GİRİŞ


Kıbrıs, kendisine en yakın anakara olan Türkiye’ye 65 km mesafede bulunan Akdeniz’in en büyük üçüncü adası. Cilalı Taş Devri ile başlayan yerleşimlerin kalıntıları bulunan Kıbrıs’ta, yaklaşık 12.000 yıllık bir medeniyet olduğu biliniyor. Pek çok etnik ulusun üzerinde hakimiyet kurduğu bu şirin ada, üzerinde yaşayan insanların inançları, öfkeleri ve hırsları sebebiyle uluslararası boyutta etki yaratan pek çok olaya şahitlik etmiş.

Bu yazım, Kıbrıs’ta yaşanılanlara bir özet niteliği taşımakla birlikte, 20. Yüzyılda meydana gelen krize ışık tutar. Mümkün olduğunca kalemimi Türk kimliğimden ayrı tutmaya çalışarak objektif bir anlatım sergilemeye gayret ettiğimi, değerli okurlarıma bildiririm.

 

 

1. Türk Hakimiyeti Öncesi Kıbrıs


Kıbrıs’ta ilk insani unsurların ne zaman ortaya çıktığı konusunda görüş ayrılıkları mevcuttur. Bulunan kalıntılar, Cilalı Taş Devri’ne kadar varan bir tarihin var olduğunun düşünülmesi hususunda güçlü sebepler sunmaktadır. Adadaki ilk insan unsurlarının nereden geldiği konusunda da yeterli bilgiler mevcut değildir lakin bakır işleme tekniğinin Anadolu tekniğine oldukça benzemesi, ilk yerleşimlerin Anadolu üzerinden yapıldığını göstermektedir.1

İlk olarak Minos ve Miken medeniyetleri, Tunç Devri sırasında adaya yerleşmişlerdir. Ardından sırasıyla Mısır, Hitit ve Asurlular adaya hakim olmuştur. MÖ 525’te adaya Persliler hakim olmuş ve 200 yıllık bir hakimiyet sonucunda bu hakimiyete Büyük İskender son vermiştir. MÖ 56 yılında ise Kıbrıs, Roma İmparatorluğu bünyesine girmiştir.

Kavimler Göçü sonrasında Roma İmparatorluğu’nun bölünmesi ile, MS 4. Yüzyılda adada Bizans hakimiyeti başladı. O sıralarda Hristiyanlık doğdu ve Kıbrıs, bu yeni dini kabul eden bölgelerden birisi oldu. Kıbrıs Ortodoks Kilisesi de bu dönemde kuruldu.

İslam hükümdarı Muaviye, 649 yılında Rodos adası ile birlikte Kıbrıs’ı ele geçirdi ve İslam eyaleti haline getirdi. Kıbrıs halkı bu yeni din ile tanıştı ve adadaki Müslüman unsurları bu dönemde oluşmaya başladı. Emevi ve Abbasi yönetimleri sonrasında Bizans İmparatorluğu 964’te, adayı tekrar ele geçirdi. Türklerin Anadolu’ya girişi ile birlikte zayıflayan Bizans İmparatorluğu’nun ardından İngilizler, 3. Haçlı Seferi sırasında adayı ele geçirdi. İngiltere Kralı 1. Richard, Selahaddin Eyyubi’ye karşı yaptığı savaş sonucunda Kudüs’ü kaybeden ve bu sebeple gücü azalan Guy de Lesignan’ı, bir politik manevra gereği Kıbrıs Kralı ilan etti. (Gay de Lusignan’ın 20. Yüzyıla kadar devam eden soyundan olan Mustava Şevki Lusignan, 1976’da Kıbrıs Türk Federe Devleti Cumhurbaşkanı Adayı olmuştur. Fakat yalnızca 427 oy alabilmiştir.)2

Kıbrıs Krallığı, 14. Yüzyılda Cenevizlilerin saldırısı ile tekrar el değiştirmiştir. Bunun üzerine İngiltere, Kıbrıs’a kuvvet göndermiş, fakat Haçlılar tarafından olası savaş engellenmiştir. Bunun yerine İngiltere ve Ceneviz ortak kuvvetleri, İslam Devleti’ne saldırma kararı almış ve İngilizler Mısır kıyılarını, Cenevizliler ise Suriye kıyılarını yağmalayarak pek çok ganimet elde etmişlerdir. Bunun üzerine Memlük Sultanı Kıbrıs’a çıkmış ve Kıbrıs Ordusu’nu bozguna uğratmıştır.

1474’te Venedikliler, Kıbrıs’a oldukça sert bir çıkarma yaparak mutlak bir hakimiyet gerçekleştirdiler, tüm düşmanlar adadan sürüldü ve Osmanlı saldırısına dek iki asır boyunca adada Venedik hakimiyeti gerçekleşti.3

Görmüş olduğunuz üzere Doğu Akdeniz’deki bu şirin ada, sayması oldukça uzun süren medeniyetlere, dinlere ve inançlara ev sahipliği yapmış ve pek çok etnik grubun yarattığı etkiye dayanan köklü bir gelenek kurmuştur. Bu dönemi oldukça özet geçtiğim için beni bağışlayın, lakin oldukça uzun bir tarihi bu yazıya sığdırmak pek mümkün değildir. Şimdi beni en çok heyecanlandıran meseleye, yani Türk hakimiyeti ve ardından yaşananlara geçiyoruz.

 

 

2. Türk Hakimiyeti (1571-1878)


Akdeniz haritasını inceleyen herhangi birisi, Osmanlı İmparatorluğu gibi Doğu Akdeniz’i çepeçevre kuşatmış bir devletin, bu suların merkezindeki jeopolitik önemi oldukça fazla olan bu adada mutlaka hakimiyet kurması gerektiğini farkedecektir. Zira Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs’taki korsan yapılanmaları yüzünden kendi karasularındaki iç ticarette dahi büyük zararlar yaşıyordu. Bu hususta aslen sorulması gerekilen soru, Kıbrıs saldırısının neden bu kadar geç gerçekleştiğidir.

