İletişim çağı ile gelen yalnızlığın ve kopukluğun izlerini sürerek yazılmış, irdeleyici bir metin.


 

Bu cümleleri sizlere sunarken aklıma çocukluğumda ki yemek sohbetleri, evdeki büyüklerimin o kısa yemek vakti boyunca verdiği öğütler ve anlattığı birbirinden eğlenceli anılar geliyor. Ailelerin akşam yemeklerinde herkesin o masada bulunmasını istemesini şimdi daha iyi anlıyorum, mutfağa geçerken babamın açık olan televizyonu kapatması ve mutfakta derin sessizliğin tatlı sohbetlere yol açtığı akşamları hatırlıyorum. Neden böyle bir giriş yaptın diyeceksiniz? İzninizle sizlere bir soru sormak istiyorum, kaçınız akşam yemeğinde televizyonun sesini duymadan, ellerinizde telefonlar olmadan aile üyelerinin yüzlerine bakarak yemek yiyorsunuz? Yalnızca çocuklar alınmasın üstlerine, aynı soruyu aile fertleri de alınsın. Kaç ebeveyn yemek masalarına geçerken telefonla yaptığı iş görüşmelerini bir kenara koyarak eşlerine ve çocuklarıyla vakit geçiriyor?

 

Bu soruların cevaplarını hepimiz iyi biliyoruz. Bu cevapların arkasında yatan bir kötülük var. O kötülük ne diye soracak olursanız, o kötülük ‘sosyal medya’ adı ile bilinen çağımızın belası ve hastalığı.

 

Bir süre önce eski gazete kupürlerine göz gezdirdim ve trafik kazalarının sebepleri arasında; aşırı alkol, dikkatsizlik, aşırı hız ve bilinçsiz sollama olduğunu tespit ettim. Son üç yılın gazete kupürlerine baktığım zaman ise trafik kazalarının sebepleri arasına bir yeni kardeş eklendiğini gördüm. Bu kardeşin adı ‘sosyal medya bağımlılığı’.

 

 

İlk telefon kullanım bağımlılığımız hatırlarsınız ki telefonlarımıza eklenen oyunlar ile başlamış, iş molalarında ve yemek sofralarında bu oyunlar aracılığı ile birbirimizle ve iş arkadaşlarımızla yarışmıştık. Şimdi ise sosyal medya uygulamalarıyla birbirimizle başka kulvarlarda yarışmaya başladık. Gittiğimiz restoranlar, bindiğimiz arabalar, aldığımız hediyeler, arabalar ve hazırladığımız akşam yemekleriyle birbirimize havalar atıyor, yaşadığımız anları naklen paylaşıyoruz.

 

Akşam eve geldiğinde babamın ilk işi oturma odamızda ki perdeleri kapatmak olurdu. Bu bizim kültürümüzde gizliliğin bir parçasıydı. Babaannemin yemek yaparken kokusunun komşuya gitmemesi için uğraştığını, gitmişse de onun için hazırlanan tabağı götürdüğüm günleri hatırlıyorum. Peki ne olmuştu da babalarımızın perdeleri kapattığı gelenekten o evin gizliliklerini anlık olarak paylaşmaya başladık? Ne oldu da ‘komşusu açken tok yatan bizden değildir’ geleneğini kaybettik?

 

Sosyal medya bununla da kalmadı. Ortaya attığı bir yenilik daha vardı ki onun sonuçları hiçte masum değildi. Onun adı da ‘selfie çılgınlığıydı’. Türkçe anlamıyla öz çekim olan bu hastalık ilk olarak, #selfie hashtagi ile Avusturalyalı bir Instagram kullanıcısı tarafından 2011 yılında kullanıldı. Patlamış dudağının fotoğrafını çekip yayınlayan kullanıcı ilk #selfie hashtagını da ekledi. Bu atılan ilk adım önce aile, arkadaş buluşmaları, gittiğimiz manzaralar önünde çekilen fotoğraflar olarak da kalmadı. İnsanlar bu hashtag altında milyonlarca fotoğraf çekinmeye ve birbirleriyle kim daha çılgın gözüken selfie’yi çekecek üzerine rekabete girdiler. Sonuç ise vahimdi.

