Daha sonra da gözlerini yukarı kaldırıp güneşten önce ayı, yıldızları, gökyüzünü seyredecektir.

-Glaukon: Öyle olsa gerek.

-Sokrates: Görünen dünya mağaradaki oturma halin olsun, mağarayı aydınlatan ateş de güneşin yeryüzüne vuran ışığı.Üst dünyaya çıkan yokuş ve yukarıda seyredilen güzellikler de, ruhun düşünceler dünyasına yükselişi olsun. Herhalde benim düşünceme göre kavranan dünyanın sınırlarında ”iyi” ideası vardır. İnsan onu kolay kolay göremez. Görebilmek içinde dünyada iyi ve güzel ne varsa hepsinin ondan geldiğini anlamış olması gerekir. Görülen dünyada ışığı yaratan ve dağıtan odur; doğruluk ve kavrayışta ondan gelir… Tanrısal dünyaları seyretmiş bir kimse, insan hayatının düşkün gerçeklerine inince şaşkın ve gülünç bir hale düşer. Düşünme gücü bir başka türlü güçtür. Tanrısal bir şeyler vardır onda. Bu güç hiçbir zaman yok olmaz; ancak ona verilen yöne göre yararlı ve karlı ya da yararsız ve zararlı olur…

 


tolgahan yıldız