Osmanlılar’dan önce Memlük Devleti’ne vergi ödemekte olan Kıbrıs Krallığı, Osmanlıların Memlükleri yıkmasından sonra anlaşmayı sürdürmüş ve Osmanlı İmparatorluğu’na vergi ödemeye devam etmiştir. 16. yüzyılın başlarında Doğu Akdeniz kıyılarının tamamına hakim olan Osmanlılar için Kıbrıs, alınması gereken merkezi bir üs olarak belirlenmiş idi fakat Osmanlıların ilerleyiş planının Batı odaklı olması sonucu bu konunun gündeme gelmesi yarım asır kadar gecikmiştir. Batıda ilerleme politikası izleyen Osmanlılar, Kanuni döneminde gerçekleşen son Macaristan seferi sonrasında Avrupa’daki ilerleyişini durdurmuş ve ancak Süleyman’dan sonra Kıbrıs konusu gündeme alınabilmiştir.

Hedef belli olmakla beraber, savaş sebebi de belliydi. Venedikliler, gemilerle Kutsal Topraklar’a hacca giden müslümanlara saldırıp haraç kesiyorlar, ticaret gemilerini yağmalıyorlardı. Fakat bu genel sebebin dışında, resmi savaş sebebi 1569’da gerçekleşti. Mısır Defterdarı’nın içinde bulunduğu gemi yağmalandı ve bu durum savaşın sebebini teşkil etti. 2 Temmuz 1570’de Türk ordusu karaya ayak bastı.

Türklerin Kıbrıs çıkarması, Avrupa’da büyük tepki topladı. Kıbrıs’taki kaleler birer birer düşerken, Avrupa milletleri Venedik önderliğinde ittifak kurmaya çalışıyorlardı. Nitekim 1571’de Venedik-İspanya-Papalık ittifakı kuruldu ve ortak donanmaları Doğu Akdeniz kıyılarına geldi.

Venedikliler, ilk başta Osmanlı’ya barış antlaşması için müracaat etseler de Osmanlı bu görüşmenin ancak Magosa’nın zaptından sonra yapılabileceğini bildirdi. Nitekim Magosa ele geçirilerek, Kıbrıs’ın tamamen fethi sağlandı fakat İttifak Donanması, Magosa saldırısı sürerken İnebahtı önlerinde tecrübesiz Kaptan-ı Derya Müezzinzade Paşa komutasındaki Osmanlı Donanması’na oldukça ağır bir darbe indirdi. 230 Türk gemisinden yalnızca 30’u kurtulabilmişti.

İttifak kuvvetleri, bu olayın üzerine her sene 200 kadırga ve 50.000 asker çıkararak Osmanlılara saldırmak üzere anlaştılar. Osmanlıların bu yenilgisi, Avrupa’da Türklerin yenilebileceğine dair bir umut oluşturmuştu. Fakat kış bittikten ve bahar geldikten sonra harekete geçen İttifak kuvvetleri, karşılarında geçen senekinden çok daha büyük bir Osmanlı Donanması buldular. Zira Kaptan-ı Derya rütbesine getirilen Uluç Ali Paşa, muazzam bir iş çıkararak 245 parçalık bir donanmayı bir senede denize indirmişti. Saldırıya devam etmekten çekinen İttifak güçleri, İstanbul Anlaşması ile yenilgiyi kabullendiler ve Kıbrıs’ın Osmanlı toprağı olduğunu tanıdılar.4

Kıbrıs’ta 300 yıl boyunca süren Türk hakimiyeti böylece başlamış oldu. İlk başta, Osmanlı Beylerbeyliği olarak ilan edilen Kıbrıs, 19. Yüzyılda sancak haline getirildi. Tanzimat’ın ilanında gayrimüslimlere tanılan haklar çerçevesinde, Kıbrıs Yönetim Divanı’nda bulunan 8 temsilcinin 4’ü Türk ve 4’ü Gayrimüslim idi. 1861’de ise Kıbrıs, İstanbul’a bağlı bir mutasarrıflık haline getirildi. 1868’de ise Kıbrıs, vilayet sistemine göre Çanakkale vilayetine bağlı bir mutasarrıflık oldu. Uzaktan yönetilmesi, idari açıdan pek çok soruna sebebiyet verince ada halkı temsilcilerinin şikâyeti üzerine 1870’de Kıbrıs yeniden bağımsız bir mutasarrıflık yapıldı.5

 

 

3. Kıbrıs’ın Fiili Olarak İngiltere Hakimiyetine Girmesi


1854 Kırım Savaşı’nda İngiliz-Osmanlı ittifakına yenilen Rusya, Balkan bölgesindeki Slav uluslarını bünyesine katmak isteği içerisindeydi. İngiltere ise olası bir Osmanlı-Rus Savaşı’na karşıydı. Rusya’nın Osmanlı topraklarındaki menfaatleri, İngiltere ile çakışıyordu.

1876 yılında patlak veren Balkan isyanları, Rus-Osmanlı çekişmesini oldukça ciddi bir boyuta getirdi. Osmanlılar tarafından Müslüman toplulukların Balkanlardaki nüfusunun artırılması amacıyla Doğu Anadolu’dan getirilen Çerkezler ile Hristiyanlar arasında büyük ve kanlı çatışmalar meydana geldi. Bulgar topraklarında meydana gelen ayaklanmaları Osmanlılar, başıbozuk askerleri ile oldukça sert biçimde bastırdı ve Avrupa medyasında Osmanlı aleyhine kamuoyu oluşturuldu. Aynı sene, Sırplar da ayaklanarak Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti, ancak Rus desteğine rağmen başarılı olamadılar.

Rusya, milliyetçilik kartında başarılı olamadığı için diplomasi kartını oynama kararı aldı ve İstanbul’da Balkan halklarının bağımsızlığını konuşmak için Tersane Konferansı toplandı. (23 Aralık 1876)

Konferansta Batılı temsilciler, Osmanlı aleyhinde oy birliği sağladılar ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan Sırbistan ve Karadağ’a tam bağımsızlık, Bosna-Hersek ve Bulgaristan’a muhtari yönetim vermesi konusunda anlaştılar. Ancak Sultan Abdülhamid, tahta çıkarken kabul ettiği koşullardan biri olan Meşrutiyet’i ve Kanun-i Esasi’yi diplomatik bir hamle ile tam o sıralarda ilan etti. Böylece Tersane’de kabul edilen maddeleri hukuki olarak geçersiz addetme hakkına sahip olmuştu. Aynı zamanda Kanun-i Esasi, gayrimüslim uluslara yeni haklar sağlıyordu. Bu olaylar sonucunda Osmanlı Hükümeti, Tersane’de alınan kararları kabul etmedi. Ruslar, müthiş bir kızgınlıkla İstanbul’dan ayrıldıkları zaman, tüm çanlar savaş için çalıyordu.

