Kırmızı’nın gündüz düşü, okurları için bir son; O’nun içinse bir uyanışla sona eriyor.
Bir metro istasyonu, bir sahil kasabası ve bir çocukluğun yıllanmış şaraba döndüğü ev. Acımsı bir tat, tarihî bir koku ve dokunmanın imkânsız olduğu eşyalar. Hatıraların göz kamaştırması gerekirken kokuların bertaraf ettiği bir hâl… Yirmi dört mevsim içerisinde yirmi dört terk edilmiş şiir. Yirmi dört tokat. Uzaklardan rüzgârın serinliği içerisinde bir gülüş sesi geliyor. Bu sesin içerisinde masumiyet, saflık ve mahkûmiyet bulunuyor. Kapalı sandıkların içerisinde mahkûm kalmış bir mahkûmiyet. Uzaklardan kırmızı tonlar eşliğinde bir çocuk yürüyor. Cahil bir korkaklık içerisinde korkarak yürüyor ve gülüyor. Bilinmezliğe doğru yürüyen bir kimse. Bilinirliğe doğru kadere boyun eğen bir mahlûk… Giderken arkasında izler bırakarak yürüyor. Arkasında bıraktığı izler, onun büyüdüğünün işareti…
Koridorun sonundan bir silüet seslendi: “Bana büyümeyi anlatır mısın?” Kırmızı, biraz düşündükten sonra kafasını kaldırarak cevap verdi: “Hatıraların ve kokuların vücut bulmuş hâlidir büyümek. Unutmaktır, gözlerini kapatarak uyuyabildiğin gecelerdir. Sen hiç gidemediğin yollar için bilet aldın mı çocuk? İşte büyümek, gidemediğin yollar için bilet alabilmektir. Her seferinde bir umut eşiğinde gittiğin havalimanlarıdır. Geri dönüşlerde döktüğün gözyaşlarıdır. Bazen çocukluğuna karşı kör taklidi yapabilmektir. Anılara, eşyalara ve tüm kokulara dayanabilmektir, büyümek. Kimi zaman insan dölü kimi zaman akan kandır.”
“Bir dakika Kırmızı, gelen sesleri duyuyor musun?”
“Duyuyorum çocuk, gelen sesleri duyuyorum.”
“Gelen sesler nedir Kırmızı, ben hiçbirini tanımıyorum.”
“Yaklaşan ambulansın ve kapı zilinin sesi geliyor çocuk.”
“Bu sesler kim için yükseliyor Kırmızı?”
“Senin için yükseliyor çocuk, seni buradan almaya geliyorlar. Önce kapını açmaya, sonra kalbini çalmaya çalışacaklar. İlk aldatılışında gözyaşlarını tefecilere terk edeceksin. İlk öpülüşünde dudaklarını fahişelere kaptıracaksın. Sarı odaların karanlığında, ürkek bedenini şarap kokuları içerisinde teslim edeceksin. Sarı odaların aydınlığında, kırmızı tonda şiirler karalayacaksın duvarlara. Büyüyeceksin çocuk, hayatın kucak açışında olgunlaşacaksın. Kimi zaman gaddar oluşunu izleyip kendine aynanın karşısına geçip bakamayacaksın. Kimi zaman ağlamayı unuttuğunu sandığında rüyalarından ağlayarak uyanacaksın. Cömert bir dokunuşa muhtaç olduğun için şiirler yazmaya başlayacaksın. Oysa bilemeyeceksin, şiir defterlerini her açtığında elvedalara terk edileceğini. Hassas sandıkların kapaklarını araladığında, yeni tonlar fark edeceksin. Yeni hayatlar, yeni yollar ve yeni memleketlere ziyaret edeceksin. Farkında olmadan kaçacaksın. Ama her zaman bahanelere sığınacaksın. İnsanlar en çok bahanelerden hoşlanır çocuk. Bahanelerinin arkalarına sığınarak savaşmaktan korkarlar, aşık olurlar ve şehirleri terk ederler. İnsan bahaneleriyle tövbelere kalkışır. Ve perişan oluşlarıyla tekrardan bahane ararlar.’’
“Bu gece için bir şiir armağan edecek misin Kırmızı? Son bir şiir armağan et bizlere, kırmızı renklerinin tonunda bir kalp, pınar sularının ferahlığında bir aşk teslim et! Avuçlarımız senin, kilitli sandıklarımız şiirlerinin. Yeter ki son bir kez daha bak bizlere ve oku, esrarlı kadınlara.”
“Şiirler çocuk, sımsıkı sarıldığın bedenlerden, hastalıklar içerisinde yattığın gecelerden ve umutlar içerisinde kıvrandığın umut dolu hayallerden oluşur. Bu gecenin şiiri ise “Dağılış’tır.’’
Kırmızının Son Şiiri
Bir fotoğraf karesinin bütünü olamadan,
Mesafeler arasında savaşlar verirken sevdim.
Yağmurlu gecelerin, düşlerimi ıslattığı hazan kokan bir gecede
Gözyaşlarımı tanıyabilmek adına seni okudum.
Kitaplarım ıslandı, mürekkebin ince koyuluğuna muhtaç kaldım,
Mevsimler değişti, gündüz ile gece birbirine âşık oldu.
Bir çocuğun ıslık çalışında,
Bir şairin not defterinde buldum çocukluğumu.
Titrek ellerin arasında kokunu soludum,
Hatıralarınla iz bıraktığın kaldırımlarda uyudum.
Binbir gece yol yürüdüm,
Kan revan içerisinde aradım dinlettiğin son şarkıyı,
Son bakışında hatırladım seni, son bir kez.
Yazar
‘‘Çok küçüksün çocuk, gülümsemelerin vücudunda bir bütün olsun. Kime ağır veda ediyorsan bu hayatta sen ona aitsindir. Şiirlerin ona yazılmıştır. Gözyaşların ancak onda kaybolabilir.’’
Kırmızının savaşı, şiirleriyle ve kendisiyleydi. “Sen hiç tek zihinde altı farklı kimse gördün mü?” Altı farklı mahkûmiyet, altı farklı âşık oluş ve altı farklı zehir. Bu gece artık altı farklı dünyanın, kıyamet gecesi. Adlarını bile hatırlayamadığımız bu altı kimseyi tüm insanlık yalnızca mürekkep izleri aracılığıyla tanıyabilecek. Bu altı farklı ur, artık ciğerlerimde lekeler bırakıyor çocuk. Altı farklı hastalığın habercisiyim artık. Son görüşmemizden sonra artık doktor bile kapılarını bana açmıyor. Merdivenleri hızlı hızlı çıkıyorlar çocuk. Kırmızı’nın merdivenleri ilk defa hızlı çıkılıyor. Tıpkı benim ruhum gibi. Ama artık bütün sığınaklarım tükendi, kavak ağaçlarının serinliğinde yürümeye gidiyorum ben.’’
Gosti K.