Demokritos “Evrende var olan her şey, şans ve gerekliliğin meyvesidir.” diyor. Burada bahsi geçen şans ve gerekliliği yaşam bilimi perspektifi ile nasıl yorumlarsınız?


 


Evet bu ta ben üniversitedeyken çıkmıştı TÜBİTAK’tan “Rastlantı ve Zorunluluk” diye bir kitap. O günlerden beri zaten bu rastgelelik, işte kurallılık, bilmem ne meselesi bizim konumuz itibarıyla zaten profesyonel olarak da merkezde yer alıyor ama hayatın içerisinde de “Ya işte şans eseri” diyoruz bazı şeylere. Bazı şeylere “Kader…” diyoruz “abi, bu olacakmış.” Hani onu birtakım doğaüstü güçlerle açıklama yoluna gidiyoruz falan. Kafamız bu konuda karışık gözüküyor.

 

Ben, çok özetle, yani bu konuya nihai cevabı verecek bir insan bulabileceğinizi zannetmiyorum. Ben de onlardan biri değilim zaten. Ama uğraştığım, yani bu sorunun beni götürdüğü ve karşılaştırdığı alanlardan edindiğim deneyime göre şöyle bir bakışım var bu konuya: Ta üniversite döneminde okumaya başladığım şeyler daha sonra beni kaos teorisine, bilmem neye yönlendirdi. Senelerce, hâlâ da insanlara o konuyu çok anlatırım. Kaos teorisini ev hanımlarına kadar herkesin çok iyi anlaması gerektiğini düşünüyorum bu arada. Çünkü yaşama bakışın bambaşka bir tarafını gösteriyor bize.

 

Ben kaos teorisinden şunu öğrendim: Daha 1900’lü yılların başında “Bu bilimin alanına girmez.”, “Bunlar tamamen kaza eseri olaylardır.”, “Bunların belli bir düzeni yoktur.” gibi… İşte kırıklar, çatlanmalar, türbülanslar, girdaplar… Bu tip konular vardı mesela. Bilim adamları bunlarla ilgilenmiyorlardı. 1900’lerin başında bazı matematikçilerin ve 50-60’larda bazı temel bilimcilerin bu konuya getirdikleri yeni yaklaşımlar sayesinde şu anda bunlar fiziğin parçaları. Niye böyle bir zihniyet dönüşümü oldu? Daha dün bu olayların matematiksel ya da fiziksel kurallarını bilmiyorduk, ama şimdi, yani 1960’lardan beri, işte kaos matematiği, nonlineer matematik  dediğimiz yöntemlerle artık bunların mantığını anlamaya başladık. Bunları hesaplayabiliyoruz.

 

Mesela hava koşullarını neden 5 günden daha uzun sürede öngöremeyeceğimizi bilimsel olarak biliyoruz bugün. Çünkü kaotik bir sistem var, öyle bizim normal, matematiksel öngörü sistemlerimize direniyor. Ama tesadüfi değil, kaza eseri değil. 3-5 tane basit, anlaşılır kuralla davranıyor. Fakat etkileşim o kadar kompleks ki biz bunları anlayamıyoruz.

 

Şimdi buradan çıkarttığım sonuç benim kendi hayatıma dair gerçekten insanın iç barışını çok destekleyen bir şey. Bu yüzden herkese anlatmaya çalışıyorum. O da şu: Rastgele, kaza eseri, tesadüfen dediğimiz şeyler bizim tamamen zihnimizin ürünü olan ve bizim öyle nitelendirdiğimiz için öyle zannettiğimiz şeyler. Nedensel ilişkilerini kuramadığımız oluşlara biz rastlantısal diyoruz. Evrendeki bütün olaylar sadece fiziksel, materyalist bir açıdan düşünürseniz, materyal, madde açısından düşünürseniz, Big Bang’ten beri, yani ilk, fizik kanunlarının ortaya çıktığı andan itibaren ilk üç saniyeden beri her şeyin sebebi bellidir aslında. Her şey fizik kanunlarına göre olur. Sadece bizim bilim yapma ya da bilgi elde etme yöntemlerimiz çok sayıda değişkeni aynı anda ölçüp de tanrısal bir zihinle olayları görebilme şansı vermiyor bize. Yöntemimiz kısıtlı.

 

Bundan dolayı atıyorum işte astrofiziksel olayların benim kalp ritmim üzerinde etkisi var mı, yok mu; bunu hesaplayabilecek durumda değiliz. Astroloji diye bir bilgi dalı tutmuş bunlarla binlerce sene uğraşmış falan ama bugün bilimin alanına o konu girmiyor. Çünkü çok fazla değişken var ve bunların hepsini bir kutuya koyup da “Haa böyledir.” diyemiyoruz. Dolayısıyla benim için evrende rastgelelik diye bir şey yoktur. Gerçek anlamda rastlantısallık diye bir şeyin var olduğuna dair hiçbir kanıt görmedim. Ne zaman biz bir şey rastgele dersek bunu yeterince detaylı bir metodolojide incelediğimizde arka planında gayet matematiksel, gayet anlaşılabilir ve gayet evrensel, yani evrenin neresinde ölçseniz aynı şekilde karşınıza çıkan kurallar olduğunu görüyoruz.

 

Dolayısıyla Demokritos’un sözünü referans vermiştin, zaten işte atomculuk kuramının falan başladığı yerler oralar, materyalist evren görüşünün temel kurgusu da oradan geliyor. Bütün evrenin, çarpışan işte rastgele hareketli atomlar arasındaki etkileşimler sonucunda bizim zihnimizin dahi ortaya çıktığını savlayan bir görüş. Metafiziksel bir kabul. Çünkü rastlantısallık bizim teşhis edebileceğimiz bir şey değil. Sadece bir yetersizlik ifadesidir, “Ben bunun sebebini bilmiyorum.” demektir aslında. Dolayısıyla benim açımdan kaos teorisiyle uğraşan bir sinirbilimci olarak ağaçtan düşen bir yaprak da rastgele düşmez, herhangi bir atom da rastgele titreşmez. Brown hareketi diye mikroskopta gördüğünüz, işte boya moleküllerinin rastlantısal gözüken davranışları da rastlantısal değildir. Zira bugün biliyoruz bunun matematiğini, nasıl olduğunu. Bu evrende rastgeleliğe rast gelinmez, diyorum ben. Sadece kuralını bilmediğimiz şeyler vardır.

 

Bu arada beyin bilimlerinin söylediği bir şey daha var. Mesela bir TEDx konuşmamda anlatmıştım, o bayağı reyting aldı, on iki gün hava gözlemi yapıp da bir yıl hava tahmini yapan bir Salih Amca’mız var rahmetli. Onun gibi çok insan var Anadolu’da. Beynimizin ve zihnimizin içerisindeki bazı yetenekler binlerce yıldır, tabiatta bütün bilimin çözmekten aciz olduğu kaotik örüntüleri anlayabiliyor. Daha bilim buraya gelmedi, yakında gelecek. Bunun promosyonunu yapmaya da devam ediyorum. Yani kaza eseri bence hiçbir şey yok. Burası gayet güzel çalan bir orkestra. Kulak vermek gerekiyor. Enstrümanın tellerinin fiziksel incelemesi, bize senfoni hakkında çok fazla bir şey vermez.