Geçmişte bir dönem yoğun olarak icra ettiğiniz müziğin sonrasında hayatınızın merkezinde yer alan beyne etkisi nasıldır?
(Eliyle metal işareti yapıyor.) Hemen metalci işareti yapalım… Ben valla metalci bir adamım. Hâlâ da çok şükür metalciyim, yani bu konuda bir değişiklik yok. Bu da işte bir aşk, tutku… Küçük yaşta… Nereden başladığını hatırlamıyorum ama TEDx konuşmasında anlattığım doğru, Eye Of The Tiger’daki cart cart cart sesini duyunca dedim abi “Benim bu sesin ne olduğunu öğrenmem lazım.” falan diye Rocky 4 filminden esinle. O zamanlardan gelen böyle bir sert müzik aşkı her zaman var. Fakat çok farklı çeşitlerde müzik seviyorum ve hatta yapmaya çalışıyorum.
Mesela Klasik Batı Müziğini çok seviyorum, türküleri çok seviyorum. Mesela Türkiye’de benim kadar Kubat hayranı azdır herhalde, Kubat’ı ezbere bilirim, her şeyini. Yani güzel müziği sevmenin; özellikle de isyankâr, baskılı, böyle biraz zorlayıcı müzikleri sevmenin kesinlikle insanın hayatına etkisi var. Her “metalci”ye böyle olmuyor ama benim etrafımdaki dostlarımın çoğu, kendileri bilmese de “rocker” tipler. Çünkü hayatları öyle. Belki şanssız bir hayat geçirip rock müzikle benim gibi karşılaşmamış olabilirler ama onların içinde bir rockçı var, onu biliyorum.
Benim uğraştığım müzik… Müzikle uğraşma nedenim temel olarak zihnimi düzene sokmak. Benim zihnimdeki olan şeylerin bir kısmını sözle anlatabiliyorum, bu kolay kısmı. Ama bazı şeyler var, bu söze dökülemiyor. Bunlar özellikle karmaşık duygular, karmaşık istekler, arzular, işte anlam arayışları, şunlar bunlar… Müzik burada çok güzel. Tabii resim de öyle ama müziğin çok ayrı bir yeri var. Çünkü müzik… Mesela şöyle düşünün; üzgün olduğunuzda, eve gittiğinizde böyle bir tablonun karşısına geçip ağlamıyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Bir müzik açıyorsunuz değil mi? Havaya giriyorsunuz. Üzgün anınızda size müzik eşlik etsin istiyorsunuz. Aslında baktığınızda garip bir şey yani, üzgünken neden gidip damardan, acılı şeyler dinlersiniz yani açın neşeli bir şeyler, neşemizi bulalım değil mi? Şunun için yapıyoruz onu; eve gidip o müziği dinlerken diyoruz ki “Bu besteyi yapan kişi beni anlıyor. Aynı ruh halini taşıyor.” Bir iletişim yöntemi yani, onunla hemhal oluyorsunuz, bir dert paylaşıyorsunuz o kişiyle. Müslüm Baba için, rahmetli, niye insanlar kendilerini kestiler mesela? O duygudaşlığı hissettikleri için.
Müzik her türüyle, bazı türlerini hariç tutacağım ama burada isim verince kavga çıkar şimdi, bazı müzik türleri gerçekten müzik değil bana göre, saçmalık yani… Ama isim vermeyeyim, kimseyi gücendirmeyelim. Genel olarak müzik duygu dünyasından tüten duman gibi ve o sizin duygularınızı çok rahat harekete geçiriyor. Müzikle duygu ifade edebilmek ise muhteşem bir hediye. Bunu bir yerde yakaladığınızda bu asla sizi bırakmaz, ömrünüzü asla onsuz geçiremezsiniz. “Bir dönem enstrüman kursuna gitmiştim, şimdi artık çalmıyorum.” diyorsa bir insan onun tadını hiç almamış demektir, sadece mekanik bir iş yapmış demektir.
Müzik bir yerden hayatınıza dokununca asla bırakmaz. Üsküdar Üniversitesi’ndeki bir öğrencim, seyrederse Hazal’a da buradan el sallıyorum, bir araştırma yaptı. İlkokul düzeyindeki, ilkokul 3 çocuklarının enstrüman eğitimi alanlarla almayanların okul becerilerini karşılaştırdı. İnanılmaz bir fark var, özellikle erkek çocuklarda inanılmaz pozitif etkili. Enstrüman çalmanın sadece bu etkisini görsek işi gücü bırakıp bütün çocuklara müzikle uğraşacakları bir ortam yaratmaya çalışırdık. Elbette yüzde yüzü müziğe yetenekli olmayabilir, yatkın olmayabilir, sevmeyebilir ama müzikle uğraşabilecek her çocuğa bu imkanı vermek çok önemli bir görev. Kendimden biliyorum, müziksiz bir hayat düşünmem mümkün değil ve bu müziğin de bizi çok güzel şekillendirdiğini düşünüyorum. Gene gelsem gene metalci olurdum, onu da altında ilave edeyim bu arada, metal güzeldir.
