Farklı iç dünyaların ve anlık sürüncelemelerin bir araya gelerek harika bir kurgu ortaya çıkardığı, okuma keyfi yüksek bir metin.
Saat 6.30
Standart insanların, maaşlarının çoğunu verdikleri yetmiyormuş gibi bir de kalın yorganlar almaları gereken kireç beyazı evlerden biri. Serkan gözünü açtı, komodinin üstünde geceden yarı açık bıraktığı sigara paketini gördü. Yattığı yerden doğrulurken boynundan kuyruk sokumuna kadar tüm kaslarında kademeli bir ağrı artışı hissetti. En son ne zaman spor yaptığını düşünmedi. Gözlerini ovuşturup yarı açık paketi daha da açmadan, minik aralıktan zayıf parmaklarıyla bir sigara kurtardı, kılçıksız. Günün ilk öz güveni hiç fena değildi. İlk birkaç nefesi yatağında çektikten sonra mutfağa doğru yürümeye başladı. Sigaranın külü yere düştü, temizlemeyi düşünmedi. Mutfağa geçip ısıtıcıya su koydu, bir bardak suyu da oda sıcaklığında içmeyi tercih etti. Feyyaz Yiğit’in bir kitabında sigaradan hemen sonra su içmek bahsiyle ilgili “bir insanın kendine yapabileceği en büyük saygısızlık” dediği geldi aklına. Sabah 6.30’da kitap alıntısı hatırlamak, bugün öz güven mesaisi yoğun anlaşılan. Sigarasını söndürdü ve banyoya ilerledi. Bir avuç suyu sertçe vurdu yüzüne, kulağına en yakın su damlası ne kadar kuvvetli olduğunu fısıldadı ona, duydu. Çoğu yere döküldü suyun, olsun. Kafasını kaldırıp aynaya baktı, yüzünü fark etmedi.
Saat 7.00
Orta gelirli ailelerin kız çocukları evlerine rahatça girip çıkabilsin diye haddinden fazla kira ödedikleri, camları en ufak rüzgarda ses geçiren rezidansların metrobüse en yakın olanı. Alarmının üçüncü ısrarına yenik düşen İdil gözlerini açtı, sıklıkla kaçırdığı öğle yemeği saatlerini göz önünde bulundurunca, bu sabah yılanın başını küçükken ezebildiğine sevindi ve keyifli bir şekilde yatağından fırladı. Yemekhane saatlerinden haberdar olmadıklarından olsa gerek, boyun kasları bu ivmeyi İdil kadar kolay göğüsleyemediler ve kahramanımıza 24 saatlik bir boyun tutulması hediye ettiler. Bu hediyeden ders çıkarmadı İdil ve büyük adımlarla mutfağa ilerledi. Filtre kahve makinesini çalıştırdıktan hemen sonra gördüğü rüyayı anlatmak için birkaç arkadaşına mesaj attığı sırada aslında rüyanın anlatmaya değer bir tarafı olmadığını fark ettiyse de umursamadı. Kendisi de onlarınkini dinliyordu sonuçta, arkadaşlıklar dürüstçe ifade edilemeyen fikirlerin sonucuna hapsolmak için yok muydu? Haklılığına gülümsedi, bu günün güzel bir gün olduğunu düşündü ve tezgahta duran bir bardağa kahve doldurdu. İlk yudum için bardağı ağzına yaklaştırdığı sırada burnu “Dün papatya çayı mı içtin sen bu bardakta?” diye sordu fakat tam o sırada titreyen telefonu ilgi odağı olmuştu bile. Kaynama sıcaklığına çok yakın o ilk yudumun yüzünde genişlettiği gözenekleri fark etmedi.
Saat 12.30
Mutsuz insanların kalabalık şehirlerde birbirlerini daha rahat bulabilmeleri için tasarlanmış gri plazada öğle molası saati. Pek yemek yemez Serkan. “Aç değilim, bir sigara içeyim” demek hiç yoktan öz güvendir. İyi bir alışveriştir bu çünkü görece çok yiyenin az yiyene attığı sağlıklı yaşam tiradı da hiç yoktan öz güvendir. En son ölen kazanır, kaplumbağaların yüzünde bu mağrur ifadeyi görebilirsiniz. Bunların hiçbiri aklının ucundan geçmedi. Terasa çıktı, sigarasını tam yakmıştı ki önünden olanca albenisi, yalnız kuşların duyabileceği frekans aralığından kurtulup Serkan’ın radarına giren topuk sesi ve -anlaşılan o ki- Grenouille’le harbe tutuşan kokusuyla bir kadın geçti. Kadına doğru atamadığı birinci adım bugünlük öz güveninin sonuna geldiğini söyledi ona, pek de dostça olmayan bir kahkahayla. Serkan yaşayamayacağı bir hayatın hayalini kurmakla meşguldü o an, yüzünü fark etse öyle bakmazdı.
