Nakkaşların ideal öz kavramına bakışınız nedir?
Bakışım; gerçekten onların yaşadıkları dönemde, teknolojinin bu kadar gelişmediği dönemde bir Piri Reis çıkıyor, dünya haritası çiziyor. Bu olağanüstü bir sezgi. Onların bu dünyayı yakalama, hissetme ve genişliğiyle evreni kucaklama uzaydan bakar gibi. Minyatürcülerin İstanbul Boğaz’ını resmetmeleri; bugün en gelişmiş fotoğraf makineleri bile ancak baktığı yerde 90 yani 360 derece dönüyor. Ama bir ucundan Eyüp’ten, Haliç’ten başlayıp da Sarıyer’e kadar bir makinenin gözü çekebilir mi bilmiyorum. O minyatürcü çıkıyor, padişahın sefer yolları üzerinde Mersin’i resmediyor, Diyarbakır’ı resmediyor. O şehirler onun konusu içine giriyor ve çok ayrıcalıklı, farklı, çok özel renklerle, özel bir bakışla onu kendi resmi yapıyor. Beni çeken de bu.
Evreni kucaklamak, yukarıdan bütün genişliğiyle görebilmek, fotoğrafik bakışı aşma düşüncesi bana çok ilginç geldi. O yüzden ben de kent resimlerimde, Boğaz’ı çoğunlukla yani daha bir minyatürcü gözüyle geniş bir açıdan kucaklamaya çalışıyordum. Şimdi ona bir ikinci boyutu ekledim; Batı Rönesans’ının nesneye bakışı fotoğrafik bir bakış, gerçekçi mantıklı, inandırıcı bir gerçek. Bu gerçeğin farklı yorumlamaları oldu; empresyonistler farkı yorumladı, maniyeristler başka türlü, Barok resim başka türlü, akımlar çıktı. Sanatçılara, dönemlere, ülkelere, göre değişti. Rönesans’ın bile Venedik’te bir başkaydı, renkçiydi, Roma’da biçimciydi, Floransa’da hem renkçiydi hem de biçimciydi. Kendi kentleri içinde bile ülkenin farklı yaklaşımları vardı. Ya da İtalyan Rönesans’ıyla, Alman Rönesans’ ya da Flaman Rönesans’ı farklı farklıdır. Daha dün akşam Güneş’le konuşuyorduk, mesela birisi Alman Rönesans’ında kişinin fiziksel özellikleri yer alır. Dürer, sahnesinde gerçekten annesinin fiziksel özellikleri yüzü, gözü, burnu ondan sonra ona ait özelliklerdir. Mesela İtalyan Rönesans’ında ihtiyarlığın ortak belirtileri bir insanın yüzünde çıkmaya başlar. Bunun gibi kendi aralarında farklar var. Ne kadar fark olsa da yine o bir fotoğrafik açıdır. Gözün görebildiği en gerçekçi bakışa odaklıdır. Ben gözün görme açısını genişletiyorum, bunun üzerine de bir karşıdan nesneye bakıyorum. Diyelim ki, bu bir dini yapı olsun ; bir Süleymaniye Cami’nin karşısından bakıyorum bir de yukarıdan bakıyorum. Yukarıdan baktığınızda nedir bunun adı? Planıdır. Planıyla, görünüşü üst üste getirdiğim zaman yeni estetik değerler buluyorum. Hem bir nesneyi çok yönlü tanımış oluyorum, ikili bir bakışla oraya bakmış oluyorum hem de yeni estetik değerler bulmama bir yardımcı oluyor yani ana fikir bu. Uzaktan ya da yakından bakıyorum ikisini üst üste getiriyorum ya da aşağıdan, yukarıdan bakıyorum; aşağı baktığımda namaz kılanları, yukarı baktığımda kubbeyi görüyorum ve ikisini üst üste getiriyorum. İç, dış, plan, görünüş, uzak, yakın yani farklı bakışları bir resimde topluyorum. Çünkü bakış açısı sanat dallarında çok önemli bir rol oynar. Mesela 80’li yıllarda Tate Galeri’de Hirst Damien’in Sergisi’ni gördüm; bugüne kadar insanlar mesela Büyükbaş hayvana nasıl baktı? Yukarıdan, aşağıdan, içten yandan vb. yerlerden gördü. Görmediği yer neresi kaldı biliyor musunuz? Alıyor büyükbaş hayvanı tam alnının ortasından bir testereyle ikiye ayırıyor. İç organlarını birbirine bağlıyor, onları cam kavanoz diyeyim oların içine alıyor. Siz hayvanın içinden geçip bir sağ tarafa, bir sol tarafa bakıyorsunuz. Ondan sonra işi büyütüyor; koyunları kesiyor, tavukları kesiyor. Kıyametler koptu;” Burası mezbahaya döndü, her yer kan revan içinde, çocuklar etkileniyor vb” yorumları yapıldı. Yeni bir bakış açısı getirdi, doğru mu doğru.
Benimki de bundan farklı bir şey. Farklı boyut açıları sanata yeni bir boyut getiriyor. Benim belki bu ikili boyutlarda gerçek bir iddiam resim dünyasına yeni bir bakış açısı getirdim. Bunu yapabildiğim kadar yaparım, benden sonra gelenler ilerletirler, yo yo bundan bir şey çıkmaz diyebilirler. Ama bu tartışılacak öyle zannediyorum, yeni resimlerimde de bunu ısrarla yapıyorum.