Nitekim meydana gelen Osmanlı-Rus Savaşı, Türkler adına çok ağır bir yenilgi oldu. Ruslar İstanbul’a kadar gelerek imparatorluğu ciddi bir beka sorunu ile baş başa bırakmışlardı. Oluşan krizden fırsat çıkarmaya çalışan İngiltere, arabulucu güce sahip süpergüç olarak Osmanlı Hükümeti’ne yardım etmek karşılığında Çanakkale ya da Kıbrıs’ın kendi yönetimlerine bırakılmasını istiyorlardı. Sonuç olarak, Kıbrıs adası İngiliz idaresine bırakıldı. Ardından İngiltere, yoğun diplomatik baskılarla Ayestefanos Antlaşması’nı iptal ettirdi ve şartları Osmanlı için çok daha iyi bir antlaşma olan Berlin Antlaşması imzalandı. (1878)6

 

 

Niyet Antlaşması


Kıbrıs’ın İngiliz filli hakimiyetine bırakılmasını kabul eden bu antlaşma, 4 Haziran 1878’de imzalandı. Kıbrıs’ın fiili idaresi İngiltere’de olmakla beraber, adanın mülkiyet hakkı Osmanlılarda kalmaya devam ediyordu. Sultan Abdülhamid, bu kararı güçlendirmek amacıyla 1 Temmuz’da ek bir anlaşma daha yapılmasını istedi. Bu antlaşmanın 6. Maddesinde Rusya’nın Kars’ı terk etmesi halinde İngiltere’nin de Kıbrıs’ı tahliye etmesi durumu yer almaktaydı. Sultan, bu maddeyi yeterli görmeyerek antlaşmayı “Hukuk-ı Şahane’me asla halel gelmemesi şartı ile” diyerek tasdik ettiğini yazılı olarak beyan etmiştir.7

12 Temmuz 1878’de adadaki devlet dairelerinde İngiliz bayrağı dalgalanmaya başlamış ve adada fiili İngiliz yönetimi başlamıştı.

 

 

4. Kıbrıs’ın Resmi Olarak İngiltere Hakimiyetine Girmesi


Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na girmesi ile İngiltere, 5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ı ilhak ettiğini bildirmiştir. Osmanlı Hükümeti, bu harekete herhangi bir cevap veremez ve pek çok Türk bu ilhak sonucunda adayı terkeder. Ardından İngiltere 1915 yılında Yunanistan’a savaşa girmesi karşılığı adayı teklif eder, ancak Almanların ve Türklerin o yılki başarıları Yunanistan’a bu kararı reddettirir. Ardından savaşın sonucunun belli olduğu 1918 yılında Yunanistan savaşa girer, fakat İngiltere’nin ada ile ilgili teklifi çoktan geçerliliğini yitirmiştir.8

Yıllar birbirini kovalar ve Kıbrıs adasının gözleri önünde tarihte görülmemiş türde bir Kurtuluş Savaşı yaşanır. Cahilleşmiş, her anlamda çökmüş bir halkın içinden çıkan büyük lider, İngiltere destekli Yunan ordusunu bozguna uğratır ve yeni Türk devletinin temelleri atılır.

Bu yeni devleti tüm dünyaya kabul ettiren Lozan Antlaşması, oldukça büyük bir öneme sahiptir. Lakin bu antlaşma ile ilgili, yalnızca yazı konum olan Kıbrıs hakkındaki duruma değinmek istiyorum. Kıbrıs’ın İngiltere’ye 1914’teki ilhakı, Lozan’ın 20. Maddesinde Türk hükümeti tarafından tanınmıştır.

 

“Madde 20:

Türkiye, Britanya Hükümetince Kıbrıs’ın 5 Kasım 1914’te açıklanan ilhakını tanıdığını bildirir.”

21. maddede ise, Kıbrıs’ta yaşayanların uyruk meselesi çözümlenmiş, İngiliz uyruğu verilmesi ve İngiliz uyruğu istemeyip Türk uyruğu almak isteyenlerin, uyruğu aldıktan sonraki 1 yıl içerisinde Kıbrıs’ı terk etmesi gitmesi kararlaştırılmıştır:

 

“Madde 21:

5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs Adasında yerleşmiş olan Türk uyrukları, yerel yasanın belirlediği koşullara göre, İngiltere uyrukluğuna geçecek ve böylece Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Bununla birlikte, bu Türkler, isterlerse, bu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından bağlayarak iki yıllık bir süre içinde, Türk uyrukluğunu seçebileceklerdir. Bu durumda, seçme haklarını kullandıkları günü izleyen on iki ay içinde Kıbrıs Adasından ayrılmak zorunda kalacaklardır.”

21. madde gereğince 1924-1927 yılları arasında Lozan antlaşmasına dayanarak adadan 5000 civarında Kıbrıslı Türk Türkiye’ye göç etmiştir. Böylelikle zaten 1878 sonrasında başlayan nüfus dengesizliği, Lozan Antlaşması’yla birlikte Kıbrıslı Türkler için vahim bir durum haline gelmiştir.9

Günümüzde birtakım tarihçiler, Kıbrıs’ın İngilizlere ilhak kabulünün büyük bir hezimet olduğunu dile getirmektedirler. Bu hususta dönemin koşullarını bilmek ve daha yeni doğmuş Türk devletinin pek çok ulusal ve uluslararası sorunu mevcut iken, 45 sene önce İngiliz idaresine bırakılmış Kıbrıs için mücadele vermesinin ne kadar akıl karı olacağını düşünmek gerekir. Bu konu hakkında Kıbrıslı tarihçi Zeki Serter şöyle söyler:

 

… Türkiye için Kıbrıs meselesinden çok daha önemli ve hayati sorunlar arasında yeni Türkiye’nin sınırlarının belirlenmesi, Boğazlarının durumunun saptanması, Kapitülasyonların kaldırılması, Osmanlı Borçları vardı. Öncelik taşıyan Lozan’da yeni Türkiye’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü sağlamaktı. Batı Trakya, Kıbrıs ve Musul gibi ayrıntılar yüzünden esas meseleyi çözümsüz bırakmak düşünülemezdi. Kurtuluş Savaşı sırasında Misakı Milli sınırları çizilirken, belki de İngiltere ile fiili bir savaş durumunda olmadığımızdan Kıbrıs’a bu sınırlar içinde yer verilmemişti. Savaşta belirlediği amaçlar dışında bir konuyu Lozan’da savunmak kolay olmayabilirdi. Lozan Barış Antlaşması genellikle Türkiye’nin lehine sonuçlanmıştı. Kazanılan bunca başarıyı Kıbrıs konusunda direterek görüşmeleri yeniden çıkmaza sokmak ve Türkiye’nin varlığını tehlikeye düşürmek göze alınamazdı.” 10

