Hem acının hem hazzın esiri, düzene başkaldıran bir aristokrat. Dürtülerini pusula edinip sadece arzularına dümen tutan, zıtlıkların kendisinde vücut bulduğu sıradışı bir adamın sıradışı bir portresi.


 

Erotik edebiyatın kurucusu, sadizmin babası; bir yandan aristokrat diğer yandan da kurulu düzenin düşmanı…

 

Fransa, 1740 yılında kendi edebiyatını altüst edip halkın sınıfsal bilincini ve köleliğe karşı yaklaşımını bambaşka bir boyuta taşıyacak, bürokratları ve din adamlarını çileden çıkaracak olan bir çocuğun doğumuna tanıklık etti. Lacoste Kalesi’nde yetişmiş olmasına rağmen, yetmiş dört yıllık ömrünün yirmi dokuz yılını hapishanede, on üç yılını ise akıl hastanesinde geçiren Sade; yalnızca toplumu etkilemekle kalmadı, aynı zamanda dünya edebiyatının bakış açısını da farklı bir noktaya getirdi. Ölüm ihtimalini göze alarak cinselliğin daha rahat bir çerçeve içinde konuşulabileceğinin sinyalini verdi. Bu sebeple Dostoyevski, Oscar Wilde ve Simoné de Beauvoir gibi önemli yazarlara ilham kaynağı oldu.

 

Sade’in hayatını konu alan bu yazıda özellikle üzerinde durmak istediğim nokta, yazarın en önemli ve en dikkat çeken erotik eseri Justine’dir. Sade, ahlâki normların dışına çıkarak toplum tarafından alacağı sert eleştirilere ve cezalara aldırış etmedi. Dört duvar arasına kapatılsa dahi kitaplarını ve karakterlerini çoğunlukla zihninde tasarladı. Fırsat buldukça aklındakileri kâğıtlara aktardı. Kitabının baskısını gizli yollarla gerçekleştirip taşra halkının arasına sızdırdı. Hazlardan ve cinsel tutkulardan yola çıkarak insanın içindeki o doyumsuz iştahı kaleme aldı. Bunların hepsi, din adamlarına göre yalnızca bir akıl hastasının düşüncelerinden doğabilecek olan yazılardı. Nitekim yazıları, ancak dahilik ve cesaret arasında mekik dokuyan ve canını tehlikeli bir ateş çemberinin içinden geçiren bir deliye ait olabilirdi.

 

 

Sade, din adamlarının halkı baskılamak adına verdiğini düşündüğü vaazları umursamamayı öğretti. Bu umursamazlık, insanın insana olan bir aldırmazlığı değildi. İnsanların arzularını görmezden gelen bir düzenin karşısında sergilenen oldukça pasif bir eylemin işaretiydi. Bundandır ki Sade, dönemin imparatoru Napoleon Bonaparte’ın ağır ithamlarından ve hakkında çıkarmış olduğu ölüm fermanından hiçbir zaman korkmadı. Bir aristokrat olarak, Fransız İhtilali’nden sonra Cumhuriyetçi koldan politikaya atıldı. Ancak politika onun yaşam alanı değildi.  O, yalnızca bir yazardı; duyguların, düşlerin ve arzuların şövalyesi olan doyumsuz ve sadist bir yazardı.

 

Sert ve pornografik yazılarının kaynağı, cinsel birleşme öncesinde ve esnasında yaptığı can yakıcı fiziksel hareketler ve birtakım aletlerin kullanıldığı fantezilerdi. Sevişme esnasında, kendisine olduğu gibi birlikte olduğu kişiye de acı verirken zevki de aynı derecede yaşatmaya önem vermişti. Acı ve zevk gibi iki karşıt his, ilk olarak onun fikirleri sayesinde kaleme alındı. Bu sayede erotik edebiyatın öncü yazarı olarak Sadizm kavramının kendi adından türümesine sebep oldu.

