Müziğin kültür ve medeniyetin inşasındaki rolü nedir?


 

Müziğin kültür ve medeniyet inşasında bir rolü var, bir de aslında o medeniyeti tanımlamada bir rolü var. Ben kimim meselesine, dinlediğin müzikle cevap verme konusuna giriyor. İşte 19. yüzyılda yaşamış bir gurme ve felsefeci vardı; ne yersen osun, diyen Jean Anthelme Brillat-Savarin, daha çok ona atfedilen bir laf. Ben, ne dinlersen osun, diyorum genelde. Çünkü gerçekten dinlediğimiz müzik veya müzik türleri, bizim kim olduğumuzu tanımlayan şeylerden biri. Fakat bir kültür inşa etme konusu aşamasında müzik kurumlarının mesela, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki müzik kurumlarının Batılı anlamda konservatuarların, operaların, tiyatroların olması gerekliliği çok önemli bir adım. Fakat unutmamak lazım ki bu tepeden inme bir adımdı; tepeden inmeseydi de Türkiye’de olmayacaktı. Bu kadar basit. Yani biz Dünya müziği açısından, herhalde ne bileyim bir Afganistan ile aynı yerde olacaktık. O bakımdan nerede olmak istediğimizi, kim olmak isteğimizi, yüzümüzü nereye döndüğümüzü, yüzümüzü bir yerden bir yere dönmekten çok, akıl ve bilimin yol gösterdiği dünyaya ait olduğumuzu göstermek açısından, nasıl bir müzik hayatı istediğimiz çok önemli bir gösterge aslında. Fakat bu çok sesli müzik kurumları operalar, senfoni orkestraları, Cumhuriyet’in seksen küsur yılında ne kadar işe yaradı? Onu da ciddi sorgulamamız lazım. Hâlâ belli bir sayıda insana hitap eden kurumlar olmasına, -tabi ki eğitim sisteminde de daha önce konuştuğumuz- işte eğitim sisteminde yer almayışını, müziğin çok zayıf bir şekilde yer alışının, çok marjinal bir şekilde yer alışının da önemli bir payı var mutlaka.

 

Ama kurumlar, kurumlar da bir paylaşma kültürü konusunda çok fazla aktif olamadı ve o konuda değişim rüzgarları var şu anda, fakat kurumları şimdi yok etmeden ve kaybetmeden ki bu da gerçek bir tehlike bugünün Türkiye’sinde, bu kurumları bir şekilde tamir edip yeni bir paylaşma kültürüyle, aslında daha çok kişiyle paylaşmamız lazım. Yoksa müziğin kendisine ihanet etmiş oluyoruz. Evet yukarıdan geldi, iyi ki gelmiş tamam, yine çok sevmediğimiz laf, elitist bir kavram olarak yerleşmiş fakat bu müziğin kendisine bence çok büyük bir ihanet. Onu öyle görenler.


Unutmamak lazım ki Türkiye’de klasik müziğin kurumsallaşması, bir ideolojinin bir parçası olarak geldi. Fakat müzik bir ideolojinin tekeline alınamayacağı kadar büyük bir şey. O ideolojinin paketiyle gelir ama ondan sonra yayılmaya başlar.


O yayılmayı gerçekleştiremedi klasik müzik, Türkiye’de. Bence kaybedilen en büyük fırsattır. Türkiye’yi; birbirini dinleyen, ahenk içinde, huzur içinde yaşayan ille birbirine bağırarak değil de konuşarak veya farklılıklarını âhenk içerisinde yaşayabilen bir toplum olmasında çok büyük bir rol oynayabilirdi, müzik. Hâlâ oynayabilir, fakat o konuda yapılması gereken şeyleri aslında şahısların ve kurumların yapması lazım, bu eğitim sisteminde. Yarın sabah yani cumhurbaşkanı veya Milli Eğitim Bakanı kalkıp; ya bu müzik çok önemli bir şeymiş ya, bu da en önemli, biz, zorunlu ve en çok zaman ayırılan ders yapalım, demeyeceklerine göre, onu yine bizler yapacağız. Unutmayalım ki klasik müziğin Türkiye’de kurumsallaşmasını gerçekleştiren ideolojinin içinde, benim bugün müzik şunu yapabilir, bunu yapabilir dediğim; mesela ötekileştirmeme, gerçek demokratik kültürü yerleştirmek için müzik çok önemli bir şey, derken ben, unutmamak lazım ki bu müziği Türkiye’ye getiren ideolojide ötekine yer yoktu. Evet, yoktu. Hepimiz aynı olacaktık filan, o da çok gerçekçi değil. Ama böyle bir şey hediye edildi bize. Şimdi bunu tepe tepe kullanmanın zamanı artık.