 

İsmet İnönü’nün, Lozan sonrasında Meclis’te yaptığı 23 Ağustos 1923 tarihli değerlendirme konuşmasında da bu konu ile ilgili maksimum kazanca ulaşıldığı tutumu yer alır:

 

…Muahedename, hudutlarımızı tâyin ediyor.… Arkadaşlar! Hudutlar üzerinde daha ziyade tevakkuf etmek istemem, eski Osmanlı İmparatorluğu aksamından olduğu halde hudutlarımız haricinde birçok dindaşlarımızı bırakıyoruz. Daima kemali fahir ile ve kemali saffet ile ilan edebiliriz ki bugün milli hudutlarımız haricinde kalan dindaşlarımıza karşı Türk Milleti gördüğünden daha fazla vefa ve samimiyet göstermiştir.(Bravo sesleri, alkışlar) En dar zamanlarda, hatta kendilerinden müşkülat gördüğümüz zamanlarda dahi onların selametlerini saffeti derun ile temenni etmekten başka bir gaye takibetmedik. Bugün de temennimiz kendi muhitleri ve milliyetleri dâhilinde selamet ve saadet içerisinde yaşamalarıdır. Büyük bir İmparatorluğun inkısamı karşısında bütün cihana karşı yalnız kendi kuvvetiyle uğraşmaya mecbur kalan Milli Türkiye daha başka bir vaziyet alamazdı, ittihaz ettiğimiz zaruri hareket bu idi.” 11

Lozan’ın 16. Maddesi, Türkiye tarafından Kıbrıs ve diğer terki kabul edilen yerler açısından hayati bir öneme sahipti. Bu madde ile Türkiye, Kıbrıs’ın geleceği yeniden söz konusu olması durumunda ilgili taraf olma hakkını sahip tutmuştur.

İlgili maddenin ilk tasarısı şu şekildeydi:

“Türkiye işbu anlaşmada açıkça belirtilen sınırlar dışında bulunan ve işbu anlaşma ile üzerinde       egemenliği tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerinde veyahut her ne şekilde olursa olsun bunlarla ilgili bütün hukuk ve iddialardan vazgeçtiğini beyan eder. Bu arazi ve adalar üzerinde ilhak, istiklal veya herhangi bir diğer idare şekli hakkında ittihaz edilen ve edilecek olan bütün kararları kabul ve tasdik eder.”

İsmet İnönü, bu maddeye karşılık Türk önerisinde son maddenin çıkarılması teklifini sunmuştur. Bunun sebebini soran Horace Rumbold’a İnönü, ilgili cümlenin Türkiye’yi Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmış olup da Türkiye’yi ilgilendirmeyen topraklara ilişkin olan ve Türkiye’nin bilmediği hükümleri onaylama ve kabul etme zorunda bıraktığını, Türkiye’den ileride kararlaştırılacak hükümleri de kabul etmesinin istendiğini, Türkiye’nin niteliğini ve kapsamını bilmediği hükümleri kabul etmeyi yüklenemeyeceğini söylemiştir.12

Yunan temsilcisi M. Caclamonos’un itirazlarına rağmen Türk tarafı haklı bulundu ve son cümle şu şekilde değiştirildi: “..Bu toprakların ve adaların geleceği ilgililerce düzenlenmiştir ya da düzenlenecektir.” Antlaşmanın bu şekilde kabulü, ileriki zamanlarda Türkiye’nin Kıbrıs’ta hukuki anlamda söz sahibi olmasını sağlayacaktı. 13

 

 

5. 1923-1960 İngiltere Dönemi


Lozan sonrası Kıbrıs’ta yeniden yapılanma süreci başlamıştı. İngiltere Krallığı, Mart 1925’te Kıbrıs adasını Crown Colony statüsüne aldı ve vali atadı. Kıbrıs Meclisi’nde düzenlemeler yapılarak üye sayısı ve yetkileri yeniden düzenlendi. 24 kişilik yeni mecliste 12 Rum, 9 Hükümet delegesi bulunmakla birlikte yalnızca 3 Türk delege bulunuyordu. Fakat bu durum incelendiğinde Hükümet tarafından belirlenen İngiliz ve Türk delege sayısının toplamının Rum delege sayısına eşitliği dikkat çekmektedir. Bu bağlamda Türklerin kendi haklarını korumak için İngiliz desteğine muhtaç oldukları muhakkaktır. 14

Rumların, adayı Yunanistan’a ilhak planı ENOSIS, İngiliz hakimiyeti döneminde etkisini göstermeye başlamıştır. Zira Yunanlılar, anavatanlarından uzakta bir İngiliz yönetimini bozguna uğratıp Yunan hakimiyeti kurabileceklerini düşünüyorlardı. Kıbrıs’ta ilk Rum isyanı 1930’ların başında patlak verdi. 1929 krizi ve ardından yaşananlar, Kıbrıs’ta vergi oranlarını artırmış ve ekonomik bir darlık meydana getirmişti. Ekim 1931’deki isyanlara İngilizler oldukça sert bir karşılık vermişlerdi ve Lefkoşa’daki ayaklanmalar 6 kişinin ölümü ile bastırılmıştı. 15

 

Kıbrıs isyanlarına karşılık İngiltere’nin sert tavrı ve baskısı ile Rumlar ciddi bir teşkilatlanma oluşturamamıştır. Dolayısıyla Kıbrıs’ta yönetilemeyen ENOSIS’in yeni merkezi Londra olmuştur ve bir grup Rum, 1937 yılında Kıbrıs Özerkliği Komitesi’ni kurarak İngiliz Parlamentosu nezdinde girişimlerde bulunmaya çalışmıştır. Lakin çok zaman geçmeden patlak veren İkinci Dünya Savaşı, bu girişimlere uzun bir süre ara verilmesini gerektirecektir.16

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Kıbrıs, İngilizlerin önemli bir hava üssü olarak yerini almıştır. Nazilerin Balkan işgali ve sonrasında Yunanistan’ı ele geçirmesi sonucunda Kıbrıs adasından toplanan askerler, Nazi Almanyası ile çatışmalarda önemli bir kuvvet oluşturmuşlardı.

