Yaşamı anlamlandırmanın köklerini psikoloji ve mitoloji kavramları üzerinden  irdeleyen, ufuk açıcı bir metin.


 

Başınızı her kaldırdığınızda gördükleriniz hakkında hiç düşündünüz mü? Yıldızları, güneşi, bulutları ya da birbirini kovalayan aydınlığı ve karanlığı? Peki, ayaklarınız yere her bastığında hissettiklerinizi? Dünyayı;  tuzunu artık tanıdığın denizleri, çam kokusunu, çiçekleri ya da yağmurdan sonra aldığınız kokuyu hiç düşündünüz mü? Dünyaya nasıl geldiğinizi, dağları kimin böyle paralel dizdiğini, okyanusları kimin doldurduğunu, sizden önce var olanları bir kez olsun merak ettiniz mi? Ayaklarımızı basmamız ve beslenmemiz için serilen toprak; başımızı her kaldırdığımızda orada olduğunu bildiğimiz gökyüzü. Kutsal kitapların ve bilim insanlarının henüz var olmadığı bir dünyada evrenin nasıl oluştuğunu size anlatacak bir yer biliyorum. Öğrenmek istediğiniz her şeyin cevabı tahmin ettiğinizden çok daha uzak bir yerden cılız bir sesle haykırıyor; Antik Yunan.

 

 

Hiçbir şey yokken neyin var olduğunu merak eden Yunanlılar, karanlığın içinde süzülen bir sis hayal ettiler. İçini dolduramayacağımız kadar büyük bir ağız, sislerle dolu ve zifiri karanlık bu yere “Khaos” yani boşluk dediler. Boşluğun içinden önce toprak doğdu; keskin ve belirgin sınırları vardı, ona hiç benzemiyordu. Boşluktan sonra gelen bu denli açık, saydam ve keskin şeyin de bir adı olmalıydı ve ona “Gaia” dediler. Üzerinde yaşayan her şeyi kolayca kavrayan Gaia, dünyanın tabanı diyebileceğimiz kadar büyüktü. Toprağı hissedebilirsiniz, üzerinde yaşayanları görebilirsiniz, kokusunu duyabilirsiniz. Peki, toprak sizi hissedebilir mi? Bahsettiğimiz bu toprak; hisleri olan, geleceği gören ve dünyayı kavrayan bir dişi idi. Kimi zaman dağlar yükseltir, kimi zaman da uçurumlar oluştururdu. Bu kahverengi keskinlik derinlerde hâlâ Khaos barındırmaktaydı. Mitlere, anlatılara yakından baktığımızda Khaos’un da Gaia’nın da neredeyse aynı kelimelerle tanımlandığını görebiliriz.

 

 

Ormanlar, dağlar, yer altı mağaraları, engin gök, denizin dalgaları hep Gaia sayesinde doğar, kısacası toprak evrenin anasıdır. Ancak Khaos ve Gaia bütün bir evreni oluşturmak için yeterli değildir ve bu zıtlığı birleştirip yeni şeyleri doğuracak bir güce ihtiyaç vardır. Bu iki karanlıktan Eros doğar. Bu Eros bugün bildiğimizin aksine yaşlı aşktır. Çünkü cinsiyetler yoktur, bu ilk Eros, zıtlıkları bir araya getirip yeni şeyler üretmek adına gelmiştir. Khaos bir cinsiyete sahip değildir, ancak Gaia dişidir, işte bu yüzden toprak kendi kendini sevmek zorunda kalmıştır. Bu ilk Eros bir fışkırmanın temsilidir. Toprak hiçbir birleşme yaşamadan kendi kendinden doğurmaya başlar. İçinden gökyüzünü ve denizleri fışkırtır. Toprağın içinden gelen bütün bu şeyler aslında derinlerindeki boşluktan gelmektedir. Uranos ve Pantos artık evrenin parçasıdır.

 

 

Uranos, bugün başımızı her kaldırdığımızda gördüğümüz bulutların, yıldızların; aydınlığın ve karanlığın temsilidir. Toprak kadar keskin, belirgin ve boşluğu kaplayan bir yapısı vardır. Pantos ise yerdeki maviliğin sahibidir, okyanuslar, nehirler ve denizlerdir. Bu iki devasa örtü erildir. Sonunda Gaia evreni yalnızca kendi derinliklerinden değil, birleşme sonucu geliştirecektir. Gaia kendi derinliklerinden ona eş değer bir gök yaratmıştır. İşte böylece tüm dünyaya yayılan toprağın tam üstüne gök yerleşir. Aralarında hiçbir boşluk kalmaksızın boylu boyunca uzanırlar, Uranos, Gaia’nın üzerine kapanmıştır. Jean Pierre Vernant bu birleşimi şu şekilde aktarır: “Toprak ile gök, evrenin üst üste binmiş iki düzlemini oluştururlar, birbirini eksiksiz tamamlayan taban ile kubbe, alt ile üst.”

