Kelimelerin hayata olan derin etkileri üzerinde duran ve önemli kavramları okuyucunun zihninde aydınlığa kavuşturan bir metin.


 

Sözcükler çok önemli. Bee Gees’in ünlü aşk şarkısında dediği gibi:

“It’s only words and words are all I have
To take your heart away.”

(Yalnızca sözcükler, senin kalbini çelmek için yalnızca sözcüklerim var)

 

Eskiler “kamusla güreş olmaz” derlerdi. Böylece sözcüklerin anlamlarının sözlükte (kamusta) yer aldığını belirtip sözcüklere yeni anlamlar yüklenmesini istemezlerdi. Pekiyi ama hangi sözlük ve özellikle de hangi baskısı? Çünkü toplum değişiyor; dil değişiyor; yeni sözcükler dile giriyor; eskilerinin anlamı kayıyor; bazıları tümüyle unutuluyor. Sekretere “ver bakalım şu varakı” dersek bir şey anlamaz sanırım. TV sunucusu “TSK’nın Afrin hareketi başladı” derse yerimizde zıplarız. Oysa “evrak”, “varak”ın; “harekat”, “hareket”in çoğulu.

 

Sözcükler, sözlüklerde bir veya birkaç kelimeyle tanımlanıyor. Oysa herbir sözcük bir dizi çağrışıma yol açan bir simge. Gördüğümüz eğitime, okuduklarımıza, dinlediklerimize kısacası çevremize göre anlamları ve özellikle de bizde çağrıştırdıkları değişiyor.  “Kara bahtım” yerine “siyah bahtım” diyebilir miyiz?

 

Çevrenin değişimi sözcüklerin yol açtığı çağrışımların, hatta doğrudan anlamlarının değişimine yol açıyor. Yunanca kaynaklı “Efendi” sözcüğünü Ahmed Vefik Paşa “okuryazar kişilere, ulema mensuplarına ve şehzadelere özgü unvan” diye tanımlıyordu; 100 yıl sonra ise efendi sözcüğü “kapıcı Mehmet Efendi” olarak okur-yazar bile olmayan bir kişi için kullanılabiliyor. Etimoloji sözlükleri her dilde görülen anlam kaymaları ile dolu. Örneğin İngilizcedeki “lady (hanımefendi)” sözcüğü Eski İngilizcedeki “hlaefdige”den geliyor (hlaef=ekmek, daig=hamur yoğurmak). Oysa günümüz lady’leri hiç de evinin hamurunu yoğuran kişiler değil!

 

Latince “eligare” kökünden kaynaklanan Fransızca “élite” den dilimize giren “elit” sözcüğü bazılarında “elitizim – kendini veya kendisi gibilerini başkalarından üstün görmek, diğerlerini küçümsemek” çağrışımı yapıyor. Tıpkı “entelektüel” sözcüğünün “işe yaramaz bilgiler yüklenmiş – entel” diyerek alaya alındığı gibi. Ben “örgüt” sözcüğünün gizli örgütü, hatta PKK’yı çağrıştırdığı için beğenilmediğini de duydum.

 

Sözcüklerin anlamlarının kayması veya dile yeni sözcükler girip benimsenip sözlüklere yerleşmesi dil bilimcilerin konusu. Ama elit – entelektüel gibi sözcüklerin çağrıştırdığı kavramlar çok önemli. Çünkü bu kavram saptırmalarında politik yön ağır basıyor. Asım Karaömerlioğlu  “Dünya 2010’lardan beri yoğun olarak popülizmin yükselişini tartışıyor. Amerika, İngiltere, Hindistan, Rusya, Türkiye, Macaristan, Polonya popülizmin iktidarda olduğu ülkelerden bazıları” dedikten sonra neo-popülüzmin birinci ortak noktasının “bütün siyasal hayatı halk ile elitler arasında bir kavga olarak resmetmek” olduğunu vurguluyor. Kısacası neo-popülist hareketlerin günah keçisi “eğitimli, kosmopolitan ve küreselleşme yanlısı” bireyler, yani elitler. Karaömerlioğlu’nun listesine son 30 – 40 yılda çeşitli Avrupa ülkelerinde oy oranları zaman içinde alçalıp yükselen bir dizi sağ-popülist parti eklenebilir: İsviçre’de Schweizerische Volkspartei, Fransa’da Front National, Hollanda’da Lijst Pim Fortuyn, Belçika’da Vlaams Blok, Avusturya’da Freiheitliche Partei Österreichi, İtalya’da Lega Nord, Yunanistan’da Χρυσή Αυγή (Altın Şafak) ve Almanya’da Die Republikaner.