Savaş sonrasında İngiltere savaş yaralarını sarmakla meşgul olmuş ve ancak 1947 yılına gelindiğinde Kıbrıs adasına gözünü çevirebilmişti. 1947’de İngiltere, Kıbrıs’ı liberalleştirecek ve muhtariyetleştirecek birtakım düzenlemeler yapmış, Kıbrıs meselesinin çözümünü sağlamak için Danışma Meclisi’ni kurmak istemiştir. Lakin Kıbrıs Rumlarınca tek çözüm yolu ENOSIS’ti, başka çözüm aramak saçmalıktı.

Bütün Rum baskılarına rağmen İngiltere 1948 yılında Kıbrıs’ta gerçekleştirilecek muhtari reformlara ait anayasayı ilan etti, Yasama ve Yürütme meclislerini açtı. 15 Ocak 1950’de ise Kıbrıs Rum Kilisesi kontrolünde bir emrivaki yapılarak, Kıbrıs Komünist Partisi AKEL (Emekçi Halkın İlerici Partisi) ve diğer ENOSIS taraftarları desteği ile Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını oylamaya açan bir plebisit (halkoylaması) gerçekleştirdiler. Türk taraflarının itirazı ve İngilizlerin sert tepkisi sonucunda ise geri adım atmak zorunda kaldılar.17

Adada bunlar olurken Türkiye, henüz yaşananları gündemine almamıştı. 23 Ocak 1950’de dönemin Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, Kıbrıs meselesi diye bir mesele olmadığını belirten bir demeç vermişti. Aynı yıl yapılan Mayıs seçimleri sonucunda Demokrat Parti hükümetinde Dışişleri Bakanı olan Fuat Köprülü de 20 Haziran 1950’de “Böyle bir mesele yoktur.” sözlerini sarfetmişti. Türkiye’nin Kıbrıs meselesini gündemine alması, Rumların Türkler ile sıcak çatışmaya girmesinden sonra başlayacaktı.

1952 yılında Kıbrıs adasının statüsü konusu ilk kez Birleşmiş Milletler’e taşındı. Adadaki plebisit sonrasında Yunanistan, adayı ilhak etme konusunu ülke politikasına almıştı ve 24 Kasım 1952’de yapılan oturumda Yunan delegesi Dimitrios Lambros, halkların kendi kaderlerine kendilerinin karar vermesini öngören self-determination ilkesinin Kıbrıs Rumlarının hakkı olduğunu öne sürdü. Bunun üzerine derhal karşılık veren Türk delegesi Adil Derinsu, yüzyıllardan beri adada Türklerin de yaşadığını, aynı hakkın Türklere de verilmesini istedi. Böylece BM tarafında herhangi bir sonuç alınamadı. 21 Eylül 1953 tarihinde Yunan başdelegesi konuyu tekrar BM’e açsa da yine herhangi bir sonuç alamadı.18

Birleşmiş Milletler’de yaşananlar, Türk basınına da yansıdı ve Türkiye’den Kıbrıs meselesine dair ilk tepkiler gelmeye başladı. Türkiye Milli Talebe Federasyonu 21 Nisan gününü Kıbrıs günü ilan ederek 1954 yılında oldukça büyük gösteriler ve mitingler gerçekleştirdi.

Yunanistan, diplomasi ile kazanamadığı başarıyı sahada kazanmaya karar vererek adada ordu destekli teşkilatlanmalar kurma yoluna gitmiştir. İngilizlerin bu ENOSIS teşkilatlarına yaptığı yoğun baskıya ve bir bir kapatmasına rağmen Yunan destekli EOKA (Ethniki Organisos Kyprakion Agoniston), Kıbrıs’ın her bölgesinde teşkilatlanmayı başarmıştır.

 

Nihayet ilk bombalar 1955’te başlamış ve Yunan ordusunun destek verdiği EOKA, valilik ve karargahlara saldırılara başlamıştır. EOKA yaptığı beyanlarda İngiliz ve Türklerin düşmanları olduğunu ve adayı Yunanistan’a ilhak edene kadar durmayacaklarını belirtmişlerdir. Türkler, Rumların saldırısına karşı Volkan ismindeki direniş örgütünü kurmuşlardır. Bu örgüt 1958’de Türk Mukavemet Teşkilatı’na dönüşerek güçlenmiştir.

Adada başlayan iç savaş sonrasında İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında 1959 yılında Zürih Anlaşması imzalanarak Kıbrıs’ta bağımsız bir cumhuriyet kurulması kabul edilmiştir. Ardından Kuruluş, Garantörlük ve İttifak Antlaşmaları imzalanarak yeni kurulan ülkenin düzeni ve böylece 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası belirlenmiş oldu. Böylece kağıt üzerinde Kıbrıs halkının birlikte kendi kaderlerini belirleyeceği ve huzurun sağlanacağı düşünülmüştü fakat birkaç sene sonra pratikte bunun böyle olmayacağı belli olacaktı.

 

6. Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti


Kıbrıs Cumhuriyeti’nin uluslararası antlaşmalar ile belirlenen anayasasına göre Cumhurbaşkanı Rum, muavini Türk olacaktı. Bakanlar Kurulu yedi Rum, 3 Türk’ten, Meclis ise 35 Rum, 15 Türk’ten oluşacaktı. Her toplumun ayrı ayrı Cemaat Meclisi de olacak ve bu meclislerin kendi halklarının ihtiyaçlarını karşılamak için vergi koyma yetkisi olacaktı. Cumhurbaşkanı ve muavininin Bakanlar Kurulu kararları ya da Meclis kararlarını veto etme yetkisi vardı. Asker, polis ve hakimlerin dağılımında da meclis oranı söz konusuydu. Mesela Kıbrıs Cumhuriyeti Ordusu’nun %60’ı Rum, %40’ı Türk askerlerden oluşacaktı. 19

Garantörlük Anlaşması ile Yunanistan ve Türkiye’ye adada askeri üs kurma hakkı da tanınmıştı. Böylece 1960 yazında 950 Yunan ve 650 Türk askeri Magosa limanında karaya çıktılar. Adada yeni bir yönetim hakim olmuş, Rum ve Türk uluslarının birlikte huzur içinde yaşaması için gerekenler yapılmıştı. Fakat bundan sonra yaşananlar, Rum ulusunun emellerinden vazgeçmediğini gösteriyordu.

