Etik, Yunanca kökenindeki haliyle “ethos” yani karakter, alışkanlığa dayalı yaşam biçimi anlamına gelir. Etik deyince anlaşılan “felsefe açısından ahlaktır” veya “ahlaklılığın felsefesidir”. Felsefeden bağımsız olan ahlâk kavramı bir kurallar sistemidir. Araştırmacılar ahlâkın temeli boyutunda biri din, diğeri toplum sözleşmesi olarak iki ayrı kaynaktan söz ederler. Birinci kaynak, yaratıcı olan Tanrı’nın harama el uzatmış olduğu için cennetten kovduğu insana uymakla yükümlü olduğu ödevleri belirtir. İkinci kaynak ise, bireylerin veya grupların birlikte barış içinde yaşamalarını mümkün kılan kurallar sistemidir. Etik ise ahlâklı eylemin pratiği olduğu her yerde eylemin teorisidir. Toplumumuzda iki kavramın farkı yüksek oranda bilinmemekte ve iki kavram eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Öncelikle etik kavramı ile ahlâk kavramının neden eş anlamlı kullandığını ele alalım. Bir kişi veya toplumun faaliyetleri, diğerlerine fayda veya zarar veriyorsa ortada “etik” bir durumun varlığından söz edilebilmektedir. Ahlâk kavramının ise ikinci temel kaynağı olan toplum sözleşmesi ve diğer kaynakta olduğu gibi yaratıcının ödevleri genel anlamda toplumsal ve bireysel yükümlülükleri konu edindiği için etiği ahlâkın temelini araştıran felsefi bir yaklaşım olarak değil de doğrudan ahlâk kavramı olarak kabul ederiz.  

 

 

  Bildiğimiz gibi siyaset ve politika “devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış” olarak literatüre geçmiştir. Bu iki kavramın ilişkisinden bahsetmek gerekirse hem teorik boyutta etik hem de pratik boyutta ahlâki değerler bizim devlet işlerini düzenlememizde büyük rol oynar. Çünkü her medeniyet gibi, toplumumuzun tarihinde de birçok olay, savaşlar, devrimler, büyük göçler, bizim dünyaya bakış açımızı değiştirmiş, toplumumuzun alışkanlıklarını, etik ve ahlâki değerlerini dönüştürmüştür. Çok uzaklara gitmeden tarihinden bahsetmek gerekirse Türkiye’de politikanın bu yapıya gelmesinin belki de başlangıcı olarak kabul edebileceğimiz ilk tarihlerden biri 1876 I. Meşrutiyettir.  

 

 Osmanlı’nın son dönemlerinde siyasi bir atak olarak ortaya çıkardığı Kanun-i Esasi imparatorluğu meşruti bir yönetime taşımış ve bu topraklarda demokrasinin ilk adımını atmıştır. Süregelen zamandaki Osmanlı –Rus savaşından sonra II. Abdülhamit’in Meclis-i Mebusan’ı kapatmasıyla 1878’de son bulmuştur. Anayasanın 1908’de yeniden ilan edilmesiyle devam eden süreç imparatorluğu perde arkasından yöneten İttihatçılar tarafından II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ve yerine yenilenmiş anayasayla yetkileri minimuma indirilmiş, bu sebeple Osmanlı İmparatorluğu tarihi boyunca adını en az duyduğumuz padişah V. Mehmet Reşad geçmiştir. Sonuç olarak parlementer demokrasi, seçim, darbe gibi birçok kavramla tanışılmış ve Mebuslar Meclisi’nin tasfiyesi ile VI. Mehmed Sultan Vahideddin tarafından süreç  11 Nisan 1920’de sona erdirilmiştir. Bunca siyasi çalkantıdan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu ve akabinde Türkiye Cumhuriyeti büyük zorluklarla Atatürk ve silah arkadaşları tarafından ilan edilmiştir. Topluma yeni altı(Cumhuriyetçilik, Laiklik, İnkılapçılık, Halkçılık, Milliyetçilik, Devletçilik) öğreti kazandırılmış ve uzun zamandır dönüşmeye çalışan etik ve ahlâki yapıdaki köklü değişiklik nihayet temellendirilmiştir. Tabii ki ahlâk kavramının toplum sözleşmesi ayağı ümmetten millete ve ulus devlete geçişle, dinin sekülerleşme ve kamusal alanın dışına alınması süreçleriyle ilgili olsa da çoğu toplumda olduğu gibi ahlâk genelde böyle süreçlerde birinci ayağıyla ele alınıp etik kavramı “alışkanlığa dayalı yaşayış biçimi” olarak kalır.

 

ozan yılmaz


 

Kaynakça:

wikizero.com/tr/İkinci_Meşrutiyet

wikizero.com/tr/Birinci_Meşrutiyet

yenifelsefe.com/etik-nedir

Etik Ahlâk ilişkisi ve etiğin gelişim süreci