Vakıf kültürünün dönüşümü ve para vakıflarının toplumsal etkisine dair akademik bir inceleme.


 

Giriş

Vakıf kültürü, hem Osmanlı tarihi hem de İslam tarihinden çok daha eskidir. İslam coğrafyasında vakıflar, bugünkü sosyal devletin görevleri olarak nitelendirilen eğitim, sağlık, barınma gibi insana hizmet odaklı birçok konuda faaliyet gösteren kurumlardı. İslam’da klasik vakıflar, gayrimenkul gelirleriyle işletilen vakıflardır. Yani vakfedilen bir bina veya arazinin kira geliri ya da farklı bir geliri varsa vakfın sürekliliğinin devam etmesi sağlanmalıdır.

 

Osmanlılar, klasik vakıf sistemine ek olarak, menkul gelirlerle işletilebilecek para vakıflarını oluşturmuşlardır. Osmanlı tarihinde ilk para vakfı, 1423 yılında Edirne’de kurulmuştur. Osmanlı ulemasının para vakıfları tartışmasındaki temel konulardan ilki, “Para gibi menkul değerlerden vakıf kurulabilir mi?” meselesidir. O dönemdeki vakıf anlayışına göre vakfın sabit bir mekânda olması gerekmekteydi. Bu yüzden para gibi durağan olmayan bir şeyin vakıf kurmak için yeterli olmayacağı düşünülmüştür. Ayrıca, para vakıflarının işleyişinde faize benzer bir sistem bulunmaktaydı ve İslam’da faiz (riba) haram kabul edildiği için paranın kiralanması yoluyla bir gelir modeline olumlu bakılmamaktaydı.

 

Bu sebeplerle, 16. yüzyılda Osmanlı uleması arasında para vakıflarının dinen uygun olup olmadığına dair tartışmalar başlamıştır. Bu tartışmada, öncelikle para vakıflarına karşı çıkan Çivizade Muhyiddin Mehmet Efendi’nin Sultan Süleyman’ı ikna etmesi sonucunda para vakıfları yasaklanmıştır. Ardından, para vakıflarını destekleyen Ebusuud Efendi’nin şeyhülislam olmasıyla konu yeniden padişahın önüne gelmiş ve Ebusuud Efendi, Sultan Süleyman’ı ikna ederek 1548 yılında daha önce yasaklanan para vakıflarını yeniden açtırmıştır. Bu kapsamda, para vakıfları kuruluşlarıyla birlikte İslam dininin klasik vakıf anlayışından farklı olarak menkul değerler üzerine kurulduğu için vakıf tarihi açısından devrimsel bir hamle olarak değerlendirilebilir.

 

Nitekim para vakıfları, Osmanlı’nın son dönemlerine kadar varlığını sürdürerek Osmanlı ekonomisinde üretici sınıfın kredi ve finansman ihtiyacını karşılamıştır. Para vakıflarına vakfedilen paraların gelirleriyle hem dini, sosyal ve birçok konuda hayır işleri yapılmış hem de ticari alanda faaliyet gösteren grupların sermaye sorunu çözülmüştür.

 

Buna ek olarak, Osmanlı’da para vakıflarının genel amacı, krediye ihtiyaç duyan esnaf, zanaatkâr ve çiftçi gibi gruplara kredi sağlamak; elde edilen gelirle yardıma muhtaç kişilere destek olmak; hayır işlerini devam ettirmek ve vakfın kurumsal olarak faaliyetlerini sürdürebilmek şeklinde açıklanabilir.

 

 

Para Vakıflarının Tanımı ve Tarihi

Günümüz sosyal devlet anlayışındaki eğitim, sağlık, beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçların yanı sıra camiler, hastaneler, köprüler, kütüphaneler, altyapı projeleri, çeşmeler ve hamamlar gibi yapılar vakıflar tarafından inşa edilip hizmete sunulurdu. Bu yapılar, kendi kendini finanse eder ve çalışanlarının maaşları yine vakıflar aracılığıyla karşılanırdı.