Rumların desteği ile cumhurbaşkanı seçilen başpiskopos Makarios, doğduğu köy olan Panayia’da 4 Eylül 1962’de yaptığı konuşmada şöyle söylüyordu:

“Elenizmin korkunç bir düşmanı olan Türk ırkının bir parçasını teşkil eden küçük Türk toplumu kovulmadıkça EOKA kahramanlarının görevi hiçbir zaman bitmiş olmayacaktır.” 20

Ülkenin cumhurbaşkanının bu ayrıştırıcı ve korkunç sözleri, Rum idaresi altında Türklerin asla huzur bulamayacağını açıkça göstermişti. Öyle de oldu.

 

 

6.1 Katliamlar


Kıbrıs’ta Türkleri tamamen yok etmeyi amaçlayan EOKA, çoğunluğu Rumlardan oluşan Kıbrıs Hükümeti’nin tam desteğini alıyordu. Öyle ki, Cumhurbaşkanı Makarios’un katılımıyla EOKA Müzesi açılmış ve EOKA’ya bağlı teşkilatlar açıkça eylem yapabilmişlerdi.

Yeni kurulan Kıbrıs Hükümeti, 1960 Anayasası’nı değiştirerek Yunanistan’a ilhak yolunu açmak istiyordu. Bu sebeple Cumhurbaşkanı Makarios, Türk Hükümeti’nin nabzını yoklamak üzere 1962 Kasım ayında Ankara’ya resmi ziyaret gerçekleştirdi. Fakat Türk Hükümeti, var olan statükonun harfiyen devamından yana olduğunu net bir şekilde vurguluyordu. Bunun üzerine adaya geri dönen Cumhurbaşkanı, silahlanmayı başlattı. Yunan Ordusu’ndan gönderilen destekler Kıbrıs’a getirildi, Rumlar arasında gönüllü birlikler oluşturuldu ve adada Rum hakimiyetini gerçekleştirmek için soykırım yoluna gidildi. Cumhurbaşkanı Makarios, aralık ayında verdiği demeçlerde milli davaları için tüm Rumların canla başla çalışması gerektiğini bildiriyordu.

21 Aralık 1963’de Lefkoşa’da Bir Kıbrıslı Rum polis devriyesi, kimlik kontrolü sırasında bir Kıbrıslı Türk çifti, Türk tarafına yakın bir yerde durdurunca, şiddet patlak verdi. Rumlardan oluşan bir kalabalık birikti, silahlar ateşlendi ve Türk çift öldürüldü. Olay duyulunca Türkler harekete geçti ve bazı Rumları esir aldı. Bunun üzerine EOKA liderlerinden ve Akritas kod adını kullanan Polikarpos Yorgacis’in önderlik ettiği Rumlar, Lefkoşa yolu üzerindeki Küçükkaymaklı Kasabası’na 22 Aralık’ta saldırıya geçerek katliamlara başladılar. 23 Aralık’ta Nikos Sampson’un başında bulunduğu takviye kuvvetler geldi ve karşılarına çıkan Türkleri genç-yaşlı demeden öldürdüler. Kıbrıslı Türkler bu katliamda 92 ölü, 475 yaralı ve çok sayıda kayıp verdi, toplam 203 köyü boşaltarak Türk Mukavemet Teşkilatı’nın ve Türk ordusunun güvenlik sağladığı bölgelere yerleştiler. 21

Kanlı Noel adı verilen bu katliamlardan sonra İngiltere Yüksek Komiserliği müdahalede bulunarak adada devriye faaliyetlerine başladı. Türk Hava Kuvvetleri, 25 Aralık’ta ihtar uçuşları gerçekleştirdi. Birleşmiş Milletler acil olarak toplandı ve adaya Barış Gücü gönderilmesi kararlaştırıldı.

Adaya BM askerlerinin gelmesi ile saldırılar bir süreliğini frenlemişti. Ta ki Cumhurbaşkanı Makarios, 1964’te Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu sırasında yapılan İttifak Antlaşması’nı feshedene kadar. Bu hareketle Rumlar, Türklerin elinden ada yönetiminde söz sahibi olma hakkını tamamen almışlardı.

Artık tamamen Rumlardan oluşan Meclis, orduyu yeniden yapılandırdı ve EOKA Lideri Albay Grivas, Milli Kuvvetler Komutanı olarak atandı. Böylece saldırılar tekrar şiddetlendi ve Barış Gücü, bu saldırıları önleyemedi. Türk jetleri adada tekrar ihtar uçuşları yapmaya başladı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Makarios, İnönü’ye gönderdiği 29 Mart 1964 tarihli mektupta Türk alayının kampına dönmesini istemiştir. Fakat Türk Hükümeti, adadaki şiddetin gittikçe arttığını görünce bir müdahale hazırlığına girişmiştir.

Türk Ordusu, 7 Haziran  1964’te adaya çıkarma yapacak şekilde hazırlıklarına başlamıştı. Fakat 5 Haziran’da ABD Başkanı Johnson’dan gelen onur kırıcı bir mektup, müdahalenin iptaline sebep olmuştur.22  Mektupta, Türkiye‘nin tek taraflı müdahalesinin Türkiye ve Yunanistan arasında savaşa yol açabileceği ifade edilmiş ve Türkiye‘nin müdahale kararı almadan önce müttefiklerine danışması gerektiği anımsatılmıştır. Mektup oldukça kaba ve ağır bir dille yazılmış, Türkiye’nin sadık dostu olarak gördüğü Amerika ile ilişkilerinde yeni bir dönem başlatmış ve Truman Doktrini ile başlayan “Amerikan Rüyası”ndan uyanmasını sağlamıştır.

 

Türkiye’nin müdahaleden vazgeçmesi ile cesaretlenen Yunan destekli Rum Ordusu, ağustos ayında Türklerin önemli bir yerleşim noktası olan Erenköy’e 5000 kişilik bir birlikle saldırmış ve katliama başlamıştır. Türkiye, derhal jetlerini Erenköy’e göndermiş ve Hava Kuvvetleri’nin yoğun baskısı ile Rumlar geri çekilebilmiştir. Fakat bu Türk uçuşları sırasında Rum uçaksavarları, bir Türk uçağını düşürmüş ve paraşütle kurtulan pilot Cengiz Topel’i esir almışlardır. Pilotun bir süre sonra öldüğünün bildirilmesi üzerine Rumlar hastanede öldüğünü savunsalar da,  pek çok kaynak işkence ile öldüğü konusunda hemfikirdir.