 

 

Evrenin kökeni olan bu üç büyük güç artık varlığını tamamlamış ve beklemektedir, ancak bu süre içinde gök, toprağın üstünü tamamen örtmüştür. Aralarında hiçbir canlının yaşamasına Uranos izin vermemektedir. Yerdeki her şeyin gökte bir karşılığı vardır ve hepsi birbirinin yakasına yapışmış durumdadır. Bu durumda bir arada olan bir çift karşımızdadır; Toprak Ana ve Eril Gök. Farklı cinsiyete sahip göğün varlığı Eros’un rolünü değiştirir, onları bir araya getirmelidir. Bu birliktelik yaşandıktan sonra Gaia’yı sarıp sarmalayan Uranos, aynı yerde kalmakta ve yerine çekilmemektedir. Zavallı Gaia, tohumlarını dışarı çıkaramadığı için kendi içinde büyütmek zorunda kalır. Bunlar ilk devlerdir, özgürce dışarı çıkamaz ve yaşayamazlar. Toprak şişmeye başlar. Bu çocuklardan bir diğeri ise bazı hikayelerde yakından tanıdığımız Kronos’tur. Gökyüzü yerinde olmadığı için aydınlık da yoktur ve evrenin oluşumu bu nedenle duraksamış, ancak toprak patlamayı beklemektedir.

 

Devler sıkışıp kaldıkları yerde büyüdükçe Gaia’yı sıkıştırmaya başlarlar. Buna daha fazla dayanamayan toprak, çocuklarından yardım isteyerek babalarıyla kapışmalarını söyler. Bunu yalnızca en küçük oğul olan Kronos kabul eder. Toprak kurnazca bir oyun oluşturarak oğluna çelikten bir tırpan yani harpe yapar. Kronos elinde bu tırpanla beraber Uranos’un Gaia ile birleştiği yerde beklemeye başlar. Gök birleşmek için geldiğinde Kronos, babasının hayalarını keserek çok uzaklara fırlatır; o kadar fırlatır ki toprağa değil denize düşer. -Daha sonra hayaların Pantos’ta yarattığı köpüklerden Aphrodite doğacaktır.- Acıyla kıvranan Uranos aniden Gaia’dan uzaklaşır. Toprağın bu kurnazlığı evrende büyük bir değişimi oluşturur; artık yer ve gök birbirinden ayrıdır.

 

 

Bu ayrımdan sonra topraktan çıkacak her canlı yaşamak için bir mekâna sahip olacaktır. Uzun süren gece bitmiş ve zaman değişmiştir. Buna rağmen toprakta gördüğümüz her şeyin eşini gökte görmemiz mümkün hâle gelmiştir. Uranos artık sessiz, eşinden uzakta günleri değiştirmekle yetinmek zorunda kalmıştır. Ancak oğlu tarafından uğradığı ihanet neredeyse bütün anlatılarda kendine yer bulan intikam tanrıçaları Erinyslerin açığa çıkmasına sebep olmuştur. 

 

Tüm bunlar olurken zaman değiştikçe Khaos da yeni çocuklarını kendi boşluğundan doğurmaya devam etmiştir. Erebos ve Nyks evrenin kökeninde yerini almıştır. Erebos mutlak karanlığı, Nyks ise geceyi temsil eder. Gece de kendi çocuklarını doğurur. Olympos tanrılarının sonradan yaşayacağı yeri yani o esirli aydınlığı yansıtan Aither ve bizler için gün ışığını yani Hemera’yı doğurur. Aither, hiçbir karanlığın gölgeleyemediği asla kararmayan aydınlıktır. Gece ile Gün ise devamlı zıtlaşır ve birbirlerini kovalarlar.

 

 

Kozmos oluşurken; zıtlıkların nasıl karşılık bulduğunu, yeri ve göğü, ayaklarımızı ıslatan suyun hikayesini satırlara sığdırmaya çalışırken her birinin diğerine ayna oluşunu belki de fark etmişsinizdir. Bazen kızan, genelde sessiz kalan gökyüzü ihanete uğramış bir baba, toprak ise evreni doğuran bir anadır mitlerde. Boşluk bile kendi kumaşını dokuyarak çıkarır gece ve günü içinden. İşte bugün bizler de öfkemizi, sevgimizi, birlikteliklerimizi hatta ihanetlerimizi bu iki büyük kumaşın hikayesi arasında yaşamaya devam ederiz. Gece günü, gün geceyi kovalar bizler de kendi içimizden yeni şeyleri doğururuz. Belki de her birimiz kendi Khaos’umuzda aydınlığımızı buluruz, kim bilir?

 

 

 

eylül zeynep kuşçu


Kapak Görseli: Jen Cen

Kaynakça:

  • Vernant, Jean Pierre. Torunuma Yunan Mitleri. 2009. Helikopter