 

Vakıflar, Müessesat-ı Hayriye adıyla doğrudan hizmet sağlayan ibadethane, okul, medrese, kütüphane, hastane ve misafirhane gibi kurumlar ile Müstegallat-ı Vakfiye adıyla dolaylı olarak hayır amacı güden yerlerin finansmanını sağlayanlar olmak üzere ikiye ayrılırdı.

 

Müstegallat-ı Vakfiyelerde elde edilen gelirler ya okul, medrese, hastane ve misafirhane gibi kurumlara ya da fakirlere verilirdi. Bu tür vakıfların gelirleri ise gayrimenkul veya menkul varlıkların kiralanması yoluyla elde edilirdi. Nitekim Osmanlı ekonomisinde önemli bir yere sahip olan para vakıfları da bu grupta yer alır.

 

Para vakıfları, gerek Osmanlı’da gerekse Osmanlı öncesi İslam devletlerinde oldukça tartışmalı bir konuydu. Bunun temel sebebi, İslam dininde faizin yasaklanmış olması ve para vakıfları aracılığıyla elde edilen gelirin faiz kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği tartışmasıydı. Osmanlılar öncesinde para vakıfları meselesi ulema tarafından tartışılmışsa da uygulama açısından herhangi bir para vakfı örneği bulunmamaktadır.

 

Osmanlı’da para vakıflarının ilk örneği 1423 yüzyılda Edirneli Hacı Yağcı’nın bazı dükkanları ile birlikte 10.000 altınını işletilmesi için vakfetmesidir. Vakfedilen nakit paranın yıllık geliri 1.000 akçe olarak yazıldığı için yıllık borçlanma maliyetinin yüzde on olarak belirlendiği çıkarımı yapılabilir (Gökbilgin, 272). Bununla birlikte 1442 yılında Osmanlı valisi olan Balaban Paşa’nın 30.000 altınını para vakfında işletilmesi üzerine vakfedilmesi de bir örnek olarak gösterilir.

 

16. yüzyılın önemli âlimlerinden biri olan Çivizade Muhyiddin Mehmet Efendi’nin, para vakıflarının dini açıdan uygun olmadığını söylemesi ve yasaklaması sonrası Osmanlı’da para vakıfları tartışılır hale gelmiştir. Bununla birlikte, 16. yüzyılın bir diğer önemli âlimi olan İmam Birgivi Mehmet Efendi de para vakıflarının dini açıdan uygun olmadığını belirterek bu uygulamaya muhalefet etmiştir. Ancak bu tartışmada, dönemin güçlü şeyhülislamları İbn-i Kemal, sûfî, fakih ve âlim olan Halveti şeyhi Sofyalı Balı Baba (öl. 1552) ile Kanuni döneminin ünlü âlimlerinden Ebüssuud Efendi’nin tercihleri belirleyici olmuş ve Hanefî mezhebinin kurucu imamlarından İmam Züfer’in görüşü esas alınarak paranın vakfedilebileceği neticesine ulaşılmış ve konuyla ilgili çeşitli düzenlemeler yapılmıştır (Akgündüz, 219).

 

Ebusuud Efendi’nin verdiği fetvalar ile hem İslami açıdan para vakfı sistemine bir meşruiyet kazandırıldı hem de Osmanlı ekonomisinde sermaye ihtiyacı olanlarla, sermaye vasıtasıyla gelir kazanmak isteyenler bir araya getirilmiş oldu. 16. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu ve Rumeli’de birçok para vakfı kuruldu ve bu para vakıfları, bölgedeki çiftçi ve esnafın kredi ihtiyacını karşıladığı gibi elde edilen gelirle vakıf bünyesindeki sosyal faaliyetlerini de devam ettirdi.

 

Para vakıfları, yüksek gayrimenkul sahibi kişilerin yanı sıra küçük menkul birikimleri olan ve hayır yapmak isteyen insanlar için de önemli bir kuruma dönüştü. Böylelikle küçük tasarruf sahipleri birleşerek bir para vakfı kurabiliyor ve bu şekilde sosyal alanlarda hayır yapabiliyorlardı. Bununla birlikte, yeniçeri ocağı, esnaf loncaları, mahalleler ve köyler arasında dayanışma sağlamak ve refah seviyelerini artırabilmek amacıyla para vakıfları kuruluyordu.

