Demokrasi kavramının boşluklarını irdeleyen, farkındalık yaratıcı bir metin.


 

Demokrasi, en kaba tabiri ile çoğulculuk. Yunanlılara göre demokrasinin üç kusuru vardı; çoğunlukta olanlar kendi güçlerini azınlıkta kalanları bastırmak için kullanabilirlerdi, halk kolaylıkla heyecan ve hırs dalgalarına kapılabilir ve insanlar mantıkları tarafından yönlendirilmeyebilirdi ve insanlar bir bütün olarak toplumun çıkarları aleyhine olacak şekilde kendi özel çıkarlarına göre hareket edebilirlerdi. Bu nedenle demokrasinin özel bir türü olan ve liberal olarak adlandırılan temsili demokrasi, potansiyel tehlikelerden kaçınarak veya bunları en aza indirerek demokrasinin iyi yönlerini bir araya getirmeye çalışmak amacıyla geliştirilmiştir. Dünya genelinde etkili olan demokrasi türü de budur.

 

Amerikan İç Savaşı esnasında yaptığı ünlü Gettsbury konuşmasında Abraham Lincoln demokrasinin klasik tanımını vermiştir: demokrasi, “halkın, halk tarafından halk için yönetilmesidir.”

 

Ancak yönetim sistemlerinin uygulanabilmesi için toplumun bazı önemli özellikler olması gerekir. Mesela monarşide halkın  tam teslimiyet içinde olması gerekir, İslami şeri sistemde halkın vicdanlı ve sığı olmadan, İslam kültürünü yaşaması gerekir. Demokraside ise halk yönetime birebir katıldığı için halkın farkındalığın üst seviyede olması gerekir. Buradaki farkındalık ne istediğini bilme güdüsüdür. Farklı sistemlerde halkta olması gereken bu özellikler sistemin doğru işleyebilmesi için önemlidir. Keza bu özellikleri tam olarak bünyesinde bulundursa dahi insanın kibrine hitap eden ve beğenilme duygusunun yanından geçen tüm sistemler insanlığın kibri ile vicdanlı insanların gözü önünde yıkılacaktır. İnsan vücudunun dahi kısa sürede sürekli kendini yenilendiğini düşünürsek toplumun sahip olduğu özelliklerin zamanla sıradanlaşıp taşıdığı kıymeti kaybetmesi çok normal. Yani daha basit olarak en sevdiğin yemeği her gün yersen yavaş yavaş ondan aldığın keyif giderek zayıflayacaktır ve bir süre sonra artık keyif değil olumsuz etki göstermeye başlayacaktır. İnsan vücudu, fikri, düşüncesi ne yazık ki sürekli değişime mahkum. Tabi insanın sürekli düşünen bir varlık olması bu konuda çok etkili. Bundan dolayı bir toplumun çok güçlü olan bir duygusu  zamanla yeni gelen nesil ile bu duygu sıradanlaşarak gereksiz ve faydasız olarak nitelendirilip, artık yenilik adında zor olsa dahi reddedilecektir. Yenilik altında gelen toplumun önceden yabancı olduğu duygular artık salt doğru seviyesine gelecek ve sistemin buna göre olması gerektiği savunulup yeni bir sistem kurulacaktır. Bu yeni oluşan duygu koşulsuz itaat gerekliliği olabilir İran gibi veya tam bir eşitlik duygusu olabilir SSCB gibi veya adalet, özgürlük, ırkların üstünlüğü olabilir. Yeni gelecek sistemi oluşturacak olan duygu doğrudur veya yanlıştır demek mantıksız çünkü kitlenin doğruları, duruma göre sürekli değişkenlik göstermektedir.

