Çocukluk döneminde varlığını hissetmenin önemi nedir? Toplumda birey bilinci nasıl aşılanabilir?


 

 

Bu denetim odaklı korku kültürünün farkına varıp denetim odaklı korku kültürünün nasıl bir baş belası olduğunun farkına varılmadan bir yere adım atılamaz. Yani genellikle toplumda olan bitene bakıp bu olan biten olmasın, efendim; “Toplumda şiddet var, şiddeti yok edelim.” tavrı… Böylelikle sonuca bakıyorsun, ortaya çıkmış bir sonuç var. Hoşuna gitmiyor o sonuç. “Onu yok edelim. O şiddeti ortaya çıkaran davranışı yok edelim.” diyorsun. “Ne yapalım?”, “Kanunlar getirelim, o şiddeti gösterenleri hapishanelere tıkalım.” Burada sorulmamış bir soru var. Bu niye ortaya çıkıyor? Niye ortaya çıkıyor? Neden bu davranış ortaya çıkıyor? Bunu anlamadıkça kanunlarla o davranışı cezalandırmak tabiri caizse, özür dileyerek söylüyorum, çok salakça bir yaklaşım tarzı. Bilimsel değil. Ondan dolayı da çözmez. “Ah, vah! Hâlâ adam olamadılar bunlar!”, “Arttıralım cezayı!”, “İdam olsun efendim, idam olsun!” Yine çözmez. Daha çok hapishane yapman gerekir. Onun için yani tıpta da hastalığı tedavi etmek için bir tanı koymak lazım, “Neden oluyor bu?” şeklinde bir yaklaşım içerisinde. Aynı şeyin insan hayatında da olması lazım. O nedenle; bu denetim odaklı korku kültürü nereden geliyor, niçin var, niçin tutmuş ve devam etmekte ısrar ediyor, anlamadıkça o zaman, denetim odaklı korku kültürünün ürettiği sonuçları ailede, eğitimde, birçok yerde bunu yaşamak durumundasın.

 

Denetim odaklı korku kültüründe hiyerarşi çok önemli ve “Ben.” diyen birisi var. Güveni orada buluyor bu güçlü kişi. “Ben!” diyor. Öbürü de bekliyor ki ilişki içindeki “Evet efendim, siz!”, “Sayın müdürüm.”, “Sayın öğretmenim.”, “Değerli babam.”, “Pederim. İlişkilerde sürekli bir güçlü var, bir de güçsüz var. Güçlü; sözünün dinlenmemesinden korkuyor, gücünü kaybetmekten korkuyor. Ondan dolayı sürekli denetlemeye çalışıyor. O bakımdan ilişkisinde karşıdakini mutlaka güçsüz bırakacak şekilde, farkına varmadan, bir ilişki kuruyor. O nedenle boynuz kulağı geçmesin istiyor, çırak ustadan daha iyi olsun istemiyor. Üniversitedeki profesör asistanı kendinden daha iyi olsun istemiyor. Böyle bir potansiyel gördüğü zaman onu asistan olarak almıyor. Bu kadar basit bana göre. O nedenle, ben böyle bir cevap vermek istiyorum ona. Bu motivasyon yapısı ne zaman değişebilir? Bu gelişmiş uygar toplumlarda gördüğümüz ne? Ben hakikaten şunu gördüm; üniversite öğretim üyesi ısrarla doktora programındaki öğrencilere kendisinden farklı düşündükleri zaman iyi not alacağını hissettiriyor.

 

Ben ilk ödevimi yaptığım zaman doktora programında, University of Illinois at Urbana-Champaign’de 35 sayfa falan yazdım ve muazzam bir araştırma yaptım, götürdüm. Adam “Orta.” dedi. Söylediği not şuydu: “Burada seni göremedim.” dedi. “Çok güzel araştırma yapmışsın, özetlemişsin. Ama senin düşünceni göremedim.” dedi, “Sen neredesin?” Ulan ben şimdiye kadar kendimi gösterdiğim zaman tokat yedim! İlkokulda da, ortaokulda da, lisede de, üniversitede de… “Sen kimsin ki?” “Bana öbürlerinin düşündüğünü söyle.” diyor. Biz de onu yaptık. Senin düşündüğünü söyleyeceksin ama sen bütün bunları bilerek konuşacaksın. Ne kadar önemli! Onun için benim önerim, bizim “aydın” insanlarımızın denetim odaklı korku kültürünün ne olduğunun; bu denetim odaklı korku kültürü ailede ne yapıyor, eğitim sistemimizde ne yapıyor, din hayatımızda ne yapıyor farkına varması. Toplum olarak denetim odaklı korku kültürünün değerleri ile mi yaşayacağız, korkulacak insan bulup “Evet efendim!”, “Siz!” mi diyeceğiz yoksa paylaştığımız temel değerlerle liderimizi mi keşfedeceğiz meselesi var. O zaman “biz”in lideri olma durumu var. Bunlar benim halkımın farkında olmadığı şeyler değil.  