 

Özellikle mahallelerde ve köylerde, avarız vergilerini ödemeye yardımcı olmak üzere kurulan para vakıfları çok yaygın ve etkili oldu. Avarız vergisi, devletin savaş gibi fevkalade masraflarını karşılamak için başvurduğu önemli bir vergi idi ve halk için ödenmesi oldukça zorlayıcıydı (Genç, 17).

 

Para vakıfları sayesinde, dükkân, ev ve arsa gibi gayrimenkullerin kira gelirlerinden ve para gibi menkul değerlerin vakfedilmesinden elde edilen gelirlerle hayır işleri yapılabiliyordu. Özellikle nispeten küçük birikimleri olan hayırseverler bir araya gelerek para vakfı kurar; elde edilen para işletilerek hem piyasanın önemli bir sermaye ihtiyacı karşılanır hem de gelirlerle vakfın hayır işleri gerçekleştirilirdi. Öte yandan, vakfedilen paraların çeşitli şekillerde işletilmesiyle kredi piyasasına arz edilen nakit miktarı da arttı. Yasadışı tefeciliğe karşı yasal bir alternatif oluştu ve muamele oranlarına getirilen düzenlemelerle kredi piyasalarında istikrarlı bir işleyiş sağlanmasına katkı sağlandı (Akdağ, 256).

 

 

Para Vakıflarının Amaçları

Osmanlı’da para vakıflarının genel olarak amacı, krediye ihtiyaç duyan esnaf, zanaatkâr, çiftçi gibi gruplara kredi sağlarken elde edilen gelirle yardıma muhtaç kişilere yardım etmek ve vakfın hayır işlerini devam ettirip kurumsal olarak faaliyetlerini sürdürebilmesini sağlamaktı. Bu kapsamda para vakıflarının amaçlarını üç esas başlıkta inceleyebiliriz. Ayrıca, özellikle sabit geliri olan memurlar, ulema gibi meslek sahiplerine borç verilmemesi kuralı, para vakıflarının tüketici kredisi gibi sadece nakit borca dayalı bir borç verme işlemi yapmadığının göstergesidir (Korkut ve Bulut, 11).

 

İlk olarak, esnaf, zanaatkâr ve çiftçilerin kredi ihtiyaçlarının giderilmesidir. Para vakıflarının kurulmasından sonra sermayeye ihtiyaç duyan kişiler açısından kredi işlemleri kurumsal bir hale dönüşmüş ve bu kişiler kolaylıkla kredi sorunlarını çözmüşlerdir. Ayrıca, para vakıfları sayesinde piyasada kredi bolluğu yaşanmış ve bunun sonucunda doğal olarak ucuz krediye ulaşılabilirlik artmıştır. Böylelikle yüksek faiz isteyen tefecilerin ekonomideki rolü azalmıştır. Nitekim tefeciler tarafından uygulanan %40, %50 gibi yüksek faiz oranlarına karşılık, para vakıflarının yaptığı işlemlerde muamele oranları %10 ile %20 arasında değişmektedir (Semiz, 96).

 

İkinci olarak, Osmanlı’da savaş dönemlerinde avarız vergisi alınmaktaydı. Bu vergi bir kereye mahsus ve çok yüksek bir miktarda olduğundan dolayı ödenmesi zordu. Bu sebeple, avarız vergisini ödeyemeyen insanlar para vakıfları vasıtasıyla bu vergiyi ödeyip vakfa borcunu taksitle geri öderdi. Ayrıca, para vakıflarının elde ettiği gelirlerle bayındırlık, çevre düzenlemesi, çeşitli sosyal fayda sağlayacak binaların inşa edilmesi ve fakirlere yardım edilmesi sağlanırdı.

