Birey, toplum ve seçim kavramlarının çıkmazlarını irdeleyen, düşündürücü bir yazı.
Türkiye, beş yılın ardından 31 Mart Pazar günü yerel seçimler için heyecanla sandığa gitti. Aylar öncesinden; medya aracıları tarafından, manşetler atılan, sonuçlar üzerine araştırmalar yapılan, sokağa inerek halkın nabzını dinleyen birden çok video ve haber ekranlarımıza yansıdı. Gündemin nabzı seçim gününe kadar incelendi ve seçim günü herkes oylarını kullandıktan sonra adeta bayram havası içinde insanların yüzleri gülüyor; market, pazar yeri, kahvehaneler dikkatle sandıkların açılmasını bekliyordu. Bu bayram havasında insanlar her fırsatta seçim üzerine fikirlerini birbirine söylüyor, kimi zaman hararetli tartışmalar karakolluk oluyordu. Bu hava Türkiye’de seçim geleneğinin hiç sıkılmadan devam ettirildiğini ve insanların bu seçim havasından hoşnut olduklarını gösteriyordu. Sandıkların açılmasıyla birlikte de seçime katılma oranı gösteriliyor ve bir önceki seçimlere göre Türkiye sandığa gitme rekoru kırıyordu.
Yapılan araştırmalara göre, Türkiye dünya üzerinde seçime katılma yüzdeliğinde 57 milyon 93 bin 985 seçmen ile %87,50 ile ikinci sırada yer alıyordu.
Peki, Türkiye seçime katılım oranı ile grafiklerde ilk sıralarda yer alırken; seçim ve fikir özgürlüğünün, bu seçim çerçevesinde ne kadar altyapısının olduğunu ve bunun altındaki sosyolojik yapıyı inceleyelim! Sonuç kısmında ise bu problemlerin çözümlerine odaklanalım.
1. Türk aile yapısı ve bireylerin fikir hakları.
2. Türkiye de insanının fikir yetisi ve özgüveni.
3. Türkiye de seçmenin, seçim kültürünün oluşumu.
4. Türkiye de fikir özgürlüğü.
1. Türk Aile Yapısı ve Bireylerin Fikir Hakları
Aile kurumuna tarihsel süreç içerisinde hemen hemen bütün toplumlarca önem verilmiştir. Toplum değerlerinin en çok korunduğu geleneksel kurum olarak aile, dengeyi sağlayıcı roller üstlenmiştir. Fakat zaman içerisinde sanayileşmenin gelişmesi ve teknolojideki yenilikler topluma ve aileye de yansımıştır. Toplumsal yapının değişmesi, tarım toplumundan endüstri toplumuna giden süreçte ailenin öncelikle çekirdek aile hâline gelişi ve ailenin otorite yapısı üzerinde etkili olmuştur (Yağbasan ve İmik, 2006; Haktanır ve Diğerleri, 1999; Özgüven, 2001). Bu değişim süreci bizim toplumumuzda da aile yapısını etkilemiştir. Toplumumuzda artık, geleneksel büyük aileden, çağdaş küçük aile ve tek ebeveynli ailelere kadar çeşitlenen farklı aile yapıları görülebilmektedir. Bu farklı aile yapılarına bağlı olarak ise, aile bireylerinin çocukla iletişimi, çocuğa karşı tutumları ve çocuğa verdiği değer açısından geçmişten günümüze birtakım değişikliklerin yaşandığı görülmektedir. Geleneksel toplumda çocuklar korkutularak, sindirilerek, gerektikçe dövülerek büyütülmekte; merakları, özgür davranışları engellenmekteydi. Büyük yaramazlıklarda babayla korkutulur; babalar ise çocuklarla yüz göz olmazlar, sevgilerini göstermekten kaçınırlardı (Yörükoğlu, 1992). Bununla birlikte, çocuktan uysallık, söz dinleme, usluluk, mahcubiyet gibi özellikler beklenmekteydi. Geçmişte toplumumuzda aileye yönelik yapılan çalışmalar göstermiştir ki özellikle geleneksel aile yapılarında, fiziksel cezalandırma yöntemleri sıklıkla uygulanmaktadır. Ayrıca, çocukla konuşarak onu ikna etmek, muhakeme yapmak, çocuğa doğruyu yanlışı anlatmak, az sayıda ana-babanın başvurduğu bir yol olarak görülmüştür. (Kağıtçıbaşı, 1989: 201; Kağıtçıbaşı, 1996) Günümüzde ise çekirdek aile olmanın getirdiği bir sorun olarak, ana-baba ile çocukları arasında iletişim eksikliği ve kuşaklar arası boşluk çatışmalara neden olmakta, çocuklarla ana-babalar, özellikle ergen ve gençlerle erişkinler arasında uzaklaşmalar gözlenmektedir (Özgüven, 2001: 13).