Saat 12.45
Toplumun her kesimden insanı hoş göreceği iddia edilen fakat sahibinin kendini bile hoş göremediği patolojik fakültenin prefabrikten bozma kantini. İdil o çok yemek istediği gofretin kalorisine baktıktan hemen sonra yeşil çay almaya karar verdi. Son 2 ayda 4 kilo alması zaten gergin olan ruh haline öz güvensizliği de ekleme tehdidinde belli ki, bir de bununla uğraşamaz şimdi. Tam da bu sebepten oturduğu altı kişilik masada gofret yiyenleri yerdi kısa bir müddet, herhangi bir besin değerine sahip olmayan o aşağılık gofreti arzulamanın anlamsızlığını da alaycı bir dille eleştirdikten sonra, kendisinin canının hiç çekmediğini de ekledi. Sabah rüyasını dinleyen insanlar şimdi de fikirlerini onaylıyorlardı, “Galiba bu insanlar sonsuza kadar dostlarım olacak” diye düşündü ve çayından öz güvenli bir yudum aldı, “Yanlışlıkla papatya çayı mı aldım acaba?” düşüncesinin bitiminde çay ağzıyla vedalaşmıştı bile. Bu hayattan alacağı son bir şey kaldı. Kaplumbağaları hatırlarsınız muhakkak, İdil kaplumbağalardan bir gün önce, Serkan’dan bir gün sonra ölmeyi planlıyor, yüzünü fark edecek gibi olduğunda da telefonuna sarılıp en sevdiği videoyu açıyor.
Saat 21.25
Tekel fiyatına içtiğiniz biranın bedelini sırtınızı yaslamanızı engelleyerek ödetmesi dışında pek de bir şey vadetmeyen sarı bar zincirinin kolunu denize uzatan şubesi. Herkes konuşuyor ama kimse iletişim kurmuyor. İnsanların ağızlarından çıkan kelimeler tavanda çarpışıp birbirlerinden özür diliyorlar, duyulmuyor. Barın tavanı zemininden daha kalabalık. Hayaller, yalanlar, inkar ve itiraflar var tavanda. Kafanızı kaldırdığınızda gördüğünüz anlık aydınlık bu yüzden, hayaller bu kadar gerçekle mücadele edebilmek için yüzlerden destek alıyor. Kendini fark eden yüzlerden.
İdil ve Serkan birbirlerinin yüzüne bakmıyorlar. İdil bağırmak istiyor ama ortamın sesinden dolayı sesi istediği etkiyi bırakmayacak. Serkan sohbet etmek istiyor ama gülümseyerek soru sorma öz güvenini plazanın terasında unuttu. Tartışmalarda haklı çıkmanın bazı kurnazlıkları vardır, önce havadan sudan konuşan taraf oyuna önce başlar çünkü bu, kişinin daha sonra aslında kavga etmek istemediğini iddia ederken kullanacağı kozdur. İdil bu yoldan gitmeyi uygun buldu, kazanmaktan ziyade başka yol bilmediği için. Fakat rakibi dünkü çocuk, çocuklar tartışmalarda kurşun geçirmez olur. “Ne söyleyeceksen söyle artık İdil, birazdan kalkmam lazım benim.” Bu görünmezlik pelerininde kaybolmaktan başka yol bulamayız, İdil bile bulamaz.