 

Bir de sisteme en büyük etkisi olanlardan biri vardır. Lider. Bu öyle bir konum ki orada olup da kendisinin tanrılaştırılmasına  engel olmaya çalışmak aptallık gibi gelir ona. Oradayken herkesin ne yiyeceğine  ne kadar kazanacağına kaç çocuk yapacağına kimi dinleyeceğine kimi okuyacağına kısacası  nasıl yaşayıp nasıl öleceğine o karar vermek ister. Daha acısı başarır. Kimi zaman kendi kararımızla kimi zaman zorla. Lider tanrılaşmayı başardığında halk onun insani hiçbir ihtiyaca sahip olduğuna inanamaz duruma gelmeye başlar. Liderin bu tanrılaşma güdüsü sistemin çöküşünün diğer etkenidir. Sistem bazen tanrılaşma durumuna engel kurallar koyabilir. Lider, bu kuralları ezmese de bardağın boş kısmından bakabilir.                                                                                                                                                                                                      

 

Demokraside bireylerin özgür iradesi ile her konuda  tercih seçeneği vardır. Demokrasi bir tomurcuk gibidir. Bahar gelip de doğru oranda suyunu ışığını toprağını ve arısından gelen poleni almaz ise baharı hiç göremez. Demokrasi der ki; sen neyi sevebileceğine neyi sevmeyeceğine, nasıl yaşayacağına, başkasını rahatsız etmeden nasıl ve hangi dilde konuşacağına, kimi lider yapıp kimi yapmayacağına karar verebilirsin. Seni ilgilendiren başkasını ilgilenmeyen tüm konularda mutlak bir özgürlük veriyor. Sadece lider seçiminde yaptığın tercih dolaylı yoldan diğerini etkiliyor. Bu sistem Dünya’da kabul gördüğünden beri müstakbel liderler için belli aralıkla bir pazar kurulur oldu. Onların egolarının kafasına çekiç ile vurulmaya başlandı yani. Halk dedi ki bunu sevmedim gitsin, bu gayet iyi gelsin. Artık kral halk oluverdi. Lider adayları tanrılaşmalarına büyük engel olan bu durumda bir çözüm bulmaları gerekti. Neticede tanrı halkını seçmeliydi, halk değil. Ve oyunu kuralına göre oynamaya karar verdiler. Eğer pazara çıkmaları gerekiyorsa kendilerini de pazarlamaları gerekiyordu. Liberal ekonominin getirdiği usta satıcılar belki de ilk defa siyasete doğrudan etkiyi bu şekilde başardılar. 1929 ekonomik krizinden sonra başlayan ürün pazarlama dönemi ürün tanıtımında farklı yöntemler doğurdu. Lider adayları bu satıcıları kullanarak adaylıklarını kuvvetlendirmeye başladılar. İlk zamanlarda medyanın en önemli koz olduğu anlaşıldı ve insanların algısı, lider adaylarının masumiyeti iyiliği gibi konular ile yönlendirilmeye başlandı. Demokrasinin sağladığı özgürlük ile demokrasinin temeli olan özgür iradeyi liderler yönlendirmeyi başardı. Demokrasi kendi kanını çok çabuk dökmeye başlamış oldu. İlerleyen yıllarda medyanın hükmü 21 yy. başına kadar devam etti. Daha sonra liderlerin değil seçilmek, halkı kendisine daha çok bağlayabileceği özgür iradenin zerresini bırakmayacak bir olgu türetildi. Eskiden lider ancak halkı akşam ya televizyon yada gündüz gazetede etki altında bırakabilirken artık her an her yerde bireyi her konuda etki altında bırakabileceği bir olgu var artık. Evet sosyal medya. Bu sayede dolaylı olmadan direkt olarak senin yiyeceğin yemeğe, giyeceğin kıyafete, seveceğin ve sevmeyeceğin kişiye karar verebiliyor. Bunların hepsini de birey kendi kararı sanıyor. Artık liderler seçilmenin dışında kendisini seçenlerden tam bağlılık istiyor. Onların düşüncesini kendi politikalarına göre şekillendirdikten sonra karşılarında bir direniş istemiyor. Tamamen yanlış olan bir kararın onayı için halka başvurulduğunda sosyal medyanın yönlendirilmesi ile kafa da şüpheler doğup bu yanlış kararın uygulamaya geçilmesi olabiliyor. Halkın çoğunluğunun farkındalığının zayıf olması nedeniyle bütün halk bu kararın sonucunu çekebiliyor.

