Tarihsel katmanlara sahip, hukuk ve toplum kavramlarının kesişim noktalarını duru şekilde ele alabilen bir metin.


 

Milyarlarca yıl önce oluşan dünyada bizler de bir döngü içinde yaşıyoruz. Doğa, kendi kurallarıyla ve ilkeleriyle bize rağmen ayakta kalma mücadelesi veriyor peki bizler kendi içimizde bu mücadeleyi nasıl, ne şekilde ve neyle veriyoruz? Bizi etkileyen yaşamımızı kolaylaştıran ya da kimilerine göre daha zor hale getiren kurallar neler? Buradaki BİZ kelimesi; sana, bana, dostlarımıza, iş arkadaşlarımıza,  her gün yolda yürürken göz göze geldiğimiz kişilere yani dünya üzerinde yaşayan insanlara kısacası topluma karşılık gelmektedir. Bizlerin bu mücadelede hayatta kalmasını kolaylaştıran etkenlerin en önemlisi olan kurallar da hukuku karşılamaktadır. Hukuk ve toplumu bir arada ele alabilmemiz için önce ikisinin anlamlarını ayrıca açıklayıp daha sonra bu kümeleri kesiştirmemiz gerekir.

 

Babil Kralı Hammurabi, San Francisco

 

Hukuk nedir? Hukuk en temel tanımıyla: Kimi zaman toplumun kimi zaman da bireyin menfaatlerini koruyan müeyyideler bütünüdür. Tanımını yapmakta zorluk çekmediğimiz hukukun, ilk olarak ne zaman ortaya çıktığını nerede ve nasıl uygulandığını araştırdığımızda ne yazık ki karşımıza net bilgiler çıkmamaktadır.  Bunun en büyük sebeplerinden biri de yazının icat edilmemiş olmasıdır çünkü yazı hem geçmişte hem de günümüzde en büyük delil kaynaklarından biri olup önemli bilgilerin korunmasına ve devamının gelmesine ev sahipliği yapmıştır. İlk çağlarda insanların hayata alışması, kendi anlamlarını bulma, yaşamda kalma mücadeleleri hukukun ortaya çıkmasına ve gelişmesine pek fazla imkan sağlamamıştır. Bu sebeple ilk çağlarda, bireyler aralarında yaşadıkları herhangi bir tartışma veya hukuksuzluk karşısında birbirlerine karşı sözsel ifadeler; alay etme, kınama veya davranışsal olarak yok sayma, toplumdan soyutlama gibi müeyyideler uygulamaktaydı. Fakat zamanla ortaya çıkan gelişmeler artık daha büyük meselelerin yaşanmasına sebep olmuş ve söz konusu bu yaptırımlar yeterli olmamıştır. Yazının icadıyla beraber bulunan kil tabletler ve papirüsler ilk hukuk kurallarının ne olduğuna ilişkin bizlere bilgi vermektedir. ‘’Bilinen en eski hukuk metinleri olarak, MÖ 2400 yıllarında Sümer kent devletlerinden Lagaş’ta hüküm süren kişinin adını taşıyan “Urukagina Yasaları”, MÖ 1800 yılları dolaylarında hüküm süren Babil Kralı Hammurabi’nin adını taşıyan hukuk kodu, MÖ beşinci yüzyıl civarında Roma’da ortaya çıkan “On İki Levha Kanunu” ile Antik Yunan’da vücut bulan “Drakon Yasaları” ve “Solon Yasaları”ndan söz edilebilir.’’[i] Hukuk hakkında kısa bir giriş yaptıktan sonra şimdi de toplum konusunu ele alalım.

 

Toplumun ortaya çıkışı ve gelişiminin tarihsel incelemesi hukukta olduğu gibi belirsizlik göstermemektedir çünkü toplum denilen olgu canlılar var olduğu sürece yaşamda vücut bulur. Dikkat etmek gerekir ki burada ‘canlılar’ kelimesini kullanıyoruz. Birçok kişiye göre toplumun yapı taşını insanlar oluşturmaktadır fakat bu düşünce yüzeysel bir incelemenin sonucudur. Bizler daha var olmadan önce bu evrende yaşayan canlılar; hayvanlar, bitkiler hatta organizmalar bile kendi içlerinde küçük toplulukları oluşturuyordu. Tüm bu canlıları ayakta tutan birbirleriyle bağlantılı hale getiren ve sistematik bir şekilde hareket etmesini sağlayan en büyük etken kurallardı. Hayvanlar, tabiatları gereği içgüdüleriyle hareket eden canlılardır. Doğuştan gelen anlaşma güdüsü ve aralarındaki hiyerarşik yapının da etkisiyle hepsi kendi içinde uyması gereken kuralların bilincinde olarak hayat döngüsünde yerlerini almakta ve bu bilinci yaşamın içinde yoğurarak geliştirmektedirler.