Ek soru: Klişeleşmiş bir konu olan klasik müziğin beyne etkileri konusunda siz neler söyleyebilirsiniz?
Çok önemli bir konu. Şimdi mesela “Hamburger mi faydalıdır, brokoli mi faydalıdır?” var ya yemekleri tartışmada; hamburger bazen çok faydalıdır kardeşim, canın istedi mi ayda bir iki neyse onu bir gömçüreceksin. O hamburgeri yediğinde aldığın lezzetin şifalı bir tarafı var. Ama her öğün hamburger yersen vücudun çöpe döner. Malum Super Size Me belgeselini seyreden herkes gördü yani, adam bir ay hamburger yedi, hali ne oldu…
Brokoli meselesi, çocuklar brokoliyi sevmiyorlar değil mi? Niye? Tadı tuzu pek yok, öbürü gibi cezbedici bir görüntüsü yok, tadı yok. Fakat brokoliyi neden yememiz lazım? İleride daha sağlıklı yaşayabilmek için sağlıklı beslenmek adına, sadece brokoli değil işte yeşillikler, sağlıklı gıdalar… Bunlar da her gün yenmez, insanın içi bayılır yani. Arada bir hovardalık yapmak da lazım. Müzik türleri de böyle.
Mesela ben şimdi, bu new core denen, bu progressive rock denen müziğe son zamanlarda çok merak sardım. Bütün kafamın çalışma biçimini değiştiren bir şey çünkü zor bir müzik. Pop müzik dinlediğinizde, standart rock müzik dinlediğinizde nasıldır? Giriş vardır, sözler vardır, nakarat vardır, sözler vardır, solo vardır, sözler vardır, nakarat vardır, bitti. Böyle bir kalıbı var. Beynimiz burada çok rahat ediyor. Bu kalıp bizi eğlendiriyor. Ama bir klasik batı müziği eseri, biz saz semaisi, bir progressive rock parçası dinlediğinizde “Abi burada ne oluyor?” diye iki üç kere dinlemeniz gerekiyor. Beyninizin onun ritmini, onun mesajını anlayabilmesi için oraya odaklanması gerekiyor.
Klasik müzik brokoli gibi. Beyninizi sağlıklı ve dinç tutar, arada yiyin. “Ben hayatta brokoli yemem.” diyen adamın bir yeri patlar, anlatabildim mi? Yarın bir gün bağırsak mağırsak bilmem ne sorunundan erkenden gider. Arada hiç olmazsa, beyni beslemek açısından bu zor müziklere bakmak lazım. Ama arada eğlenin canım. Yani arkada zaten her gün çalıyor tın tın, radyoyu açıyorsun çıstırı çıstırı her türlü müzik. Aleyna maleyna, ben bile öğrendim yani. Her türlü arkadaş çalıyor.
Müzik olarak sadece bunları dinlemek her gün hamburger yemek gibi, beynimizi pörsütür, zihnimizi pörsütür. Sadece beynimizin fiziksel küçülmesinden bahsetmiyorum, iletişim yeteneğimizi, entelektüel yeteneğimizi, düşünme yeteneğimizi, hayal gücümüzü, her şeyimizi dağıtır. Moonlight Sonata‘nın o bütün momentlarını, bütün bölümlerini bir oturuşta dinleyebilecek bir babayiğidin bu dünyada çözemeyeceği sorun yoktur. Otursun, Moonlight Sonata‘yı yazsın şimdi Youtube’a, bundan sonra dinlesin ama bütün bölümleriyle, zordur. Bir Mozart eseri, işte herhangi bir tanesi, bir Divan-ı Kebir saz semaisi otursun dinlesin, sıkılacaktır ilk başta, “Yeter ulen!” diyecektir. Çünkü modern zamanda nedir, çarpıya basıp kapatıyorsun, bir sonraki şarkıya geçiyorsun. Hayır, o müzisyenin anlatmak istediği bir şey var, müzik onunla iletişim yöntemi. Eğer anlatmak istediği şey dıpçık dıpçık ritim eşliğinde “Senin için yanıyorum, ölüyorum”sa bunu anlamak için çok enerji sarf etmeye gerek yok. Ama bir Moonlight Sonata‘da ay ışığının müziğe dökülmüş halini duymadan ölmeyin derim.