Günümüzdeki dinamik ve teknoloji odaklı yaşama şeklinin kökenlerini irdelerken, insanoğlunun doğadan demire olan yolculuğunu anlatan akademik bir metin.



Birey, kendisini korumak ve kimliğini daha sağlam temellere inşa edebilmek için doğanın değişken yapısı içerisinde adapte olma mücadelesi verir. Eğer bu adaptasyon süreci başarısızlıkla sonuçlanırsa, söz konusu birey, doğayı kendi bakış açısına göre değiştirmeye çalışır. Kısaca söylenebilir ki ya birey doğaya hükmedecek ya da doğa bireye hükmedecektir. Söz konusu olan bu hakikat, insanlığın ortaya çıkışından beri insan ile birlikte yol almıştır ve almaya devam etmektedir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken, bu sürecin doğrusal olmayan bir çizgide ilerlediğidir. S. Merve İlbak’a (2012) göre insanlığın ilerleyişi sadece bilme arzusundan değil, aynı zamanda, oluşturulan normların, yaratılan kültürlerin ve inançların bir sonraki nesillere aktarılma arzusundan etkilenmektedir (s. 61).

 

 

Bu bağlamda, insanlığın ve doğa ile olan yakın ilişkisinin neden doğrusal bir çizgide ilerlemediği daha iyi anlaşılmaktadır. İnsanlığın erken dönemlerinde bireyin, doğaya hükmetmekteki yetersizliği görülmektedir. Bu yüzden, doğanın istediği gibi yaşamaya ve doğanın kurallarına göre davranmaya mahkûm kalmıştır. Ancak bilimsel gelişmelerin insanlığın sahip olduğu bilgi birikimiyle birlikte hızlanması, çoğalması ve çeşitlenmesiyle insanın doğaya hükmedecek güce kudrete, sahip olmaya başlayıp özellikle 18. yüzyıl içerisinde insanlığın bakış açısındaki değişimin keskinleştiği görülmektedir. 18. yüzyılda insan; devlet, din, ekonomi ve kültür içerisindeki bütün tarihsel bağlarından kopup özgürleştiği bir dönem olarak da adlandırılmaktadır (Simmel, 1969: 47). Elbette, bu dönemin bir başka önemli ve dikkat çekici özelliği ise insanın doğayla olan ilişkisinin değişimidir. İnsan daha önce hiç olmadığı kadar özgür olmuştur ve bu özgürlüğün sonucu olarak, 19. yüzyılda, işin ve iş gücünün uzmanlaştırıldığı ve örgütlenmenin başladığı görülmektedir. Toplumsal düzeydeki bu değişimler sayesinde insan, doğayı kendi arzularına göre değiştirmeye başlamıştır (s. 47). Peki, bu yüzyıllar içerisinde bütün bunlar yaşanırken insanoğlu ne yaşamıştır ki sonucunda daha güçlü bir konuma ulaşıp doğaya hükmedebilmeyi başarabilmiştir?

 

 

Toplumların makineleşmesiyle birlikte modernleşme süreci boyunca bireyi, toplumu ve ulusları doğrudan etkileyen büyük değişimler yaşanmıştır. Modernleşme (modernisation) doğrusal olmayıp süresiz olarak aynı yönde, pozitif, ilerler (Inglehart R.& Welzel C. 2010: 552). Dahası, modernleşme süreci her ne kadar 1929 Büyük Buhran dönemi gibi ekonomik çöküşlerden olumsuz şekilde etkilense de (s. 552) toplumların tekrar organize olup ülkelerin kalkınabilmesi için en önemli faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Modernleşme süreci sadece ekonomik boyutta değil, aynı zamanda sosyal yaşamın içerisinde kendisini çok farklı yönleriyle göstermekte olup sürekli olarak değişmektedir (Inglehart R. & Baker W.E. 2000: 22). Söz konusu olan bu ilerlemeci karakteristiğiyle modernleşme, toplumlara; eğitim seviyesi ve kalitesinin arttırılması, iş alanlarının uzmanlaştırılması, gelir ve ekonomik zenginliğin arttırılması ve daha birçok farklı alanda farklı gelişmelerin gerçekleşebilmesi imkânı vermektedir. Çünkü, modernleşme belirli bir seviyeye ulaştığı vakit kendisini radikalleştirerek toplumları değişime zorlar (Beck, U., Bonss, W., Lau, C. 2003: 1).

