Detayların Gücü, TEDxHaydarpasaHighSchool
Bugün sizlere farklı bir hikaye anlatacağım. Bu hikayenin farklı olmasının sebebi, aslında hepimizin ortak hikayesi olması. Bugün size merak duygumuzu ve bilimsel devrimlerimizi anlatacağım.
Binlerce yıl önce kafamızı göklere kaldırmamız ve sorular sormamız ile başlayan ve ardından sorulara cevaplar, cevaplar ve yeni cevaplar vererek devam eden ve hala da devam etmekte olan muazzam bir öykü. İnsanın bilinmezden bilime olan öyküsü. Hadi başlayalım.
Ekranda 2 ayrı model görüyorsunuz. Basit gibi görünse de aslında gördükleriniz çok büyük bir devrimin portresidir.
Solda görmüş olduğunuz model, Dünya merkezli evren modelini ve sağda görmüş olduğunuz modelse Güneş merkezli evren modelini temsil ediyor. Dünya merkezli evren modeli milattan önce 3. yüzyılda Aristoteles tarafından ortaya atıldı ve 16. yüzyılda Copernicus’un Güneş merkezli evren modelini anlatan kitabı yayınlanana kadar dünya genelinde kabul gördü. Peki ben neden size bunları anlatıyorum?
Aristoteles, bu modeli ortaya attı ve onun ardından Ptolemaios, modelin fiziksel ve matematiksel açıklamasını yaparak. Kitab-ı Mukaddes’e uygun bir dille yorumladı. Bunun üzerine Kilise , dünya merkezli evren sistemini mutlak gerçek olarak kabul etti ve böylece başta Avrupa olmak üzere hemen hemen tüm dünyada yaklaşık 16. yüzyıl boyunca bu düşünce kabul gördü. 16. yüzyıl boyunca yaşayan milyarlarca insan, gerçeği asla bilemeden yaşadı ve öldü.
Copernicus, böyle bir dünyada doğdu, büyüdü. Tutkusunun peşinden gitti
bir rahip olmasına ve Kilise’nin görüşlerine tereddütsiz şekilde inanmak zorunda olmasına rağmen hayatı boyunca gerçeği aradı ve imkansızı başardı. Yunan ve Arap bilimcilerin buluşları ve kendi gözlemlerini birleştirerek yazdığı kitabının yayınlandığı gün, hayatı boyunca araştırdığı, merak ettiği, aşık olduğu bu evrenden ayrılmıştı.
Fakat bedenler ölse de fikirler asla ölmez. Kopernik çok büyük bir devrim başlatmış, kendinden önce bilinen tabuları yıkmış ve pek çok insana ilham kaynağı oldu ve bilimin Copernicus’la başlayan o devrimci ruhu devlerin omzunda yükselmeye devam etti. 19. yüzyılda başlayan sanayi devrimi ile yapay gücün keşfedilmesi, üretim ve endüstri çağını başlattı ve pek çok kavram ortaya çıktı.
İşte hepimizin bildiği bir kavram,yapaylık.
Yapaylık, sözlük anlamıyla “Doğadaki örneklerine benzetilerek insan eliyle yapılmış, suni” demektir. Burada vurgulanmış mühim bir kısım var, doğadan ilham alma yani biyomimetik.
Her ne kadar biyomimetik son zamanlarda gündemde olan bir kavram olsa da, aslında tarım devriminden dijital devrime kadar insan üretiminin her noktasında var olan içgüdüsel bir ilkedir. Fakat bilimin gelişmesiyle beraber, biyomimetik yepyeni boyut kazandı. Doğadan ilham alan insan, artık gözünü doğadaki en gelişmiş canlıya çevirdi: İnsana ve insan zekasına. Artık yapay insanlar, yapay zekalar üretiyoruz ve sanayide yepyeni bir devrimi gerçekleştiriyoruz. İlk sanayi devrimi, yapay gücün keşfi ile ortaya çıkmıştır ve ikinci sanayi devrimi de yapay zekanın keşfi ile devam etmektedir. Bu bir biyomimetik devrimidir ve bana kalırsa insan üretiminin gelebileceği son noktadır. Çünkü artık tekilliğe yaklaşıyoruz.
Bu görmüş olduğunuz grafik, yapay zeka ve insan zekasının gelişimini karşılaştırıyor. Görmüş olduğunuz gibi, insan zekasının evrimi çok yavaş bir ivmeyle gerçekleşirken, yapay zeka devrimi muazzam bir ivmeyle yükseliyor. Muhtemelen Z kuşağı dediğimiz 1995 sonrası doğanlar bu olaya şahitlik edecek.
Ve işte binlerce yıl önce kafamızı göklere kaldırıp detayların gücünü keşfetmemiz ile başlayan o merak duygusu bizi bu noktaya getirdi. Belki yepyeni bir başlangıç, belki de bir son, bunu kim bilebilir? Ama bildiğimiz bir şey var, hala çıldırasıya merak ediyoruz. Belki de binlerce yıldır devam etmekte olan savaşın, sonunu!
yusuf ikbal aldemir
Ekim 2018 / İstanbul