Buna karşılık, anne babaların çocuklarıyla yaşadıkları problemleri dayak ve sözlü şiddetten ziyade, onlarla konuşarak ve ılımlı bir şekilde çözmeye çalıştıkları görülmektedir. Çopur ve Diğerlerinin (2007) gerçekleştirdiği araştırma, çocuklarıyla yaşadıkları çatışmaları çözümlemeye yönelik olarak annelerin çocuklarına kızıp bağıranlara oranla büyük bir yüzdesinin konuyla ilgili çocuklarıyla konuşup tartıştığını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca anneler arasında çocuklarıyla olan 778 çatışmanın önlenmesi için diyalog kurulması, iyi iletişim sağlanması gerektiğini belirtenlerin yüksek oranda olduğu saptanmıştır. Son yıllarda yapılan çalışmalar ailenin çocukla iletişimin kalitesinin çocuğun kişilik ve soysal gelişimi açısından önemini vurgulamaya başlamıştır. Aile içinde kurulan iletişimin çocuğa model olduğu ve onun daha sonraki yaşantılarına da önemli ölçüde etkilediği dikkat çekmiştir. Çağdaş anne-baba çocuk iletişimine getirilen yeni bir yaklaşım olarak empati önem kazanmaya başlamıştır. Sosyalleşme süreci içinde özellikle annenin davranışlarının çocuktaki empati becerinin gelişiminde önemli bir yerinin olduğu belirtilmektedir (Akyol, 2005: 12; Körükçü ve Aral, 2005).
Yapılan bu araştırmalar ve makaleler üzerine söylenebilir ki, Türk toplumu içinde anne ve çocuğun rolü ataerkile göre alt statü de olup, fikirler ve bireysel özgürlükler adet ve göreneklere göre belirtilerek kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Böylece geleneksel aile içinde yetişen çocuk, ‘azar işiterek ve sen sus!’ söylevleri arasında büyüyerek kendi çocuklarına da aynı kültürü aktararak özgüven üzerine gelişme kat edememiştir.
2. Türkiye’de İnsanın Fikir Yetisi ve Özgüveni
Körükçü ve Aral’ın (2005), altı yaş grubundaki çocukların annelerinin empati becerilerinin incelendiği araştırmada; annelerin empati becerilerinin çocukların cinsiyetlerine, doğum sıralarına, anaokuluna devam süresine ve annenin öğrenim durumuna göre farklılaşmadığı belirlenmiştir. Oğuz (2006) tarafından yapılan araştırmada ise, öğrenim düzeyinin annelerin ve babaların empati beceri puanları üzerinde anlamlı farklılık yarattığı bulunmuştur. Buna göre öğrenim düzeyi arttıkça empati becerilerinin yükseldiği saptanmıştır. Ayrıca annelerin empati beceri düzeyleri ile babaların empati beceri düzeyleri arasında önemli bir ilişkinin olmadığı belirlenmiştir. Yapılan bu çalışmalar göstermektedir ki, artık günümüzde anne-babaların öğrenim durumunun yükselmesiyle de beraber empatinin iletişimi kolaylaştırma özelliği aileler tarafından kabul görmeye başlamış ve bu tutum da çocuklarıyla olan ilişkilerine yansımıştır. Anne-baba-çocuk iletişiminde görülen bu olumlu değişmelerin sebeplerinden biri de artık anne-babaların çocuk gelişimi eğitiminin önemini kavraması ve ailelerin bu konuda daha çok bilgi ve yeterliliğe ihtiyaç duymasıdır. Öztürk (2006) aileler ile yaptığı araştırmasında, ailelere üç gün boyunca programlı bir “aile içi iletişim eğitimi” vermiştir. Eğitim programı sonunda ailelerin, çocuklarıyla iletişimlerinde, eğitime katılmayan ailelere oranla daha yüksek puan aldıkları saptanmıştır.