 

 

Bu durum insanın büyümesine benzetilebilir. Beden, insana faydalar sağlayan eylemleri gerçekleştirme konusunda daha becerikli hale geldikçe “yeni” (nouveau) birçok farklı sonuç ortaya çıkar. Bu bağlamda, toplumlar modernleştikçe daha önce tecrübe etmediği farklı özelliklere açık hale geldiği ve yeni kimlikler edinmeye daha fazla eğilim kazandığı söylenebilir. Çünkü, söz konusu olan yenilikler sadece toplumu oluşturan yapıların değişimiyle değil, aynı zamanda, toplumun yapı taşlarının değişimiyle ortaya çıkmaktadır (s. 1). Bu bağlamda, normal olarak kabul edilen her şeyin sorgulanması ve bu değişimler içerisinde bireylerin kendilerine yeni kimlikler ve anlamlar kazandırması (s. 4) önemli olup toplumların değişimleri bu faktörlerin doğal sonucu olarak görülmektedir (Karasevda, N. 2014: 30).

 

 

Modernleşme önceki yüzyıllarda edinilen tecrübelerin kaynağı olarak da düşünülebilir. İnsanın doğaya hükmedebilmesine önayak olan makineleşmenin, modernleşen yani bulunduğu çağın her çeşit ihtiyacını doyurabilen ya da doyurmaya çalışan toplumlar için vazgeçilmez olduğu ifade edilmesine rağmen (Van den Berg, et al. 2007; Yamauchi, F. 2016) 20. yüzyılın gelişiyle toplumların daha da büyüdüğü, genişlediği ve kompleksleştiği görülmektedir. Makineleşmenin kalabalıklaşan ve gittikçe kompleksleşen toplum yapılarının ihtiyaçlarına karşılık verememesiyle birlikte modernleşmenin sürdürülebilirliği tartışma konusu haline gelmiştir. Bu tartışmaların sonucunda modernleşen toplumların çağın gereksinimlerine ayak uydurabilmeleri ve söz konusu sürecin sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesi için globalleşmenin, yani dünyaya açılmanın büyük bir önem kazandığı görülmektedir.

 

 

Globalleşme (globalisation), uluslararası sınırların ötesinde artan sayıda sosyal sürecin var olduğu bir kavramdır (Beck, U. 2000: 80). Globalleşme, farklı yerlerdeki farklı insanların bir arada olabilmesini imkânlı kılan bir kavram olmasının dışında günümüzün en çok tartışılan konularından biridir (Kellner, D. 2012: 286). Bundan dolayı, modernleşme süreci içerisindeki toplumların karşılaştığı bu kavramın; coğrafi konum, dil, ırk, din, kültür ve normlar açısından değerlendirildiğinde birden çok anlama sahip olduğunun görülmesi, şaşırtıcı gelmemelidir. Globalleşme hayatımızı etkilemektedir. Globalleşme ekonomik, sosyal ve politik alanlarda tarım ve endüstriyel toplumlardan modern toplumlara geçişte birçok alanda etkili olmasının (Beck, U. Bonss, W. & Lau, C. 2003: 6) dışında teknolojinin de modernleşen bir toplumda çok önemli bir role sahip olduğu görülmektedir.

