Edebiyat ve kültürel alanlarda çok yönlü çalışmalarınızın fikir dünyanıza etkileri nasıldır? Buna entelektüel açlık diyebilir miyiz?


 

 

Tabii ki. Zaten entelektüel açlık kavramı çok doğru bir kavramdır. Çünkü insan okudukça, öğrendikçe değişik alanların bir araya geldiğinde bir başka dünya yarattığını görüyor. Ben müzikle de ilgileniyorum. Müzikten edebiyata, edebiyattan müziğe geçişler var. Mallarme bir eser yazmış, sonra tutmuş, Debussy bir şey bestelemiş. E bir Türk musikisi parçasını görüyorsunuz, o dönemde neler yaşandığını görüyorsunuz. Dede’yi, Sadullah Ağa’yı dinlediğinizde oranın saraydaki aşktan tutunuz da insanî ilişkilere kadar her şeyi öğreniyorsunuz.

 

Bunun dışında tabii Batı’nın da öyle… Bir Haydn’ı tanımak için zamanın Kont Esterházy Sarayı’ndaki durumu öğreniyorsunuz. Eseri ile yaşamı arasındaki bağlantılar renklendiriyor. Veda Senfonisi’ni yazıyor. Niye? Çünkü çok kötü şartlar altında orkestra yaşıyor. Kimse eve gidemiyor. Bir tatilleri yok. Tek tek sazlar ayrılıyor Veda Senfonisi’nden. Öylece bir mesaj verilmiş oluyor. Onlara da izin veriyorlar.

 

Tabii resim de öyle. Bir iç savaşı anlatıyorsun. İç savaşı yazan Hemingway’i var, öbürü var… Ama birdenbire bir de Guernica’yı görüyorsunuz. Artık disiplinlerarası bir çalışma dediğimiz şey bu. Her şeyin birbirini etkilemesi yani birbirinden beslenmesi ve birbiri arasında yaratılması. O bakımdan da bir şair resim de yapıyor; Metin Eloğlu resim de yapıyor. Ferit Edgü yaptı, efendim, tutuyor, Oktay Rıfat yapıyor. Abidin bey resim yapıyor ama yazı yazıyor. Bir çellist, çalıyor, iyi bir solist ama müzik dünyası üzerine kitaplar yazıyor. Yani entelektüel açlık aramayı, doymamayı ve her birbirine geçişleri, o trafiği izlemesi gerekiyor.