 

İnsanlar da tıpkı hayvanlar gibi toplu halde yaşarlar. Aristo bu durumu: “Anthropos zoon politikon” yani ‘’insanın doğası gereği toplumsal, devlet kuran ve siyaset yapan bir hayvan’’ olduğu tabirini kullanarak açıklamıştır. Hayatta kalma mücadelesinin kilit noktasını yardımlaşmak oluşturur. İnsan, yalnızlığa -günümüz tabiriyle kafa dinlemeye- pek tabii ihtiyaç duyacaktır ancak bir yerden sonra bu yalnızlık onu olumsuzluğa, kimsesizlik bilincine sürükleyecek ve sosyalleşmek kaçınılmaz hale gelecektir. Sadece sohbet etmek için değil temel ihtiyaçların karşılanması, fikir alışverişi yapılması gibi eylemler insanın ihtiyacı olan insanı insan yapan değerlerdir. İnsanlar birbirleriyle istişarelerde bulunmasa acaba bu kadar gelişebilir miydik? Doğadan ilham almasak, birbirimize ilham vermesek, sevmesek, heyecan duymasak, aşık olmasak ya da nefret duygusunu tatmasak tüm bu oluşumlar ortaya çıkar, sanat doğar mıydı? İşte basit gibi görünen bu duyguların ortaya çıkmasını sağlayan en önemli şey toplumdur. Toplumdaki insanların birbirleriyle ilişkileridir. Sübjektif bir değerlendirme yapmak gerekirse bizler birbirimizi deney araçları olarak kullanmaktayız. Birbirimize sarf ettiğimiz sözler, sergilediğimiz davranışlar sonucunda açığa çıkan duygusal durum hislerimiz kendimizi tanımamıza olanak sağlamaktadır. İletişim halinde olan, iletişimde kalan insan her zaman kendini yenileyen ve gelişen konumdadır işte bizler daha da ileriye gidebilmek, merak duygumuzu perçinlemek için birbirimize ihtiyaç duyar gelişim gösteririz.

 

İnsanları bir arada tutan onların iletişim halinde kalmasını sağlayan ve bu oluşum içinde meydana gelecek herhangi bir olumsuzluğa karşı alınacak önlemler ya da bu olumsuzlukların çözümü için gerekli olan anahtar konumundaki yaptırımlar hukuk kurallarıdır. Romalı hukukçuların kullandığı meşhur bir ifadeye değinmekte fayda var: ‘’Ubi societas ibi jus’’ bu ifade “nerede toplum varsa, orada hukuk da vardır.” anlamına gelmektedir. Uygarlıklar geliştikçe hukuk kuralları ortaya çıkmış ve ortaya çıkan hukuk kuralları da buna paralel olarak değişim ve gelişim göstermiştir. Hatta mevsimin sıcak veya soğuk olması bile toplumların uyguladıkları hukuk kurallarını etkilemekteydi. Bu konuyla ilişkili olarak ünlü Fransız antropolog Marcel Mauss eskimolar üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda elde ettiklerini şöyle ifade etmiştir: ‘’Yazın birey ve aileler çadırda yaşarlar. Ancak, av mevsimi olduğundan, çadırlar birbirlerinden uzakta kurulur. Balina avı hariç av ortaklaşa yapılmaz. Kışın ise çekirdek aileler bir araya gelip büyük aileyi oluştururlar. Yaz ailesi kış ailesinden farklıdır. Örneğin yaz ailesinde, ailenin başı babadır. Kış ailesinde ise şef daha çok kişisel özellikleri ile bu göreve getirilir; belirli bir kan bağı aranmaz. Bu şef bir pater familias olmaktan ziyade yabancıları ağırlamak, ailelerin kalacağı igloo evlerini belirlemek ve av paylarını bölüştürmek gibi görevleri vardır.’’[ii] İletişim araçları ortaya çıkıp teknoloji geliştikçe arada kilometrelerce mesafe olmasına rağmen ülkelerin kendi içlerinde uyguladıkları hukuk kuralları birbirlerine ilham verip ön ayak olmuş ve uygun gördükleri yasaları kendi ülkelerinde de kullanmaya başlamışlardır. Bunun en net örneklerinden biri içinde yaşadığımız ülke yani Türkiye’dir. Türkiye 1926’da Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’nu İsviçre’den, aynı tarihte Ceza Kanunu’nu İtalya’dan ve Ticaret Kanunu’nu Almanya’dan iktibas etmiştir. Pek tabii iktibas edilen bu kanunların, hukuk kurallarının, uygulanacağı toplumla uyumlu olması gerekir çünkü her toplumun kendine ait örf, adetleri ve toplumsal ilişkileri vardır. Başkasına yakışan kıyafet bizim vücut ölçülerimize uymayabilir. Bunun için elbette ki bir terzi eli şarttır.

 

Göbeklitepe, Şanlıurfa

 

Hukuk ve toplum; bu iki oluşumun birbirini etkilemesi kaçınılmazdır ancak burada önemli olan bu etkinin bize ne şekilde fayda sağladığıdır. Toplum üzerinde etkili olan hukukun sadece kağıt üzerinde kalmaması, müeyyidelerin dünyadaki gelişimlerden uzakta kalmayarak aynı zamanda da uygulanacak olan ülkeyi de iyice analiz ederek yürürlüğe konması bir gerekliliktir. Unutulmamalıdır ki hukuk, toplumun kimlik numarasıdır. Bir ülkenin anayasasına, yasalarına baktığımız zaman aslında o ülke ve insanları hakkında fikir sahibi olabiliriz. Yasaların değindiği konular, kanun maddeleri; içerikleri ve kapsadıkları alanların hepsi bize bir ülkenin haritasını verir ancak bu yeterli gelmez eğer haritayı okumayı bilmiyorsak, yön duygumuz zayıfsa elimizin altında bilgiler olsa dahi kurtarıcı olarak gördüğümüz bu harita bizim için tuzaklarla dolu bir labirent haline gelebilir. Yani her şeyden önce önemli olan yolu bulmak değil nasıl yürümesi gerektiğini bilmektir. Hal böyle olunca uygulanmayan hukuk kuralları yalnızca birer vaatler dizisi haline gelecektir.

 


Kaynakça:

[i] Hukukun Kökeni ve Tarihsel Gelişimi

[ii] Hukuk ve Toplumsal Yaşam (Prof. Dr. Artun Ünsal, AÜSBF Dergisi Cilt:29 Sayı:02)