Özdemir (1991), yaptığı çalışmada Anne-Çocuk Eğitim Programı’nın anneler üzerindeki etkilerini incelemiştir. 2 yıllık anne eğitim programı sonrası, programa katılan annelerin çocuklarıyla ilişkilerinde farklılık gösterdikleri, onlarla daha çok konuştukları ve disiplinde cezalandırmadan çok neyin doğru olduğunu açıkladıkları görülmüştür. Toplumumuzda yaşanan ekonomik değişmeler de alt ve üst sosyo-ekonomik düzey aileler arasında birtakım farklılıklar oluşturmaktadır. Kağıtçıbaşı ve Diğerleri (2001), düşük gelirli Türk anne ve çocuklarda erken müdahalenin etkilerini incelemişlerdir. HIPPY Türkçe uyarlaması ve Mother Enrichment Programı’nın 4 yıl boyunca uygulanmasından sonra eğitim gören anne ve babaların çocuklarıyla daha uyumlu, anlayış ve iş birliği içerisinde oldukları, fiziksel ceza kullanımlarının daha az olduğu bulunmuştur. Genel aile ilişkileri ve aile yakınlığının daha yüksek düzeyde olduğu belirlenmiştir. Genez-Muluk (2004) alt ve üst sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin aile yapılarını ve anne-çocuk ilişkilerini incelemiştir. Çalışma sonunda üst sosyoekonomik düzeydeki ailelerin, alt sosyo-ekonomik düzeydeki ailelere göre, aile yapılarını ve anne-çocuk ilişkisini daha olumlu değerlendirdikleri bulunmuştur. Bu değerlendirmeye göre, üst sosyo-ekonomik düzeydeki annelerin açık iletişim, bağlılık ve iş birliği becerilerini daha çok gösterdiği belirlenmiştir. Çakıcı (2006), alt ve üst sosyoekonomik düzeydeki 6 yaş grubunda çocuğa sahip ailelerin aile işlevlerini, anne–çocuk ilişkilerini ve aile işlevlerinin anne– çocuk ilişkilerine etkilerini incelemek amacı ile bir çalışma yapmıştır.
Aile işlevlerinde, sosyo-ekonomik düzeyin belirleyici bir etken olduğu bulunmuştur. Buna göre, iletişim, roller, duygusal tepki verebilme, davranış kontrolü ve genel fonksiyonlar boyutları açısından üst sosyoekonomik düzeydeki ailelerin; problem çözme ve gereken ilgiyi gösterme boyutları açısından ise alt sosyoekonomik düzeydeki ailelerin daha sağlıksız işlevler gösterdikleri belirlenmiştir. Anne-çocuk ilişkisine bakıldığında, annelerin yaşları, meslek grupları ve çocukların cinsiyetlerinin anne-çocuk ilişkilerini etkilemediği; sadece annenin öğrenim durumunun anne-çocuk ilişkisinde etkili olduğunu ortaya koymuştur. Öğrenim durumları yükseldikçe çocuklarıyla olan ilişkileri de daha olumlu olmaktadır.