 

Üçüncüsü ise yeniçeriler, loncalar, köyler ve cemiyetler gibi ortak bir yaşam içinde olan insanların birbirleriyle dayanışma sağlaması ve sosyal güvence altına alınabilmesi için para vakıflarının önemli bir rol oynamış olmasıdır. Bu tür gruplarda para vakıflarının kurulmasının ardından, dayanışma amacıyla mali olarak sıkıntıya düşen kişilere ve ailelere borç verilerek yardım edilirdi.

 

İslam’da Faiz-Riba

Tarih boyunca insanların çeşitli nedenlerden dolayı farklı metalara borçlanma ihtiyacı oluşmuştur. Para da bu borçlanma ihtiyaçlarının başında yer alır. Faiz müessesesi ise insanların kredi ihtiyacından dolayı ortaya çıkmıştır. En basit tanımıyla faiz, borç verilen bir paranın kiralanma ücretidir. İslam dininde paradan para kazanmak haramdır. İslamiyet öncesi Arap Yarımadası’nda faiz sıkça görülen bir uygulamaydı. İnsanlar çeşitli sebeplerden krediye ihtiyaç duyarlar ve faiz karşılığında borçlanırlardı. Bu dönemde borçlu kişi, ilk olarak her ay faizi, ardından ise vade sonunda anaparayı öderdi. Vade sonunda anapara ödenemezse, vade süresi faiz ile birlikte artırılırdı.

 

İslamiyet’in getirdiği en önemli ekonomik prensiplerden biri, faiz uygulamalarının yasaklanmasıdır. Bu yasak, Müslümanların kamusal yaşamını düzenleyen kuralların bir parçasıdır. Bununla birlikte, insanların borçlanma ihtiyacı sona ermemiştir. İslam dini, borç vermeyi çok değerli bir iş olarak tanımlar ve bu, “karz-ı hasen” olarak bilinir. Bu anlayışa göre, faizsiz bir şekilde borç veren kişiler sevap kazanır.

 

İslam ekonomisinin temelinde altın ve gümüş para birimleri bulunur. Bu sebeple, altın ve gümüş paralar değer kaybetmezken, kâğıt paralar gibi enflasyon riskiyle karşı karşıya kalmaz. Bir kişi altın ya da gümüş olarak borç verdiğinde, borcun geri ödenmesi sırasında aynı miktarda altın ya da gümüş geri alınır. Bu durum, İslam ekonomisinde paranın altın ve gümüş olması sayesinde enflasyondan etkilenmeyi engeller.

 

Kur’an’da faizle ilgili olarak “riba” kelimesi kullanılır. Ancak bu kelime, gündelik anlamda kullanılan faiz kelimesinden farklıdır; “fazlalık” anlamına gelir. İslam’da riba haram kabul edilmekle birlikte, her faiz bir riba değildir. Bu ayrımı yapabilmek için ulema, riba’yı iki kategoriye ayırır. İlk olarak, “ribe’l-fadl” adı verilen faiz türü, ticaretten elde edilen haksız kazançtır ve İslamiyet buna karşı çıkar. İkinci tür ise, “ribe’n-nesîe” olarak bilinen veresiye faiziyle ilgilidir.

 

Faiz, risksiz bir kazanç olarak görülmesi ve üretimle doğrudan ilişkisi olmaması nedeniyle İslam ekonomisinde olumsuz bir şekilde değerlendirilir. İslam’da, paranın üretim ve ticaretle doğrudan ilişki içinde olması istenir. Eğer faizcilik yoluyla para kazanılırsa, bu durum hem tefecilik gibi yüksek faiz oranlarıyla üreticileri zor durumda bırakabilir, hem de işletmelerin iflasına yol açabilir. Ayrıca, faiz yoluyla para kazanan kişiler, piyasalara girmek yerine risksiz bir şekilde kolayca para kazanmaya yönelirler. Bu da ekonomiyi olumsuz etkiler.

