Sokrates: “soruşturulmayan, üzerinde düşünülmeyen bir hatat, yaşanmaya değmez” sözü ne ifade ediyor?
Bu da harika bir soru, bu sorular birbirlerini tetikleyen ve hazırlayan sorular olmuş. Vallahi bu da insan hakkında bir tecrübeye dayanıyor, bu bir. İnsan hakkında yalnızca tecrübeye değil bir de bir tasavvur ve tasarıma dayanıyor, bu da iki. Yani her insan bu cümleyi aynı ölçüde makul, mantıklı, değerli ve önemli görmez ama ben görürüm. Batı uygarlığı içinde yaşayan bir adam bunu görür. Şimdi şöyle düşünelim: Biz insan mıyız? Evet. İnsan olmak güzel bir şey mi? Bence güzel bir şey. Yani hayvan olsaydık zaten bu soruyu soramaz ve kendi kendimize konuşamazdık. Hayvanlara da kötülük yapmak istemiyorum, hayvan olmak da muhakkak güzel bir şeydir, itirazım o, hayat da güzel bir şey ama insan olarak hayata sahip olmak var, kedi veya bitki olarak hayata sahip olmak var, girmeyelim o konuya. Peki, insan olmanın değerini meydana getiren şey ne? Biraz evvel ne dedik? Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler. Benin kanaatime göre insan olmanın değerini belirleyen şey akla sahip olmamız, zihne sahip olmamız. Bilmeye ihtiyaç sahibi olmamız. Uygarlığı da meydana getiren şey bu.
Eğer akıl böyle bir şeyse, o zaman doğayı, güneşi, ay ve güneşin hareketlerini, bitkilerin nasıl büyüyüp geliştiğini, geçmişte dünyanın hangi dönemlerden jeolojik olarak geçtiğini bildiği gibi, bilmek istediği gibi kendisini de bilgi konusu yapmayacak mıdır? Sorgulamayacak mıdır? Ben neyim? Ben kimim? Özüm nedir? Ne yapmalıyım? Niçin yapmalıyım? Bir amacım var mıdır, sorgulayacaktır değil mi? Antik Yunan insanı bunu yapmış. Sokrates de bunu söylemeye çalışıyor. Yunan felsefesi önce doğa felsefesi olarak ortaya çıkmış, yani doğanın ne olduğunu anlamaya çalışmış. Biraz evvel söylediğim yönde; Doğada hareket nedir? Değişme var mıdır yok mudur? Her şey sabit midir? Nereye doğru gitmektedir? Yani doğanın, deyim yerindeyse, ilkelerini ortaya koymaya çalışmış ve doğada meydana gelen olayların, yine deyim yerindeyse, yasalarını ortaya koymaya çalışmış, Antik Yunan filozofu. Ama zaman içerisinde, deyim yerindeyse, insan aklı doğada bir süre mümârese ettikten, tecrübe kazandıktan ve uygulandıktan sonra kendisini de kendi düşüncesinin konusu yapmıştır. O zaman kendisini de incelemiş, ben neyim? Özüm ne? Doğam ne? Ben doğadaki diğer varlıklar gibi bir varlık mıyım? Yoksa onun yanında bir başka özelliği de olan bir varlık mıyım? İyi ne? Kötü ne? Ben haz peşinde mi koşmalıyım yoksa benim bir ödevim var mı? Ben bir vicdana sahip miyim? Topluma bir bakmış ki geçmişten gelen birtakım kurumlar var, Antik Yunan topluluğundan bahsediyorum. Birçok insan Antik Yunan toplumunda köleliği, yani bir insanın başka bir insanın emri altında onun bir aleti olarak muamele görülmesini doğal kabul etmiş ama bazıları doğal kabul etmemiş. Sofistlerden bir kısmı çıkmış demiş ki: “Kölelik doğal değildir.” Ahlâk alanına da temas etmiş. Birtakım adamlar gelmiş, daha da enstresan, Kritias gibi sofistler dini incelemeye başlamış. Din nedir? Din duygusunun ve tanrı korkusunun temeli nedir? Acaba bu, yasaların yetmemesinden ötürü veya yasaların kamusal alanda uygulanmasıyla yetinmeyip de aynı zamanda tanrıların görmediği bireysel alanlarda da insanları disiplin altına almak için mi ortaya çıkmıştır?
Yani hayat derken, Sokrates’in kastettiği hem kendi hayatı hem de genel olarak insanın hayatı. Sorgulanmayan ve üzerinde düşünülmeyen bir hayat yaşanmaya değmez. Bakın bu bir tercih. Ama sadece bir tercih değil bir tespit. Sadece bir tespit değil bir tecrübe. Şimdi diyeceksiniz ki: “Ama hocam bir sürü insan şöyle düşünüyor: Bunlar hiç gerekli şeyler değil. Doğar, yaşar ve ölürüz.” Tamam, bu da bir tercih. Ama Sokrates’in tercihi, Sokrates’i ve Antik Yunan insanını nereye götürüyor? Öbür tercih, buna önem ve değer vermeyen toplumu nereye götürüyor? O toplum hangi toplum söylemeyeyim ben ancak biraz çalıştırın kafanızı ve anlayın. Yani o tercih, o toplumu Antik Yunan medeniyetine götürüyor, felsefesine, şiirine, edebiyatına götürüyor. Ancak öbürü, “Vallahi biz böyle geldik böyle gidiyoruz işte n’apalım.” dediği zaman da o tercih de onu oraya götürüyor. Bu soru da haklı olarak bana sık sık soruluyor… “E canım, önemli olan mutlu olmak değil mi? Yani sorgulanmayan bir hayatı sorgulamayan bir şekilde yaşayan bir insan mutlu olmuyor mu?” Bu iyi bir sorudur. Evet, oluyor ama kediler de mutlu. Hatta belki ağaca sorsak “Sen nasılsın?” diye, “Vallahi çok mutluyum” diyecek. “Suyumu alıyorum, güneşi alıyorum…” Ama bu insan hayatı değil. Yani insan böyle bir varlık değil. Görüyoruz ki insan öyle değil; insan senfoni yazıyor, müzik yapıyor, şiir yazıyor, yarış yapıyor, koşuyor, oyun oynuyor, düşünüyor, ahlak inşâ ediyor, iyiyi arıyor ve yetinmiyor. Mutluluk muhakkak iyi bir şeydir ama herhalde insan için tek hedef olarak mutluluktan başka şeyler de olması gerekiyor. Bilgi de bir mutluluktur. İşte Antik Yunan insanı böyle diyor: Bilgi, mutluluktur. Dolayısıyla ben de o bakımdan Antik Yunanlıyım. Hatta mutsuzluk veren bilgi bile bana mutluluk verir veya mutluluk veren cehalet bile beni mutsuz eder.