Kullandığınız metotları göz önünde bulundurarak, bugün tarih anlatımı nasıl bir sistemle gerçekleştirilmelidir?
Birkaç şey söyleyeyim. Birincisi, popüler olan kötü olmak zorunda değil. Hakan Erdem’in hep söylediği ve Tarih-Lenk’te de yazdığı bir şeydir: “Popülerse, kötü olmak zorunda değil.” Dolayısıyla biz halka kaliteli bir şey indirmeliyiz. Akademisyenler olarak bunu nasıl yaparız? Çünkü akademide çok spesifik. Mesela ben burada Bizans veya Avrupa Tarihi gibi bir dersi İngilizce olarak veriyorum, çocuklar İngilizce olarak biliyor. Türkler kendi aralarında İngilizce Bizans Tarihi konuştuğu ve onun içinde “İkonoklazm nedir?” dediğin zaman çok spesifik bir şey oluyor, bunu böyle halkla paylaşamazsın.
Biraz daha popülerleştirmek ifadesini kullanacağım ama kitapta da, Sultan’ın Casusları ile Sultan’ın Korsanları’nda da popüler bir dil kullandım ama kitapları popüler zannettiler. Aslında çok teknik kitaplardı. Popülerleştirirken kendi özünden bir şey kaybetmemesi lazım. Kitapta bunda daha dikkatli olabiliyorsunuz, konuşurken de öyle. Biraz popüler örneklerle, hayatın kendi içinden… Bu da biraz akademisyenin yaşadığı yaşamla alakalı. Çoğunlukla, akademisyenle halk arasında bir bağ kurmayı zorlaştıran şey, zaten akademisyenin halkla arasında bir bağ olmaması. Bu bağı, popüler kültür ögeleri üzerinden kurabilirsiniz.
Ben bir bilgisayar oyunu bile kullandım. Şimdi 16-20 yaşındaki bir çocuğa Civilization üzerinden bir şey anlatabiliyorsunuz. Tabii ki bu ideal değil, tabii ki kitap okuması lazım ama ben kulağından tutup kitap okutamam. İçinde bir heyecan uyandırmak için… Mesela Crusader Kings’te feodaliteyi anlarsın. “Feodal bir toplum ve feodalite nedir, o memleket niye merkezileşmiyor?” bunları hakikaten çok güzel anlatır, bir türlü kuramıyorsun çünkü royal domain genişlemiyor gibi… Şimdi oradan artık okuyacak.
Beni dinleyerek veya FluTv’de Olmaz Öyle Saçma Tarih dinleyerek tarih öğrenemezsin. Okumadan bir şey öğrenilmez. Her ne kadar, o videoların bazılarında “Kitap abartılı bir şey.” gibi provokatif şeyler söyleniyor ama bu olmaz, o kitap okuyacak. Benim anlattıklarım fragman gibi… Kötü fragman, filmi anlatan fragmandır. Bazen fragmanı izlersin, filmde ne olacağını anlarsın ama iyi fragman o heyecanı yaratır. Ben o filmi anlatmayacağım. Size, bu ve bunun gibi kitapları okursanız ya da bu tarz bir efor sarf ederseniz ne öğrenebileceğinizi, nelerle karşılaşabileceğinizi göstereceğim, canınız çıkacak. Reklam gibi bir şey aslında o. Bunu yapacak olan sizsiniz ve o kitabı okumazsanız bir şey olmayacak, benden öğrenemezsiniz tarihi. Türkiye’de genelde bu kısım atlandığı için malumatfuruşluk tarihçilik zannediliyor. Çıkıp televizyona birtakım bilgileri veriyor ve iki üç de böyle kavram attı mı…
O değil, esas “Biz tarihi niye öğrenmeliyiz?” diye bir sorun olsaydı… Var mı öyle bir sorun? Sanırım yok. “Niye öğrenmeliyiz?” sorusu esas önemliydi ve soruldu da defalarca. Daha kaliteli bir hayat yaşamak için. Daha iyi bir entelektüel olmak sizi daha mutlu bir insan yapar. İnsan, ailesini ve işini daha randımanlı düzenler ve yönetir. Dolayısıyla bunu yapmamız lazım. Cahillikle kültürlülük arasındaki şey ahkam kesmek, entelektüel katli yapmak veya insanların karşısına geçip gevrek gevrek konuşmak değil. Daha kaliteli bir yaşam yaşarsınız. Bunu anlamıyorlar çünkü okumuyorlar ama bunu anlayacaklar böyle insanlar gördüklerinde. Her şey maddi fayda üzerine olduğu için maddi fayda sever bir tür şey olabilir. Thales’in meşhur bir hikayesi vardır ya: “Felsefe ne işe yarar?” diye sormuşlar. O da ay tutulmasını hesaplıyor, zeytinlikleri ona göre düzenliyor. Bunun gibi, şimdi tam hatırlayamadım. Onun gibi düşünmek lazım, dolayısıyla anlatırken de insanın içinde o aşkı doğuracak bir şey… Ne anlatırsanız böyle anlatmanız lazım aslında.
Biz hem Olmaz Öyle Saçma Tarih’te hem de İlker Canikligil Olmaz Öyle Saçma Şey’de bunu yapmıştır. Ben ne anlarım shutter’dan vesaireden ama izliyorduk ve de merak ettim. Filmi çok sevmeme rağmen hoşuma gitti. Teknik kısımla hiç ilgilenmemiş, filmi seven fakat yirmi sene içerisinde bir tane bile kamera tutmamış bir adama “Aa, çok enteresan, bak öyle diyor, frame diyor…” Duyuyordum da sinemayla ilgili şeyler okurken ama hiç umurumda değildi, o benim için izlenecek bir şeydi. İşte o kadar umrumda değilmiş ki yirmi sene hiç bakmamışım, sonra o benim içimde kıvılcımı yaktı… Biz öyle de tarihçi olduk. Bizim jenerasyon İlber Ortaylı’yla olmuştur mesela. O öyle ilginç şeyler anlatıyordu, biz de şaşırıyorduk. Ben onun sayesinde çok düzgün kitaplar okudum, birileri de benim sayemde düzgün kitaplar okusun.
Biri çok güzel bir yorum yapmıştı YouTube videosunun altında, “Aksaray’dayım hocam-” Aksaray’da olması neyi değiştiriyor diye bir soru sorulabilir ama böyle yazmış: “Aksaray’dayım hocam, burada çok sıkıldım, sayende dokuz kitap okudum.” Şimdi bak bu önemli bir şey. O anlatım onun sonucunu verirse güzel, yoksa bu işten para kazanmıyorum. Unlike what they think (onların düşündüğünün aksine) kazanmıyorum yani, para için de yapmıyorum. İlker Canikligil tahtırevanla dolaşıyor, bir yerden bir yere götüremezsin onu para için. O heves için yapıyoruz ve eğer başarılı olursak ne güzel…