 

Faizcilik, aynı zamanda sermaye birikiminin tekellerin lehine bir şekilde gerçekleşmesine yol açabilir. Bu nedenle İslam dini, parası olan kişilerin paralarını faiz gibi uygulamalarda kullanmak yerine, doğrudan yatırım, ticaret ve üretim gibi alanlara yönlendirilmesini ister. Bu yaklaşım, ekonominin sağlıklı bir şekilde işlemesini ve adil bir şekilde büyümesini teşvik eder.

 

İslam’da faiz haram sayıldığı için Osmanlılar, para vakıfları sisteminde bu dini hassasiyete özel olarak dikkat etmeye çalışmışlardır. Para vakıflarında uygulanan yöntem daha çok vakfın sermayesi ile borçlanan kişinin emek ortaklığı ve mal ticaretine dayandırılmıştır. Bununla birlikte verilen kredilerde daima iki sözleşme bulunmuştur. Bu sözleşmelerden ilki alınan borca karşılık yapılan borç sözleşmesidir. İkincisi ise vakfın borç karşılığında elde edeceği gelir için yapılan satış sözleşmesidir. Osmanlı’da ulemanın bir kısmı, en çok bu uygulamanın Allah’ın yasakladığı faizle benzer olduğu gerekçesiyle para vakıflarına itiraz etmiştir.

 

İslam dininde faiz meselesini anlamak, birkaç yüz kelimelik bir açıklama ile sınırlandırılamayacak kadar kapsamlıdır. Konu hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek için İslam Ansiklopedisi’nin “Faiz” başlıklı maddesine başvurabilirsiniz. (https://islamansiklopedisi.org.tr/faiz)

 

 

Osmanlı Ulemasında Para Vakıfları Tartışması

Tıpkı diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda da eğitim, sağlık, ulaşım, ticaret gibi sosyal hayatı etkileyen alanlarda ihtiyacı olanlara veya toplumun geneline hayır hizmetleri, vakıf sistemi vasıtasıyla ücretsiz olarak sağlanırdı. Bu kapsamda pek çok cami, medrese, hastane, hamam, bedesten, çeşme, köprü gibi yapılar inşa edilmiş ve bu inşa edilen kurumların hem varlıklarını sürdürebilmesi için gereken tamiratlar hem de buralarda çalışacak personelin ücretleri vakıflar tarafından finanse edilmiştir.

 

Para vakıfları ile klasik vakıfların kuruluş süreçleri aynıdır. Her iki vakıf türünde de vakfedilen mala binaen bir mütevelli heyeti bulunur ve vakfın amacına göre vakfedilen mal işletilir. 16. yüzyılda Osmanlı’daki ulemanın para vakıfları tartışmasında temel tartışma konularından birisi, “Para gibi menkul değerlerden vakıf kurulabilir mi?” meselesi olmuştur. Osmanlı dönemi ve öncesindeki vakıf anlayışına göre, vakfın sabit bir mekânda bulunması gerekiyordu. Bu nedenle, hareketli ve durağan olmayan bir değer olan paranın vakıf kurma amacıyla kullanılabileceği düşüncesi, zamanında kabul görmemiştir. Ancak para vakıflarının işleyişi, vakfedilen paraların belirli bir sistem dâhilinde işletilmesi gerekliliği nedeniyle, faizle ilişkilendirilen bir uygulama oluşturmuş ve bu durum, ulemanın dikkatini çekmiştir. Vakıf fonlarının, faizsiz bir şekilde işletilip işletilemeyeceği ve faiz sistemine ne derece yakın olduğu, bu noktada önemli bir tartışma konusu olmuştur.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nda para vakıfları konusunda ulema açısından ilk eser, İbn-i Kemal’in kaleme aldığı Risale fi Cevâz-ı Vakfı’d-Derahim ve’d Denânîr isimli çalışmadır. İbn-i Kemal bu eserinde, para vakıflarının dinen caiz olduğunu ve kurulan bu para vakıfları sayesinde birçok hayır işlerinin yapıldığını belirtir. Aynı dönemde Ebusuud Efendi, İbn-i Kemal’in eserinin konusu olan para vakıflarını daha geniş bir çerçeveden ele alarak para vakıflarının dinen caiz olduğunu belirten fetvalar yazar. Ebusuud Efendi’nin yazdığı fetvalara devrin Anadolu kazaskeri olan Çivizade Muhyiddin Mehmed Efendi tarafından bir reddiye yazılır. Böylelikle 16. yüzyılda para vakıflarının dinen caiz olup olmadığı tartışması başlar.