 

Tasavvuf kültürüne baktığın zaman “Canın büyüğü küçüğü olur mu?” diyor, “Allah her birine bir can vermiş. Vurma kuşu!” diyor. Buradaki “bir” bilincini görebiliyor musun? İnsan, kedi, köpek, kuş, solucan, sümüklü böcek; “Biz” diye bir şey var. Bir tür bir saygı var orada. Yaşama saygı var. Bu değer paylaşıldığı zaman, o zaman başka türlü bir güven oluşmaya başlar.

 

Esnaf da bunu bilir. Sadık mıdır? “O adam yazsın, isterse peçete kağıdına yazsın, versin; senet olarak kabul ederim.” der. “Ona güvenirim.” der. İşte o adam liderdir. Böylelikle değerlerden gelen bir güven var. Neden? Çünkü o kişi kendi tanıklığını keşfetmiştir, gözüne hesap veren birisidir, hiçbir zaman satılık olamaz. Çünkü bilir ki yok olur, hayatının anlamı kaybolur. Onun da bedeli yok. O bakımdan bizim, hakikaten, her bir annenin babanın kendi ailesindeki temel değerleri keşfedip beş altı temel değeri yaşatarak çocuk yetiştirmesi; sınıfa giren her bir öğretmenin sınıfa girdiği zaman yaşatmak istediği temel değerler var.

 

Burada bir anımı söylemek istiyorum; bir konferans veriyorum Anadolu’nun bir şehrinde. 600 kişilik salon, 850 kişi var içeride böyle tıklım tıklım. Dedim “Konuşmaya başlamadan önce bir varsayımımı kontrol etmek istiyorum.” “Bana öyle geliyor ki” dedim “biz şöyle bir şey söylüyoruz toplum olarak: ‘Kul hakkı önemlidir.’ ‘Kul hakkı yememek lazım.'” “Bana öyle bir izlenim var.” dedim, “Doğru muyum acaba?” “‘Yok biz öyle bir toplum değiliz, öyle bir şey söylemiyoruz.’ mu diyorsunuz yoksa?” “Çünkü” dedim “Mezara konmadan önce ‘Hakkınızı helal ediyor musunuz?’ diye de soruyorlar.” “Doğrusunuz hocam.” dediler “Kul hakkına önem veren bir toplumuz.” “Tamam,” dedim “onu bilmek istiyorum.” “Bakın,” dedim “benim bu konuşmam bitecek.” “Sonra” dedim, “kitap imzalatmak isteyeceksiniz, fotoğraf çektirmek isteyeceksiniz, o zaman sizi gözleyeceğim; kul hakkına riayet ediyor musunuz, etmiyor musunuz.” dedim. Önceden söyledim. Bitti ve ondan sonra sıra oluşması lazım. Bakıyorsun; müdür en öne geçiyor, gençler çocuklar böyle hemen itiliveriyor böyle. Bakıyorum “Hani kul hakkı?” diyorum, “Hocam… ehehe…” falan filan. “Onlar” diyorum “hakka sahip değil mi, onlar kul değil mi?” Çünkü öğrenci, çünkü yaşça küçük. Konuşulan değerler başka, yaşatılan değerler başka… Utanılacak bir durumumuz var. baktığın zaman. Utanmamız da lazım bence. Liyakat çok önemli. Değer mi yoksa tanıdık, bildik, ahbap mı işe alınıyor? Bu değerler konusunda konuşmamız lazım.

 

Hiç kimseyi suçlamamak lazım; bu toplumca bizim, hepimizin sorumluluk alması gereken bir şey. “Şu şunu şöyle yapıyor da, bu bunu böyle yapıyor.”dan dolayı değil bu. Partiler üstü bir durum bu.

 

Uygarlık paylaşılan değerler, demektir. Teknolojiden falan oluşmaz. Paylaşılan değerlerdir. Kul hakkının önemli olduğu bir toplum müthiş bir uygarlık kurar. Ama lafta değil gerçekten değerliyse.