KUDSİ ERGÜNER TAKSİM MAKAMI NİHAVEND, NEY


 

 

Bu eser, üzerinde yaşadığımız kadim toprakların insana ruh zerafeti katma noktasında mihenk taşı olan değerli bir kaynaktan beslenen seçkin bir eserdir. Eser sizi mekândan soyutlayarak zamandan bağımsız bir noktaya bırakır ve siz orada istemsizce düşünmeye başlarsınız. Düşünceniz geçim sıkıntısı, vuslat hayali veya başka bir sebeple kafa karışıklığı olabilir. Bu düşünceler yavaş yavaş artmaya başlar ve siz bu içinde bulunduğunuz duruma bir çözüm üretmeye çalışırsınız. İşte bu çözüm arayışı sizin önünüze elbet bir cevap getirir ve siz huzura erersiniz(!). Siz bu ney taksimini dinlerken süreç belki de hiç böyle çetrefilli ilerlemeyecektir. Ama şundan eminiz ki kendinizden bir parça bulacaksınız.

Bu eseri biraz daha yakından inceleyelim.

 


 

NİHAVEND MAKAMI

Türk müziğinde makam “Çeşitli seslerin bir araya gelerek oluşturdukları bütün; ses örgüsü. Bir ses dizgesindeki durak, güçlü, asma karar gibi önemli perdeler etrafında dolaşarak yapılan seyir.” anlamına gelir. Nihavend makamı da Türk Müziği makamları içerisinde en çok kullanılanlardan birisidir. Dizi seslerinin uygun olması bu makamın batı enstrümanları ile de çalınmasına ve çok sesli denemelerde kullanılmasına olanak sağlar. Kelime anlamı İran’da tarihi bir şehrin adıdır. İlk defa II. Mehmet’e ait eserlerde kullanılmıştır. Rast perdesi üzerinde buselik beşlisine neva perdesinde kürdi veya hicaz dörtlüsünün eklenmesiyle meydana gelir.Makamın genel seyir karakteri “inici-çıkıcı” ise de özellikle son yüzyılda çok kullanılan bu makam çıkıcı veya inici olarak da karşımıza çıkmaktadır.

 


 

KUDSİ ERGÜNER

 

 

4 Şubat 1952 doğumlu Kudsi Ergüner geleneksel mevlevi sufi müziğinin ustası ve ney enstrümanının bilinen icrâcılarından biridir. Ailesi dört kuşaktır musiki icra eder. Türk tasavvuf müziğinin ana enstrümanı neyde , Mevlevi geleneğinin devami olan “Ergüner ekolü”nün son temsilcisi Ulvi Ergüner’in yetiştirdiği tek sanatçıdır.

Mevlevi ayinlerinin Fransa,İngiltere ve Amerika’da 1970-71 ve 72 yıllarında yapılan ilk tanıtımlarına katılmış, yine aynı yıllarda TRT İstanbul Radyosunda sanatçı olarak görev yapmıştır.

1973’te Paris’e yerleşen Erguner, burada mimarlık ve müzikoloji eğitimi aldı ve her iki alanda da doktora yaptı. 1976’dan itibaren dünyaca tanınmış müzisyenlerle çeşitli tiyatro, sinema ve konser projelerinde çalıştı. 1981’de Sufi öğretisini ve müziğini öğretmeyi amaçlayan bir dernek, 1988’de ‘‘Kudsi Erguner Ensemble’’ adıyla 16.yüzyıl Klasik Osmanlı Müziğini tanıtmayı hedefleyen bir müzik topluluğu kurdu.

Kudsi Ergüner’i değerli kılan özelliklerinden biri aldığı övgülerin hiçbirini şahsına değil icra ettiği sanata bir iltifat olarak kabul edecek kadar tevazu sahibi olmasıdır. Ergüner aynı zamanda sanata olan bakış açısı ile hepimize ilham verecek mümtaz bir isimdir. Ergüner’e göre medeni insan Mozart ve Dede Efendi’den aynı zevki alabilen insandır. Yani asıl ifade etmek istediği sanat konusunda Doğu ve Batı olarak bir seçim ve ayrım yapılmak zorunda değil. Ergüner’e göre sanata bakış açısı genellikle bir toplumun kültür politikasına göre belirlenirken bu tutumun malesef sanatın bazı dallarına yeterli iltifat gösterilmesine engel oluyor. Ergüner Türkiye’den ayrıldığı yıllarda kendi icra ettiği musikiye yeterli ilgi olmadığını fakat dünyanın geri kalanında bir konser verdiği zaman dinleyicilerin dikkatle konserleri takip ettiğini ifade ediyor. Bu durumu müzik dinleme kültürüne bağlıyor. Örneğin bir Batı insanı konserde dinlediği müziklerle keyif almaya çalışırken genel olarak Türk insanı konsere gittiği zaman sıkılıyor çünkü böyle bir kültür içinde yetişmemiş. Türkiye’de insanlar genel olarak müziği oluşturduğu atmosfer için dinliyor. Türkiye’de müzik dinleme kültürüne sahip olan insanlar ise sadece Batı müziğine alakalı oldukları Bach ve Itri’yi buluşturmadığı sürece konsere gelmiyorlar. Tasavvuf müziğine ilgili olanlar da konsere geldikleri zaman ortam düğün salonuna dönüyor. Yani sıkıntı şu ki Türkiye ortak değerlere sahip olmaktan yoksun kaldı artık.

Kudsi Ergüner’in yukarıdaki fikirlerinden bizim çıkarmamız gereken sonuç: Kendimizi kısıtlı bir kültür dairesi içine hapsetmeden sanata bütüncül bakabilme azmini ve ilgisini göstermeliyiz. Sadece kendi dünya görüşümüzün ifadesi saydığımız sanat dallarına ilgi göstermek bize eksik bir dünya resmi çizdirir. Dikkat edilmesi gereken diğer önemli bir nokta ise biz kültürü muhafaza ederken onu yozlaştırmadan ve hatta geliştirerek diğer kuşaklara aktarmalıyız. Bunu da ancak kendi özünü tanıyan insanlar gerçekleştirebilir. Bu daha yetkin bir ifade ile Atatürk şöyle ifade etmektedir: “Kültür zeminle orantılıdır. O zemin milletin seciyesidir”. Yani biz kendi karakterimizi ne kadar iyi tanırsak kültürümüz o kadar sağlam olur. Kültür inşası toplumsal mutabakat gerektirdiği için bizim yeniden ortak değerlerde buluşmamız lazım. Değerli bir şairin de ifade ettiği gibi “Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.”