 

Bu dönemde, Çivizade Muhyiddin Mehmed Efendi, para vakıflarının dinen caiz olmadığını belirten reddiyesini Sultan Süleyman’a göndererek, onu para vakıflarının yasaklanması konusunda ikna eder. Böylelikle para vakıfları 1548 yılına kadar yasaklanır. Vakfın yasaklanmasının ardından ulema sınıfında bu konu tartışılmaya devam eder. Ebusuud Efendi ve Sofyalı Bali Efendi, Sultan Süleyman’a mektuplar göndererek, para vakıflarının Balkan coğrafyasında son derece önemli bir kurum olduğunu belirtmişlerdir. Bu mektuplarda, halkın gündelik yaşamda kullandığı yapıların büyük çoğunluğunun para vakıfları sistemiyle işletildiği, dolayısıyla bu hizmetlerin kesilmesi durumunda hem bölge halkının hem de devletin bu yasaktan olumsuz etkileneceği ifade edilmiştir.

 

1545 yılına gelindiğinde, Ebusuud Efendi, Sultan Süleyman’ın şeyhülislamı olur. Ebusuud Efendi’nin şeyhülislam olmasıyla birlikte para vakıfları sorunu yeniden gündeme gelir. Ebusuud Efendi, yazmış olduğu Risale fi Vakfi’l-Menkul ve’n Nukud adlı eseriyle para vakıflarının dinen caiz olduğunu belirtir ve 1548 yılında daha önce para vakıflarını yasaklayan Sultan Süleyman’ı ikna ederek bu yasağı kaldırtır. Son olarak, İmam Birgivi 1572 yılında para vakıflarının caiz olmadığına dair bir risale kaleme almışsa da padişahın desteğini alamamış ve para vakıfları Osmanlı’nın sonuna kadar varlığını sürdürmüştür (Kurt, 33).

 

Kısacası, para vakıflarını savunan ulemalar; İbn-i Kemal, Ebusuud Efendi, Sofyalı Bali Efendi, Mehmed Fenari’dir. Para vakfına karşı çıkan ulemaların başında ise Çivizade Muhyiddin Mehmed Efendi ve Birgivi Mehmed Efendi yer almaktadır. İbn-i Kemal’den İmam Birgivi’ye kadar ulema arasında para vakıfları tartışması, tez ve antitez şeklinde gelişmiştir. Bu süreçte, para vakıfları tartışmasında yer alan âlimler, her biri kendi iddialarını ispatlamak ve karşılarındaki tezleri çürütmek için klasik fıkhın verilerini ustalıkla kullanmıştır.

 

Para vakıflarının işletilmesi noktasında faizden kaçınılmak için uygulanan yöntem “muamele-i şeriyyedir.” Bu işlemde, faizin oluşmaması için borçlu kişinin ödenecek farkın mutlaka bir satış işlemiyle gerçekleştirilmesine önem verilmiştir. Para vakıflarındaki toplanan paraların işlenmesi genellikle kredi ihtiyacında olan kişilere anapara murabaha adı verilen bir malın maliyetinin üstüne kar payı olarak satılması şeklinde verilirdi. Buna göre; 100 altına ihtiyacı olan bir esnafa 10 ay vadeli olarak kredi verilir ve bu kredide iki adet sözleşme bulunurdu. İlki, 100 altının borç sözleşmesidir. İkincisi ise borçtan bağımsız olarak vakfın 100 altını borç vermesi karşılığında elde edeceği gelire binaen yapılan satış sözleşmesidir. Böylelikle %10’luk bir kar payı düşünüldüğünde, krediyi alan esnaf her ay borç sözleşmesi gereğince 10 altını ve ilaveten satış sözleşmesi gereğince 1 altını vakfa geri öder.