 

 

Popülist veya neo-popülist düşünce biçimi önce bireyler arasındaki farkları görmezden gelip toplumu “biz ve onlar” diğer bir anlatımla “gerçek millet ve yozlaşmış elit” diye ikiye bölüyor. Mudde’nin dediği gibi, bu bölünmenin ardından “politika milletin istekleri (geleral will – volonté générale) doğrultusunda kolayca şekillenebilir”. Demokrasi, insan hakları, hukuğun üstünlüğü gibi kavramlardan uzaklaşılabilir ve gerçek ötesi (post truth) dünyada parti – millet tek kişi çevresinde toplanılabilir. “Elitler” düzen yanlısı güçlüler, geçmişte ülkeyi yönetenler, okumuşlar, kökü dışarıdakiler, ayrıcalıklılar… olarak  yaftalanabilir. Bu bölünmeyi biz çok yakından biliyoruz. Dışişleri uzmanlarımıza “monşer”; heykellerimize “ben böyle sanatın içine tükürürüm” diyen, karşı partideki politikacıları “iki koyun güdemez” diye eleştiren, terörizmi bile “kokteyl terör” diye aynı safa koyan yerli ve milli çizgiyi tanıyoruz. Sanırım bu konuda en açık ifade, Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı’nın sözleri: “Bizde okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben açıkçası korkuyorum, ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum.

 

Yukarıda değindiğim gibi, elit olarak nitelenenlere yöneltilen en yaygın eleştiri kendileri gibi olmayan, düşünmeyen, davranmayanları küçük görmeleridir. Bu konuda yapılan yanlışları da açıkça vurgulamalıyız. Örneğin ülkemizde Bekir Coşkun’un “göbeğini kaşıyan adamı” bir sembol haline geldi ve demokrasimizin temel eksiği olarak nitelendi:  “… demokrasi, bilinçte aşağı-yukarı eşit insanların rejimidir. Bir toplumun çoğunluğu ‘göbeğini kaşıyan adam’ ise, orada demokrasi olmaz, olamaz…” . Bu halktan beklediği desteği alamayan politikacıların çok görülen tepkisel tutumudur. Hillary Clinton da 2016 seçiminde benzer biçimde Donald Trump’ın destekçilerinin yarısını “acınacak durumdaki kişiler sepeti – basket of deplorables” olarak nitelemişti.

 

Bu yanlış yaklaşım burjuva duygusallığı olarak tanımlanabilir. “Biz veya onlar” tuzağına düşmemeliyiz. Farklılıklarımızın üzerini örtmeden en öncelikli konuda uzlaşabilmeliyiz. Gereken kolaya kaçmadan popülizmi ve ona oy veren kitleyi iyi anlamak, analiz etmek, buna dayalı bir strateji geliştirip sabırla uygulamaktır. Böylece “elit-seçkin, entellektüel-aydın” gibi sözcüklerin toplumun çeşitli katmanlarında kötü çağrışımlara yol açmaması için olumlu örnekleri çoğaltmalıyız.

 

kaya yazgan


 

Kaynakça:

Arı Bülent Prof. Dr., (2016), Cahil Profesör Bülent Arı

Ahmed Vefik Paşa, (1876), Lehçe-i Osmani

Coşkun Bekir, (2007), Göbeğini Kaşıyan Adam, 3 Mayıs 2007 tarihli Hürriyet Gazetesi

Karaömerlioğlu Asım Prof. Dr., (2019), Neo-Popülizmin Dipten Gelen Dalgaları, Bianet

Mudde Cas, (2004), The Populist Zeitgeist, Government and Opposition, Cilt. 39 (4), s. 542–563