Türkiye’de evlilik kurumu diğer ülkelere göre daha basite indirgenmiş bir kurumdur. Geleneksel olarak ilerleyen aile yapısı içerisinde aileler, çocuklarının yirmili yaşlarını görmeleriyle birlikte evlilik üzerine hazırlıklar yaptırmaya zorlamakta ve çocuklarının çocuk büyütme, bakım, sorumluluk ve eğitim düzeylerini görmeden onları baskı sistemiyle evlenme üzerine itmektedir. Bu şekilde evlenen bireyler, daha evlilik kavramının ne olduğunu kendileri anlayamadan ve bilinçlendirilmeden çocuk edinme üzerine ikinci kademe olarak itilmektedir. Gelenekçi kültür aktarımını burada da çocukları üzerine aktaran aileler, çocuklarının gelir düzeyini, doğacak çocuğun bakım ve eğitim masraflarını öngörmeden onları zorlamaktadır.
Bu şekilde yetişen çocuklar daha kendi özgüvenlerine bürünmeden, sorumluluk duygularının ve çocuk psikolojisinin önemini kavrayamadan çocuk edinmekte ve doğan çocuğu da yetiştirecek kapasiteye sahip olamayan anne ve babalar, çocuğu da yine anne ve babalarının tavsiyeleriyle büyütme yolunu tercih edeceklerdir. Geleneksel kuşak tekrar kuşak aktarımına uğrayacak ve çocuklar, ‘sus, sen konuşma! Büyüklerin yanında konuşulmaz’ duyumları arasında özgüvensiz bir şekilde büyümeleri zedelenecektir. Böyle bir ortamda büyüyen çocuk eğitim sıralarının daha başlarında, umarım hoca beni görmez, umarım soru sırası bana gelmez fikirleriyle, eğitim basamaklarını atlayacak ve fikir engelini kendine inşa edecektir. İlerleyen yaşlarda özgüven eksikliği iş bulmasında, arkadaşlık ilişkisinde karşısına çıkacak ve kendi yeteneğini keşfedemeyen bir nesil meydana gelecektir.
Türk toplum yapısını ve kuşaktan kuşağa aktarılan anne baba ve çocuk eğitim ilişkisini inceledikten sonra şimdi bu yetişen çocukların, nasıl seçime katılacağını ve bu seçime giden yolda fikirlerini nereden beyan ettiğini inceleyelim.
3. Türkiye’de Seçmenin, Seçim Kültürünün Oluşumu
İncelediğimiz makaleler üzerine Türk halkının geleneksel aile yapısının olduğunu ve ataerkil aileden oluştuğunu görmekteyiz. Peki bu ataerkil yapıda aile içerisinde seçmen bilgisi ve kültürü nasıl oluşmaktadır? Türk halkı ve seçmeni aile yapısı sistemini seçmen bilgilendirilmesine ve kültürüne zincirleme olarak yansıtmıştır. Türkiye’de çok partili hayata geçildiği ellili yılların döneminde şehirlerde ve köylerde ailelerin parti geleneği yer almaktaydı. Aileler verdikleri partiye göre adlandırılmakta; Demirelciler, Ecevitçiler ve diğer partilerinin temsilcileriyle adlandırılmaktaydı. Bu durum kuşaktan kuşağa aktarılmakta, yıllar ve partilerin adları değişse de aynı kültür devam etmekte, aileler dönemin partilerinin adlarıyla kendilerini sosyal çevrede belli etmekteydi.
O dönemler de ‘Biz atadan Demirelciyiz söylemleri’ kulaklarda işitilmekteydi. Bu durum aile içerisinde doğan yeni çocuklara da asimile olmakta, onlarında fikirlerinin oluşum çağlarında evlerinde duydukları konuşmaları fikir olarak beyan etmekteydi. Bu ortamda büyüyen çocuk, birey olup kendi ailesini kurduğunda da durum değişmemekte, seçim döneminde eşine ve çocuğuna kendi ideolojisini geçirmekte, eşinin ve çocuklarının arkadaş çevresini de bu ideoloji çerçevesine göre düzenlemekteydi. Türkiye’nin gelişmekte olan ülkeler arasına girmesiyle ve ailelerin artık çocuklar üzerinde eğitime önem vermesi, iletişim üzerine empati aracılığıyla bilinçli büyütülmesiyle eski gelenekler biraz olsa kalkmaktadır.