“Bana yalan söyledin, bisikletlerimize atlayıp papatya bahçesini görmeye gideceğimiz gün. Sonrasında da tepeye çıkacaktık hani. Daha tanıştığımız ilk zamanlar o tepeye yalnız çıktığımı söylediğimde hep söz vermiştin beraber çıkacağımıza. Ben o zamanlar epey suratsızdım tabii, bu dediğine sevinirsem büyük bir parçamı kaybederim sanmıştım, aksi gibi o kadar hafifletmişti ki benimle pedal çevirme fikrin, ancak seninle dalga geçerek renk vermeden kurtarabilmiştim kendimi o andan. Hayalinden kurtaramadım. Hayalinden kurtaramadığım her gün kaçmaya çalışırken fikrin realitesinden, ‘Bence gelme benimle’ dedikçe ben, bana bu yola ait olduğunu söyleyip durdun. Israr ettin hatta. Bana neden yalan söyledin? Tepenin tozunun papatyanın beyazına benzemeyeceğini hatırlattım sana. Futbol turnuvasının finalinde düştüğünde üstünün başının toz olmasından sonra kolunun çok acımasının konumuzla ne alakası vardı? Tepenin yokuşlarının terleteceğini söylediğimde hele, hala aklım almıyor, bacak kaslarının yedi kuşaktır bu tepeyi aşmak için adaptasyon geçirdiğini ne cüretle söyleyip beni gülümsetebildin? Daha bahçenin başında dönme çabalarına nihayet ikna olduğumda, dönüş yolunda bile bu dediklerini hatırlattığımda klasikleşmiş şakalarını bininci kez yaptığında yüzün nasıl kızarmadı?”
İkinci sigarasını yakmaya koyulmuştu Serkan. “İdil ne anlatıyorsun çözemedim güzelim. Kötü bir gün geçirdin galiba, takılma sen halledersin. Bu arada bugün şirketteki Burak soya fasulyesi miymiş neymiş onun faydasını anlattı bininci defa, gofret yemek bana bir fayda sağlamazmış, zararı bile varmış da bilmem ne. İçim bayıldı bütün öğlen dinlemekten, sen de uzatma şimdi ne olur.” Ayrılıkların en önlenemez hasarı kişiyi tanrılaştırmasıdır, karşınızdaki insanı kendiniz için öldürdüğünüzde, en tanrı özelliğinizi kuşandığınızda ruhunuza, sahip olmak istemeyeceğiniz kadar büyük bir öz güveni de yüklenmek durumunda kalırsınız vücudunuza ve bunu günde üç litre su içerek atmanız pek mümkün değildir. Tanrı olmanın rezaletini anlamaya başlamak zorunda kalırsınız. İdil gözlerinin birazdan epey ıslatacağı yüzünü fark etti, yaşlanmıştı. Serkan’ın alın çizgilerini fark etmek için birkaç günü daha vardı.
Saat 23.37
Halet-i ruhiyesini tanımlayamayan ilgiye muhtaç insanların hayatın tadını çıkarıyormuş gibi davranmaları gereken bordo barların hoparlöre en yakın masası. Serkan’ın üniversiteden en yakın arkadaşı da söz konusu kadınlar olduğunda kanaat önderi sayılamayacağını tek bakışta çaktırdığı için o masayı hak ettiler. Günlük depo edilen öz güven dozu eksi büyüme sergilemekte ısrarcıydı. Etil alkolün gövde gösterisi hesaba katılınca yan masadaki herhangi bir karşı cinse 18 dakika bakış sabitlemekte bir beis göremedi Serkan. Görülmeyen daha birçok şey vardı. Çıkışa en yakın masada birbirlerine sımsıkı sarılırken içlerinden ayrılacakları zamanı düşünen çiftin vahameti görülmedi mesela, amatör rock grubu solistinin ev kirasını denkleştirebilmek için tiksindiği bir şarkının sözlerine telefonundan baktığı, şarkıyı bağır çağır söyleyen kalabalık tarafından görülmedi ve talihsizliktir ki yan masadaki herhangi bir karşı cinsin yanındaki herhangi bir koruma kalkanı da gözden kaçmış olacak.
Serkan yüzünün fark etmediği bir yerine fark ettiği bir darbe yedi. Burnundan akan kan “Ağabey son otobüs 10 dakikaya kalkıyor yalnız” dedi. Garson gecenin son siparişlerini alıyordu.
dila abdulhayoğlu
Kapak Görseli: Pedro Correa
Kurgunun yapısı gerçekten sürükleyici ve içerik olarak yaptığı çağrışımlar sonrası için merak uyandırıyor bu da kendi adıma bir metinde aradığım.Daha farklı kurgular görmek dileğiyle.
Teşekkürler Dila.