 

Diğer bir yöntemse mütevelli, ilk olarak borç alacak kişiye 1000 akça borç verir. Daha sonra ise vakfa ait herhangi bir eşyayı bir yıl vadeli olarak aynı kişiye 100 akçaya satar. Borçlu, almış olduğu malı üçüncü bir şahsa hibe eder, üçüncü şahıs da kendisine hibe edilen malı tekrar vakfa hibe eder. Böylelikle borçlanma sırasında yapılan alım-satım veya hibe işlemleri ile faize girilmemiş olunur (Barkan, 40).

 

İslamiyet’te kar sınırı yoktur. Nitekim para vakıflarında uygulanan sistemde de anaparanın borç sözleşmesi haricinde imzalanan ikinci sözleşme, satış sözleşmesidir. Bu sözleşmede değeri olan herhangi bir nesnenin, vakfın kredi vermesine karşılık gelir kazanabilmesi açısından yüksek bir kar ile satılabilmesi sağlanır.

 

Bununla birlikte, Ebusuud Efendi’nin fetvaları ile para vakıflarının esasları ve işletim yöntemleri de belirlenmiştir. Bunların başında, muamele-i şeriyyenin nasıl yapılacağı kesin olarak belirlenmiş ve vakfın borç verme vasıtası ile kazanacağı gelir olan ribh’in %20’den yukarıya çıkamayacağıdır. Diğer şartlar ise işlemin ancak şer’i muamele ile yapılması (alım-satım veya hibe yoluyla) ve muamelenin kadı tarafından tescil edilmesidir. Şer’i muamele yapılmayan ve kadıya tescil ettirilmeyen durumlarda ribh (kazanç) talep edilememektedir (Özcan, 61).

 

Buna karşılık, para vakıflarında borcun nasıl tesis edileceği ise borç karşılığında bir malın rehin edilmesi veya edilmemesi, kefil istenmesi veya istenmemesi şeklindedir. Dolayısıyla bir kişi, para vakıflarından rehin karşılığında kredi alabilir ve borcu ödeyemediğinde, evin mülkiyeti para vakfına geçer. Böyle bir durumda, borcunu ödeyemeyen kişi para vakfına ev karşılığında aylık kira ödeyerek evde yaşamaya devam eder. Bu uygulamayı Maliki ve Hanbelîler örtülü faiz olduğu gerekçesiyle cevaz vermemişler, ancak Hanefi ve Şafiiler caiz görmüşlerdir (Döndüren, 8).

 

Para Vakıflarının Türleri

Para vakıfları; avarız, esnaf ve yeniçeriler tarafından kurulan orta sandığı adı verilen üç türden oluşmaktadır. Avarız vakıfları, Osmanlı’nın savaş gibi olağanüstü durumlarda halktan aldığı yüksek bir vergi türüdür. Köylüler, bir araya gelerek oluşturdukları fon aracılığıyla, avarız vergisini ödeme güçlüğü çeken kişilere yardım etmek amacıyla para vakfı sisteminden faydalanırlardı. Bu süreçte, muamele-i şeriyye kuralı uygulanarak borç verilirdi. Borçlar karşılığında elde edilen gelirler ise, köy ve mahalle halkının faydasına yönelik hayır işlerinde kullanılmak üzere harcanırdı.

 

Esnaf sandıkları, Ahi teşkilatının birbirleriyle yardımlaşması için kurulmuştur. Esnaflar arasında bir yardımlaşma fonu kurulur ve kalfalık veya ustalık için harç ücretleri, kira gelirleri, bağışlar gibi gelirler bu fonda toplanırdı. Böylelikle oluşan fonla bir para vakfı kurulmuş olunur ve para vakfının vereceği kredi gelirleri ile Ahi teşkilatına ait mülklerin tamiratı, yardıma muhtaç kişilere para yardımı, Ahi teşkilatı içinde finansal olarak zor durumda olan esnafa yardım edilmesi gibi faaliyetler yürütülürdü. Buna ek olarak, krediye ihtiyaç duyan esnafa, para vakfı aracılığıyla kredi verilerek esnafın tefecilerden yüksek faizle borçlanması engellenmiş olurdu.