 

Sade, yaşamakta olduğu Lacoste Kalesi’ndeki çalışanlara kötü davranarak sadistliğin ilk evrelerini yaşıyordu. Ruhu zamanla daha kötücül bir yapıya doğru ilerledi ve domine edici bir konuma ulaştı. Büyük yankı uyandıran ve adını tüm halkın duymasına sağlayan sarsıntılı olaylardan biri de Rose Keller adındaki bir kadını evine hapsetmesidir. Sade Keller’e cinsel anlamda zorbalıkla hizmet ettirmeye çalışmıştır. Sade, bu olaydan dolayı yargılandı; bu olaylar sonrasında hapis cezası almış olsa da cinsel açlığını bir türlü doyuramayınca tekrar benzer olaylara kalkışarak yine Lacoste Kalesi’nde çok sayıda hizmetçi kadını esir aldı. Birçoğu kaçmayı başardı. Esir alınan hizmetçi kızlardan birinin babası, kızını kurtarmak ve onurunu yeniden kazanmak adına silahıyla beraber Lacoste Kalesi’ni basarak namluyu Sade’e doğrulttu. Ne var ki, silah bir türlü ateşlenmedi ve Sade kaçmayı başardı. Bu Sade’e hayatının ne kadar değerli olacağını hatırlatacak olan dönüm noktalarından biriydi. Bundan sonra kitaplarında korkuyu ve aynı zamanda halkın, birtakım onur ve namus kavramlarını ne kadar gereksiz yere savunmakta olduğunu anlattı.

 

Justine adlı eseri, dönemin halkın üzerine diretilen ahlâki kurallarını ve değerlerini ağır bir şekilde eleştiren kitaplardan biridir. Justine, bu bağlamda Marquis de Sade’in yazmış olduğu, toplumca ahlâk dışı sayılan kitaplarının en önde gelenidir. Sade, kitabında, Justine ve Juliette adındaki iki kız kardeşin, rahibe manastırından ayrıldıktan sonraki yaşamlarını, felsefî eğilimlerini ve yaşadıkları zorlu mücadeleyi ele alır. Fransa’nın politik rejimlerine karşı durarak ahlâkın övdüğü iyilikçiliği, alçak gönüllülüğü ve doğruluğu geri plana atıp erdemsizliği, kötülüğü ve kıyıcılığı ilke edinen hatta bu ilkelerini birer zevke dönüştüren yönetici kesimin, erdemli insanlara nasıl zulmettiklerini ve bu sayede uzun yıllar iktidarda kalmak için ne gibi entrikalar çevirdiklerini de eserinde ayrıca işlemektedir.

 

Sade, Tanrı ve din olgusuna karşı olduğunu açık bir dille ifade etmektedir. Çünkü ona göre Tanrı gibi doğaüstü varlıklar, zenginlerin uydurmasıyla meydana çıkmıştır. Yoksul halkı ahlâki düzen içerisinde tutup hırsızlık, tecavüz vb. olaylardan uzak tutmak için vardır. Ayrıca toplumda cehennem korkusu yaygınlaştırılarak yönetime isyan etmelerinden de uzak durmaları sağlanmış olur. Sade, yaşamını bir materyalist olarak sürdürdü. Dogmatik inançlar ve Tanrı kavramı hakkındaki düşüncelerini, okuyucularına yaratmış olduğu karakterler aracılığıyla iletti. Duyduklarının hiçbirine inanmamayı, gördüklerinin ise yarısına inanmayı seçti.

 

Sade’e göre Tanrı, kadından başkası değildi. Fakat zihninde tasarlamış olduğu bu Tanrı, kadının yalnızca kölelik etmekle yükümlü olduğu bir Tanrılıktı. En büyük görevi ise yarattığı varlığa tapmak, onun isteklerini karşılamak ve hazzın doruk noktasında gezmesini sağlamaktı. Sade için kadın ve onun bedeni üzerindeki arzuları, dünyayı tamamlayan en büyük ve en önemli parçalardı. Dünyayı çözmek ve anlamak ona göre zor bir olay değildi. Ne gökbilimci Galileo gibi yıldızların peşinde koştu ne de Brook Taylor gibi sayıların gizemini araştırıp kuramların içinde kayboldu. Seks onun yaşam biçimi, hayat felsefesi ve aynı zamanda mesleğiydi.