1963-1964 saldırılarında 103 köy zarar görmüş, 25.000 Türk göç etmiş ve 364 Türk ölmüştür.23

 

6.2  Diplomasi


Kıbrıs meselesinin çözümü için 1965’te Türkiye ile Yunanistan arasında görüşmeler başladı. Fakat o yıl, Yunanistan’da büyük bir kriz ortaya çıkıyordu. Bir önceki sene başbakan olan Yorgo Papandreu’nun komünistlerle işbirliği yaptığı gerekçesi ile, Kral onu görevinden azlettirdi. Onun ardından gelen kararsız hükümetler dönemi, Yunanistan’da büyük bir bunalıma yol açtı. Yorgo Papandreu’nun oğlu Andreus Papandreu’nun bir tertip hazırlığında olduğu dedikodusu yayılmaya başlayınca ordu Kral’ı korumak için, geçici hükümete darbe gerçekleştirdi. (21 Nisan 1967) 24

Yunanistan’da artık tüm yüksek mevkilerde darbeci komutanlar vardı. Yeni yönetim, ENOSIS planının bir an önce uygulanmasını istiyordu. Bunun üzerine Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, vakit kaybetmeden Atina’daki darbenin ardından 26 Haziran’da Rum Temsilciler Meclisi’ni toplayarak ENOSIS kararını almaya kalkıştı. Bununla da yetinmeyerek, Kıbrıs’ta görev yapmakta olan 10.000’e yakın Yunan askerinin Rum Milli Muhafız Ordusu’na katılmasına ilişkin bir karar da aldı. 25

Kıbrıs’ta ENOSIS yoldaydı. Türkiye, acil olarak Yunanistan’la görüşmelere tekrar başlamış fakat 9 Eylül’de Keşan, 10 Eylül’de Dedeağaç’ta yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamamış ve o sırada gerçekleşen bir olay, Türkiye’nin sabrını taşırmıştır.

1963 saldırılarından sonra varılan anlaşma ile Rum askerlerinin Türk yerleşim bölgelerinden geçmesi yasaklanmıştı. Buna rağmen 13 Kasım’da Rum kuvvetleri, Geçitkale mevkinden geçmek için istediler. Türklerin bu talebi reddetmesi üzerine, 15 Kasım’da Rum kuvvetleri Geçitkale ve Boğaziçi’ne saldırarak 27 Türk’ü öldürdüler. 26

Bu son saldırıdan sonra 15 Kasım 1967’de Ankara’da hükümet seviyesinde görüşme gerçekleştirildi. Hemen ertesi gün, 16 Kasım’da ise Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanarak Kıbrıs’a müdahaleyi öngören kararı oylamaya açtı. Bu karar, meclisteki 435 üyenin 432’sinin oyu ile kabul edildi. Alınan karar ile İskenderun’da demirli Türk Donanması, çıkarma hazırlıklarına başladı. Hükümet, 17 Kasım’da çıkarma kararını tüm müttefiklerine bildirdi.

Türkiye’nin çıkarma yapmakta kararlı olduğunu gören ABD, harekete geçti. Birleşmiş Milletler de oluşan gerginliği önlemek amacıyla temaslarda bulunuyordu. ABD Başkanı Johnson’un özel temsilcisi Cyrus Vance’in Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’taki görüşmeleri sonucunda Türkiye, Yunanistan’a 13 maddelik bir nota vererek uyulmadığı takdirde müdahalenin kesin olarak gerçekleştirileceğini bildirdi.27

Nota’da yer alan maddelerle Türkiye, 1960 Lefkoşa Antlaşması’nın gereğinin yapılmasını, yani Türk ve Rum cemaatlerinin statülerinin antlaşma ile belirlendiği gibi olmasını, EOKA’nın tamamen dağıtılarak Türklere karşı herhangi bir saldırının önüne geçilmesini ve ölen Türkler için tazminat ödenmesini istiyordu. Aynı zamanda geçici bir Türk yönetimi kurularak, Lefkoşa Antlaşması şartları yerine getirilene dek görevde kalması öngörülüyordu. Yunanistan, bu şartları kabul etmek zorunda kaldı ve Türkiye de buna karşılık savaş hazırlıklarını durdurduğunu açıkladı.

 

6.3 Politik Değişim


1967 Krizi’nin çözüme kavuşmasının ardından, Kıbrıs’ın önündeki en önemli mesele 1968 Cumhurbaşkanlığı Seçimi idi. Makarios’un seçim yarışında sarfettiği sözler ve verdiği demeçlere bakacak olursak oldukça şaşırtıcı bir şekilde ENOSIS hedefi ile alakalı tek kelime kullanmadığını, aksine tüm Kıbrıs halkının eşit ve özgür olması gerektiğini belirten konuşmalar yaptığını görmekteyiz. Gerçekten de Makarios, saldırgan politikadan vazgeçmiş ve büyük devletlere kafa tutmaktan vazgeçmişti. Bunun birkaç sebebi olabilir, bunlardan ilki yıldırdır devam etmekte olan mücadelesinde büyük kayıplar yaşamış olmasına rağmen hiç başarı sağlayamamış olmasıdır. Diğeri ise darbeci Yunan yönetimi ile arasının pek iyi olmayışıdır. Zira Kıbrıs’ta kurulan komünist AKEL Partisi’ne verdiği destek, bu yeni antikomünist Yunan yönetimini oldukça rahatsız ediyordu. Ayrıca varolan düzende seçilmiş bir cumhurbaşkanı olmak varken, ENOSIS ile bir Yunan valisi statüsüne düşmek istemediğini söyleyen tarihçiler de mevcuttur.

Yıllardır süren çatışmalardan yorulmuş Rum halkı, Makarios’un peşinden giderek ENOSIS propagandası yapan rakibi Takis Evdokas’ı açık ara oy farkı ile (geçerli oyların %96’sını almıştı) geride bırakarak Makarios’un yeniden seçilmesini sağladı. Seçimin ardından yapılan yemin töreninde Makarios, Kıbrıs probleminin güç ile değil BM şartları içinde çözülebileceğini söyledi ve bütün Kıbrıslıların vatandaş olarak eşit haklara sahip yaşamasını istediğini belirtti.28

Türklerin 1967’de yaptığı anlaşma sonucunda kurulan Geçici Türk Hükümeti’nin seçimleri, Kıbrıs Genel Seçimleri’nden ayrı olarak yapılmıştı ve rakipsiz şekilde Fazıl Küçük başkan seçildi.

