Sanat Harmonisi’ne kulak ver:
Yaşam bir rüya gibi akıp nihayete erdiğinde insan için koca bir sessizlik vuku bulur. Arnold Böcklin, yaşamın akıntısında ölümle defalarca tanışmış ve bu tanışma, onun eserlerinin ana teması haline gelmiştir. “Isle of the Dead” yani Ölüler Adası, insana derin bir dinginlik hissi vermektedir. İnsanı içine çeken gizem ve kasvet dolu bu tablo, Böcklin’in bir mektubundaki deyişiyle “Bir rüya resmi: öyle bir durağanlık yaratmalı ki, kapı çalındığında bile kişi dehşete düşmeli.”
Tablonun anlaşılması zor yanını ve çekici gizemini yaratan şey, ölümün ta kendisidir.
Island of the Dead — Arnold Böcklin, 1880
Peki tablodaki bu kasvet bu belirsizlik nereden gelmektedir? Ölüm, bu tabloya nasıl nüfuz etmiştir?
Eserin hikayesi işte tam olarak bu noktada başlamaktadır. 19.yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Avrupa’da oldukça popüler olan bu tablo, Arnold Böcklin’in ilk resmettiği hali değildir. Tablonun birçok versiyonu bulunmakla birlikte gördüğümüz versiyonu ise Böcklin’in istek üzerine şekillendirdiği bir tablodur. Ölüler Adası, Böcklin’in stüdyosunda kısmen bitmiş bir tuvalken Marie Berna adlı bir müşterisi stüdyoyu ziyaret eder ve tabloyu beğenir. Marie Berna o sıralar ölen kocası için bir anıt yapılmasını istemekte ve bu arayıştayken Böcklin’e bu tabloyu sipariş etmektedir. Eserde selvi ağaçlarının dizildiği, beyaz taştan duvarların örüldüğü yüksek kayalıklı küçük bir ada görülür. Adanın denize yansıyan gölgesi, denizin gökyüzü ile uyumu bir devamlılık hissi yaratmıştır. Buraya kadar eser pek sade ve bir manzara resmi konumundadır. Lakin ölüm, sakin denizden selvi ağaçlarıyla dolu bu adaya yaklaşan küçük bir kayıkla tabloya nüfuz eder. Bu kayık içinde ölümü, yası ve belki yeni bir yaşam ümidini taşır. Kayığın arka kısmında bir kayıkçı görülür ve bu kişinin eseri sipariş eden Marie Berna olduğu düşünülmektedir. Kayıkta kayıkçının yanı sıra beyaz bir örtüyle kaplanmış tabut ve garip bir figür bulunmaktadır. Beyaz bir örtüye sarılmış bu garip figür bir ölüyü anımsatmakta, figürün bilinmezliği ise esere tekinsiz bir hava katmaktadır.
Sanatçı, çalışmalarında Romantizm ve İngiliz Pre-Raphaelites’in çalışmalarının yanı sıra mitoloji ve antik dönemden büyük ölçüde etkilenmiştir. Kimileri gözlerimizin değdiği bu tabloda ölümden sonraki hayatı bulmuştur. Yunan mitolojisindeki ölüler dünyası ve gerçek dünyayı birbirinden ayıran, nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan Styx (Stiks) Nehri’ne benzetme yapmıştır. Kayığın dümenindeki figür ise ölülerin ruhlarını Styx Nehri’nden Hades’e götüren kayıkçı Charon’a benzetilmiştir. Eserin geçtiği mekan ve konum hakkında birçok varsayımda bulunulmuştur fakat Böcklin’in dediği gibi bu bir rüya resmidir. Gerçek bir yerin doğrudan bir tasviri değildir. Mekanın ve zamanın önemsizliği, ölümün tabloya hakimiyetiyle bir bütünlük sağlamıştır.
semanur çelik