 

 

Bu konu kapsamında ifade edilebilir ki global medya ve komünikasyon sistemleri bizlere uluslararası sınırların ötesinde birçok konuyu birçok farklı insanla tartışma imkânı yaratmaktadır (Merryfield M. M. & Kasai M. 2004: 354).  Bunun sonucunda globalleşme, bilginin daha hızlı ilerleyip büyümesine ve çoğalmasına imkân tanımakla birlikte insanların dünyanın her yerinde sadece tek bir kültür ve bilgi kaynağı görmemesini de sağlamıştır. Bu bağlamda, her ne kadar globalleşme teorik düzeyde uygulamaların, toplum bilincinin ve sosyal yaşamın dünya çapında yaygınlaşmasını vurgulayıp (Ritzer, G. 2010: 574) yakın geçmişte öne sürülmüş modernleşme teorilerinin eksiklerini kapatmayı amaçlasa da R. Heiskala’nın çalışmasında (2011) tarım merkezli faaliyetlerden uzaklaşıp endüstriyelleşen toplumların post-endüstriyel döneme geçişi sırasında globalleşmenin daha net bir şekilde görüldüğünü ifade etmesiyle (s. 11) modernleşme ve globalleşmenin hem teori hem de uygulama aşamasında birbirleriyle yakın ilişki içerisinde olduğu açıkça görülmektedir.

 

 

Sonuç olarak, özellikle 18. yüzyıldan itibaren gün geçtikçe daha da özgürleşen bireyin, doğaya karşı ayakta durabilmesinde ve doğayı kendi arzularına göre şekillendirebilmesinde modernleşmenin önemli olduğu; modernleşme süreci içerisindeki bireylerin ve elbette, toplumların yeni bir kimlik ve anlam kazanma arzusu içerisinde değişime uğradıkları; yine aynı süreç içerisindeki toplumların söz konusu mücadeleyi devam ettirebilmesinde, mücadelelerinin süreklilik kazanabilmesinde, globalleşmenin de en az modernleşme kadar önemli olduğu görülmektedir.

 

 

 

deniz devrim karabulut


Kapak Görseli: Ada Zielińska

Kaynakça: 

  • Beck, U. (2000). The cosmopolitan perspective Sociology of the second age of modernity. The British Journal of Sociology, 51(1), 79–105
  • Beck, U., Bonss, W. & Lou, C. (2003). The Theory of Reflexive Modernization: Problematic, Hypotheses and Research Programme. Theory, Culture & Society, 20/2: 1-3
  • Heiskala, R. (2011). From modernity through postmodernity to reflexive modernization: “Did we learn anything?”. International Review of Sociology, 21(1), 3-19
  • Inglehart R. & Welzel C. (2010), Changing Mass Priorities: The Link Between Modernization and Democracy, Perspectives on Politics, 8/2: 551-567
  • Inglehart, R. & Baker W.E. (2000), Modernization, Cultural Change and the Persistence of Traditional Values, American Sociological Review, 65/2: 19-51
  • İlbak, S.M., Küreselleşmenin İnsana Müdahalesi, Dil ve Edebiyat Kültür Dergisi, 42 (2012): 61-64
  • Karasevda N., Modern Türk Aydını, Dil ve Edebiyat Kültür Dergisi, 69 (2014): 30-34
  • Kellner, D. (2012). Theorizing Globalization. Sociology Theory, 20 (3), 285-305
  • Merryfield, M. M. & Kasal, M. (2004). How are teachers responding to Globalization?, Social Education, 68(5), 354-359
  • Ritzer, G. (2010), Sociological Theory (8th edition), New York: McGraw-Hill
  • Simmel, G. (1969). The Metropolis and Mental Life. Sennett, Richard (ed.) Classic Essays on The Culture of Cities (pp. 47-60). New Jersey.
  • Van den Berg, et al. (2007). The Impact of Increasing Farm Size and Mechanization on Rural: Income and Rice Production in Zhejiang province, China. Agricultural Systems, 94 (3), 841-885
  • Yamauchi, F. (2016). Rising Real Wages, Mechanization and Growing Advantage of Large Farms Evidence from Indonesia. Food Policy, 58, 62–69.