 

Dönemine göre her ne kadar distopik bir hayat içerisinde yaşasa da karamsarlıktan öte bir yapıya sahipti. Ömrünü dört duvar arasında eritmiş olmasına rağmen bitmek bilmeyen yazma aşkı ve cinsel tutkuları hiçbir zaman tükenmedi. Sade’in cinsel arzuları herkesle aynıydı, yalnızca tatmin edilme biçimleri farklıydı. Sayıların sabit dururken bir anlam ifade etmediğini ancak dağınıkken ve başka rakamlarla yan yanayken bir gizem taşıdığını ifade eden matematikçi Blaise Pascal’ın bu bakış açısının sosyal yaşamdaki savunucusu oldu ve bu sebeple düzenin düşmanı ilan edildi.

 

Kitaplarında sürekli olarak arzulara ket vurulmasına ve zevkin ehlileştirilmesine karşı çıktı. İnsanların, hazlarını yaşamanın utanılacak bir şey olmadığını anlaması için inatçı bir çaba sarf etti. Onun bu kırılmaz şevki, Justine kitabında da baskınlığını korumaktadır. Sadizmin babası, ahlâk engelini aşıp cinselliğin halk arasında konuşulabilecek ölçüde sıradanlaştırma düşüncesiyle bütün dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Ona göre, aydınlanma çağının yolu cinsel tabuları yıkmaktan geçiyordu. Ahlâk yasalarına karşı çıkarak cinselliği “üzerinde tartışılamaz” olma kalıbından çıkardı. Kendisini zindanlarda çürütmeye kararlı olan din adamlarına, politikacılara ve Fransa İmparatoru Napoleon’a şu cümlelerle seslendi:

“Büyük fikirler yüzünden ahlâkı bozulacak kişiye yazıklar olsun! Felsefî düşünceler içinden yalnızca kötü olanları çekip almayı bilen, ahlâkı her şeyle bozulan bu kişilere yazıklar olsun! Bunların ahlâkının, Seneca ya da Charron okuyarak bozulmadığını kim ileri sürebilir? Ben asla onlara hitap etmiyorum!”

 

Sade, birçok önemli yazara göre, cinsel açlığın kralı ve sadizmin yaratıcısı olarak adlandırılsa da Simone de Beauvoir’in kitaplarına konu olarak onun gözünde bambaşka bir boyuta ulaşıp farklı bir yer edinmiştir. Beauvoir, onun düşüncelerini ve çabalarını herkesten farklı bir biçimde özetlemiş ve onu anlamak için farklı yollar yaratmıştır. Onun çabası, yazara karşı toplumda görülen ön yargıları az da olsa yumuşatmıştır. Sade hakkında yazdığı tek kitabı “Sade’i Yakmalı mı?” adlı eserinde onun görüşlerini savunmaktan da hiç çekinmemiştir. Çünkü Beauvoir’e göre cinsellik, Avrupa ülkelerinde yıkılması gereken bir tabuydu ve ikili ilişkileri soğutmaktaydı:

“Sade, günümüzde türlü görünümler altında dönen temel soruna eğilmemizi istiyor bizim: İnsanın insanla olan ilişkilerine eğilmemizi.”

 

Şüphesiz Marquis de Sade, edebiyat ve felsefe tarihinin en aykırı ve tartışmalı isimlerinden biriydi. Onu sürekli toplumun dışında tutmaya çalışanlara sapkınlık suçlamasıyla atıldığı hapishaneden, “Yanıldınız, beynimi coşturdunuz, bana can vermek zorunda kalacağım hayaletler yaratma olanağı verdiniz!” diyerek hem minnetarlığını hem de onları alt ettiğini dile getirmiştir. O, yalnızca aykırı ve ahlâk dışı görünen düşüncelerin yolunu açmakla kalmadı, aynı zamanda kitaplarında sık sık teorik ve libertinlik eğitimleri vererek metafizik ve estetik algıyı, bulunduğu durumun ötesine taşıdı.

 

Simone de Beauvoir’in de dediği gibi, “…temel soruna eğilmemizi istiyor bizim, insanın insanla olan ilişkilerine…”

 

ferdi yaman

 

Beauvoir, Simone D. (2007). Sade’i Yakmalı mı?. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Marty, Éric. (2017). Marquis de Sade. İstanbul: Sel Yayınları.
Sade, Marquis D. (2022). Justine: Erdemin Felaketleri. İstanbul: İthaki Yayınları.

Le Marquis de Sade – H Biberstein