 

Orta sandıkları, yeniçerilerin birbirleri arasında dayanışma ve yardımlaşma amacıyla oluşturdukları sandığa verilen isimdir. Ulufe dağıtımında %3-5 arasında tas parası olarak toplanan ve bekâr olarak ölen yeniçerilerin metrukâtlarının satımıyla elde edilen paralarla kurulan bu vakıflar, savaşta esir düşen yeniçerilerin kurtarılmasında, hasta ve muhtaç olanlara yardım etmekte kullanılırdı (Tabakoğlu, 381). Ayrıca yeniçeriler arasında oluşturulan bu fon vasıtasıyla para vakfının gelirleri, yetim çocukların sağlık, eğitim, yemek ve barınma ihtiyaçları için de kullanılmaktaydı.

 

sezai berat ünal

 

 

  • Akdağ, Mustafa (1979), Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, C. 2, Tekin Yayınları, İstanbul.
  • Akgündüz, Ahmet (1996), İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul.
  • Barkan, Ö. L. (1966). Edirne Askeri Kassamine Ait Tereke Defterleri. Belgeler, 3, 13.
  • Bulut, M., & Korkut, C. E. M. (2019). Ottoman cash waqfs. Insight Turkey, 21(3), 91-112 – ISO 690.
  • Çiftçi, C. (2004). 18. Yüzyılda Bursa’da Para Vakıfları ve Kredi İşlemleri. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, 36.
  • Döndüren, H. (2008). Osmanlı tarihinde bazı faizsiz kredi uygulamaları ve modern Türkiye’de faizsiz bankacılık tecrübesi. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17(1), 1-24.
  • Genç, M. (2000). Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet ve ekonomi (Vol. 186). Ötüken Neşriyat AŞ.
  • Genç, Mehmet (2014), “Klâsik Osmanlı Sosyal-İktisadî Sistemi ve Vakıflar”, Vakıflar Dergisi S. 4.
  • Gökbilgin, T. (1952). XV-XVI. Asırlarda Edirne ve Pasa Livâsı: vakıflar, mülkler, mukataalar (No. 508). Üçler Basımevi.
  • Kaya, S. (2003). Para Vakıfları Üzerine. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi , (1) , 189-203 .
  • Korkut, C. (2014). Cash waqfs as financial institutions: Analysis of cash waqfs in western thrace at the Ottoman period (Doctoral dissertation, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).
  • Korkut, C., & Bulut, M. (2017). A Comparison between Ottoman Cash Waqfs and Modern Financial Institutions between 15th and 19th Centuries. Adam Academy Journal of Social Sciences, 7(2), 167-194.
  • Kurt, İ. (2015) Para Vakıfları Nazariyat ve Tatbikat, Ensar Neşriyat, 28-42.
  • Mandaville, J. E. (1979). Usurious piety: the cash waqf controversy in the Ottoman Empire. International Journal of Middle East Studies, 10(3), 289-308.
  • Özcan, T. (1999). Sofyalı Bâlî Efendi’nin para vakıflarıyla ilgili mektupları. İslâm Araştırmaları Dergisi, (3), 125-155.
  • Özcan, T. (2003). Osmanlı Para Vakıfları: Kanûnî Dönemi Üsküdar Örneği. 
  • Semiz, Y. (2016). Osmanlı Devleti’nde Para Vakıfları. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Dergisi, 19(1), 89-101.
  • Süleyman, K.. (2003). Para Vakıfları Üzerine. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, (1), 189-203.
  • Tabakoğlu, A., Tarihi, T. M. I. İ., & Toplu Makaleler, I. (2005). Kitabevi Yayınları.
  • Toraman, C., Tunçsiper, B., & Yilmaz, S. (2007, August). Cash awqaf in the Ottomans as philanthropic foundations, and their accounting practices. In 5th Accounting History International Conference, Banff, Canada (pp. 9-11).