 

 

Demokrasinin en temelini oluşturan özgür irade artık yönlendirilip bireyin kendisi dahi farkında olmuyor. Yani demokrasinin dokunulmaz olarak nitelendirdiği özgür irade ile demokrasi yaralanıyor. Demokrasinin oluşması ve devam etmesi için gereken toplumda ki farkındalık ne yazık ki tanrılaşmak isteyen bir et yığını yüzünden  körelmeye yüz tutmuş durumda.

 

“Bu günah ve acı dolu Dünya’da pek çok yönetim biçimi denendi ve denenecek. Demokrasinin kusursuz ya da tamamıyla bilgece olduğunu kimse iddia etmiyor. Aslında, zaman zaman denenmiş olan tüm diğer biçimler dışında, demokrasinin en kötü yönetim biçimi olduğu söylenmektedir.”

 –  Winston Churchill

    

Farkındalığın oluşabilmesi için bireylerin ne bulursa okuması gerekir ki o zaman neyi istediğini bilsin. Ancak bu şekilde farklı düşüncelerin varlığını kabul edip, sorgulamayı ve saygı duymayı öğrenebilir. Dinlemek konuşmaya dahildir. Okurken aslında bir başkasını dinlersin daha doğrusu dinlemek zorunda kalırsın. Bunun yanında farklı fikirler ve hayatlar öğrendikçe kendini sorgulamaya başlarsın. Kendi sorgulayan insan kendini tanır ve ne istediğini bilir, başkasının yönlendirmesine izin vermez. Kendini sorgulayan bir insanın başka bir insanı tanrılaştırması mümkün değildir. Kendi kusurlarıyla yüzleşmeyi göze almış bir insan, başka birini kusursuz görmesi normal değildir. Sorgulanmaya başlandığında kral çıplak diye bağıran insanlar çıkacaktır ortaya. Bundan dolayı ne bulup okursa kendi fikri dışında fikirler olduğunu fark edip onları dinlemeyi ve saygı duymayı öğrenir. Lider bu yüzden halkın en ufak şeyleri dahi sorgulamasını istemez, devam eden süreçte sonucun kendisinin de sorgulanması olacağını bilir.

 

 

Liderler sorgulamayı önlemek için din kavramını da etkin kullanır. Dinin dogmatik olduğu kabul ettirmek ister. İlah sorgulanmamalıdır. Din kuralları koşulsuz kabul edilmelidir ki istediği bazı politikaları yeri gelince din kuralı gibi göstersin. Bunun yanında halkı bir inanca bağlı tutmalı ki halk kendini teselli edebilsin ve  toplumun ortak değerini oluşturabilsin. Liderin dini kullanması her toplumda hatta en medeni denilen ülkelerde dahi hala devam etmektedir. Aslında din sorgulamakla başlar. Birey için dinde sorgulamak da yasak olduğu için bu konuda hep geri adım atar. İlahı mantık ve akılla bulamamak inançlı insanlar için büyük bir paradokstur. Hayat boyu itiraf edemediği bir şüphe vardır.

  

 Bununla birlikte sosyal medyanın bize dayattığı başkasının doğrusunu kabul etmek ve sorgulamamak. Gösterileni olduğu gibi kabul edip aklımızı en az seviye kullanmak. Bunu bir üst seviyesi beynimize çip takmak olur sanırım. Onun da çalışmaları başladı SpaceX tarafından.

 

Doğru kavramı ne kadar sorguluyoruz? Mükemmel dediğimiz idol karakterlerimizin kaç tane kusurunu gördük? Kafamızın içindeki tanrıları öldürdük mü? Bunları bu şekilde söylenince aşırı gelebilir. İsteyen, Instagram hesabını kapatıp beğeni olmadan, gezdiği yeri göstermeden, hiç tanıyamayacağı insanlara yorum yapmadan, dönemsel duyarlılıklara dahil olup ne kadar iyi olduğunu göstermeden, modadan mahrum kalarak yani 3. şahsın beğendiği renkleri ve kıyafetleri giymeden, sevdiği popüler kişinin hayatını takip etmeden, onun düşünce fikirlerini bilmeden kendisi olarak yaşayabilir!

   

Çünkü özgürsünüz…

 

 

serkan karabayır