4. Türkiye’de Fikir Özgürlüğü:
Seçim tarihi belirlendikten sonra, tüm ülkeye, mahallelere, iş yerlerine, marketlere, kahvehanelere seçim havası girmektedir. Aylar öncesinden, büyük şirketler araştırmalarını kamuoyuna sunmaya, gazeteler manşetlerini atmaya ve haber kanalları akşamları tartışma programlarına yer vermektedir. Türkiye’ye son iki yıldır düzenli olarak icra edilen Youtube kanalları ise bu seçim döneminde bağımsız medya olarak, kanallar oluşturarak kendilerini yer edinmekte ve kanallara çıkamayan siyasiler, gazeteciler buralardan seslerini duyurmaktadır. Peki seslerini duyurmaya çalışan bunca insan ne kadar seslerini iletebilmekte ve ne kadarı başarılı bir şekilde özgür iradelerini kullanarak fikirlerini beyan edebilmektedir?
İlk çok partili hayata geçiş aşamasında Türkiye’de seçim dönemlerinde, farklı partilerin radyo yayınlarında propaganda yapılması engellenmesi ve mitinglerinin yapılmasına izin verilmeyerek baskı rejiminin ilk aşamalarına tanıklık etmekteyiz. Zamanla ilerleyen medya ve iletişim kaynaklarının artması bu tanıklık ettiğimiz durumu yine değiştirmemektedir. Televizyonlarda izlediğimiz kanallarının sahiplerinin üzerinde bir yandaş medya tanımlaması vardır. Her kanal kendi siyasi partisinin mitinglerini uzun asır göstermekteyken, muhalif partileri ise kısa süreli göstermekte, seçim döneminde ise kendi partilerini propaganda ederek medya da etikliği bozmaktadır.
Peki bu sistem içerisinde ne kadar etik bilgiye ulaşmaktayız? Ne ölçüde doğru bilgiyi sunmak adına sesimizi çıkarıp fikirlerimizi beyan edebilmekteyiz?
Türkiye Twitter uygulamasını ilk olarak 2013 yılında tanıklık ettiğimiz gezi parkı olaylarıyla tanıdı ve olaylar esnasında insanlar fikir beyanlarını bu uygulama üzerinden aktarmaya çalıştı ve büyük bir fikir patlaması meydana geldi. Bundan sonraki yaşanılan süreçte, doğu batı, kuzey güney demeden elinde akıllı telefonu olan ve uygulamaya erişen her insan, yaşanılan olaylar üzerinden 140 karakter ile kendi cümlelerini kamuoyuna iletebildi. Peki siyasi sistem içinde dolaşan bu muhalif söylemler ne kadarı cezalandırıldı? Susturuldu?
Susturan ve cezalandıran sistemin çocukları, kendi geleneklerimizin büyüttüğü ‘Sen sus! Konuşma! Eğitimiyle büyüyen çocuklarımız mıydı?’
Bu yazımda sizlere, Türkiye’de aile yapısının inceliklerini, kuşaktan kuşağa aktarılmasını ve aktarılan kuşakların çocuklarının birey olduktan sonra seçim üzerindeki ilişkisinin altında yatan derin sosyolojik bulguları ele almaya çalıştım. Gelişen dünya da çocuklarımızın, değişen dünya içinde ki eğitiminin önemini anlamaya, çocuklarımızın sadece aile içerisinde kalmayacağına onlarında bir birey olup sosyal gerekliliklerini yerine getireceğini, onlarında bir aile kuracağını bilmeliyiz. Onları hayata hazırlarken, baskı rejimi ile değil empati yöntemiyle eğitmeliyiz. Birey olduklarında fikirlerinin özgüvenli bir biçimde ilerlemesine ve kendi ilişkilerini kurarken sağlıklı olmasına yol açarak gelecek nesillerimizi bilgili, kültürlü ve eğitimli bir bireyler haline getirebiliriz.
Kaynakça:
1. Türk Toplumunda Aile-Çocuk İlişkilerine Genel Bir Bakış, TEZEL ŞAHİN, Fatma* -CEVHER, Fatma Nilgün
Çok güzel yazı olmuş yazının devamını dilerim yolun açık olması dileğiyle