ENOSIS taraftarları, yeni Makarios yönetiminden hoşnut değildi. Eski EOKA lideri Albay Grivas, Türkiye’nin isteğiyle kapatılan EOKA’nın yerine yeni bir teşkilatlanma olarak EOKA-B’yi kurdu. Yunan Cunta Hükümeti, EOKA-B’ye destek veriyordu ve ENOSIS’ten uzaklaşmış Makarios’a karşı faaliyetler sergiliyorlardı.

Fakat EOKA-B adına kötü bir gelişme, Ocak 1974’te gerçekleşti ve lider Grivas saklandığı kuyumcunun evinde ölü bulundu. Onun ölümünün ardından yardımcısı Karusos, yeni lider oldu. Ancak Karusos’un, ENOSIS’in siyaset yolu ile başarılabileceği konusundaki tavrı örgüt üyelerinin tepkisini çekti ve Karusos’u Yunanistan’a kaçmaya zorladı. EOKA-B, bir iç mücadele vermeye başlamıştı. Bu iç mücadeleden faydalanarak Cumhurbaşkanı harekete geçerek EOKA-B’nin yasadışı bir teşkilatlanma olduğuna dair bildiri yayınladı.29

Bu yaşananların üzerine Yunan Ordusu, Makarios’a darbe kararını verdi. 15 Temmuz 1974 sabahı yapılması planlanan darbe, önceden Makarios tarafından haber alınmış fakat o sıralarda yazlık evinde tatilini geçiren Cumhurbaşkanı, hiçbir tedbir almamıştı.

15 Temmuz 1974, sabah saatlerinde Başkanlık Sarayı’na saldıran tanklar ile darbe başlamıştı. Rum Milli Muhafız Ordusu’nun Yunan Ordusu saflarına geçmesi ile Makarios, tamamiyle savunmasız kalmış ve çareyi kaçmakta bulmuştu. İlerleyen saatlerde ise artık Kıbrıs’ta idare EOKA-B’nin ve Yunan Ordusu’nun eline geçmişti.

Öğle vakitlerinde dünya basını bu darbe haberi ile çalkalanmaya başlamıştı. Türkiye’de Milli Güvenlik Kurulu oldukça acele bir şekilde toplanmış ve Bülent Ecevit parti liderleri ve Bakanlar Kurulu ile toplantılar gerçekleştirmişti. Türkiye’nin vereceği tepki, kamuoyunca oldukça merak ediliyordu.

Bülent Ecevit, Bakanlar Kurulu toplantısı ardından şöyle seslenerek Türkiye’nin tavrını ortaya koydu: “Bu bir Yunan müdahalesidir. Adadaki anayasal düzen yıkılmış, gayrimeşru bir askeri yönetim kurulmuştur. Türkiye, bunu anlaşmaların ve garantilerin ihlali saymaktadır.”30

Ertesi gün Kıbrıs’ta kurulan yeni hükümetin lideri, EOKA’nın önemli isimlerinden Nikos Sampson olmuştu ve Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’ni kurduğunu ilan etmişti.

 

Kıbrıs mecmuamın ilk kısmı, burada sona eriyor. Bundan sonraki kısım, Kıbrıs’a yapılan Türk çıkarmasını ve sonrasında gerçekleşen olayları anlatan daha kısa bir yazı. Fakat ikinci kısım, manipülasyona daha serbest bir konu olduğu için araştırmalarımı yüzeysel yapmak istemedim, bir süre daha çalışmak istedim.

 


Kaynakça:

  1. Tarakçı, Mustafa. Kıbrıs Barış Harekatı, Hiperlink Yayınları, 2010.
  2. Kıbrıs Türk Federe Devleti 1976 Seçim Sonuçları: http://ysk.mahkemeler.net/1/cb1976ss.pdf
  3. Gazioğlu, Ahmet C. Kıbrıs Türk Tarihi, Türk Dönemi 1570–1878, Lefkoşa; Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi, 1994.
  4. İnalcık, Halil. Devlet-i Aliyye: Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.
  5. Gazioğlu, Ahmet C. a.g.e, s: 42.
  6.  Tarakçı, Mustafa. a.g.e, s: 28.
  7. Tarakçı, Mustafa, a.g.e, s: 29.
  8.  Özkul, Ali Efdal. Kıbrıs’ta İngiltere Dönemi 1878-1960, KKTC Enformasyon Bakanlığı Websitesi.
  9. Özkul, Ali Efdal. a.g.e, (sayfa yok)
  10.  Balyemez, Mehmet. Lozan Antlaşması ve Kıbrıs: 4.
  11. Balyemez, Mehmet, a.g.e, s: 3.
  12. Tarakçı, Mustafa. a.g.e: 40.
  13. Tarakçı,Mustafa. a.g.e: 41.
  14. Tarakçı,Mustafa. a.g.e: 41.
  15. Cyprus, A Country Study, Library of Congress, s: 23.
  16. A.g.e. s: 24.
  17. Tarakçı, Mustafa. a.g.e: 43.
  18. Tarakçı, Mustafa. a.g.e: 45.
  19. Tarakçı, Mustafa. a.g.e: 57.
  20.  Tarakçı, Mustafa. a.g.e: 61.
  21. Osmanlı İdaresinde Kıbrıs (Nüfusu, Arazi Dağılımı ve TürkVakıflar), Ankara; Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü.
  22. Tarakçı, Mustafa. a.g.e: 78.
  23.  https://tr.wikipedia.org/wiki/Kanl%C4%B1_Noel
  24.  https://tr.wikipedia.org/wiki/1967-1974_Yunanistan_asker%C3%AE_cuntas%C4%B1
  25. Tarakçı, Mustafa. a.g.e: 83.
  26.  Tarakçı, Mustafa. a.g.e: 84.
  27.  Tarakçı, Mustafa. a.g.e: 85.
  28.  Tarakçı, Mustafa. a.g.e: 94.
  29.  Tarakçı, Mustafa. a.g.e: 95.
  30. Bahadır, Hasan Hüseyin. “KIBRIS DİYE BİR SORUNUMUZ YOKTUR”DAN 1974 MÜDAHALESİNE NASIL GELİNDİ?, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Nisan 2016, s: 578.