Bir araştırmaya göre, 6 yılda 250’den fazla kişi selfie çekmeye çalışırken hayatını kaybetti. Yüksek bir yerden düşmek en yaygın “selfie ölümü” sebebi oldu.

 

 

Çok küçük yaşlarda telefon kullanmanın zararlarını belirten doktorlar, çocuklarımıza en uygun telefon alma yaşını programlarda ve kitaplarında belirtiyordu. Telefon kullanımın zararlarını ve çocuklarımıza en uygun yaşlarda almamız gerektiğini her yerde dinliyor iken ve tedirginlikle çocuklarımızı koruyorken artık çocuklarımızın daha anne karnındayken kendi ebeveynleri tarafından açılan Instagram hesapları ve kaç gün sonra doğacağım adı altında ki çocukları ağzından konuşan cümlelerini okumaya başladık, artık çocuk doğar doğmaz bir sosyal medya hesabının olduğunu iyi bir şeymiş gibi diğer ebeveynlere duyurduk. Eski yıllarda çocuklarımızın ilk yürüyüşü, konuşmaya başlaması, anne ve baba demesini videoya alıp onları saklar, büyüdüğünde de ona izletip hep beraber gülerdik. Artık bu özel anları insanlarla paylaşmaya başladık ve özel anı olarak saklanan bu videolardan ‘özel’ kısmını kesip attık.

 

Sosyal medyaya ilgi çığ gibi büyürken ve önceden dolaylı olarak kazalara ve hastalıklara sebep olurken artık kendi başına bir hastalık oluşturmayı sonunda başardı. Bu hastalığın adı ‘fomo’ oldu.

 

Fomo hastalığı:

Fear of Missing Out yani Türkçe ‘Gelişmeleri Kaçırma Korkusu’ insanların sosyal medyaya olan bağımlılığını özetleyen bir ruh halidir. Bu hastalığın başlıca belirtileri, sürekli sayfa yenileme ihtiyacı hissetmek, sosyal medyada online olmadığımız zamanlarda huzursuz hissetmek, paylaşılan bir fikrin veya görselin beğeni almaması sonucunda ortaya çıkan duygusal çöküntü veya sizi ucundan kıyısından dahi ilgilendirmeyen olaylara karşı aşırı sinirlilik olarak gösterilebilir. Arkadaş ortamlarınız bir kenara dursun, aile içerisinde bile minimum seviyede kurulan diyaloglar bile (eğer çok geçerli bir sebebiniz yoksa) sosyal medyaya olan bağımlılığınızı göstergesidir. 

Bu konuda yapılan araştırmaların sonuçları ise tüm gerçeği gözler önüne seriyor. Yaklaşık 200 bin kişi üzerinde yapılan testler sonucunda, kullanıcıların yüzde 40’ı sürekli sosyal medyada aktif olmayı istedi ve önemli haberleri, durumları vs. kaçırdığını hissederek bu konudaki tedirginliklerini belirtti.

  • Bir zamanlar elektrik kesildiğinde televizyonun evde yarattığı sesin bir an olsun eksilmesinden faydalandığımız ve yaptığımız sohbetlerin yerini birkaç odaya fazladan alınan televizyonlar kapladığında biz birbirimizden kopmaya başlamıştık. Şimdi ise bizi birbirimizden koparan sosyal medya oldu. Televizyonun zararlarını tartışırken bizi bizden alan sosyal medyaya kendimizi kaptırır olduk. Sonuç olarak; bu yazımda sizlere sosyal medyadan doğabilecek kötülükleri, izlenimleri aktarmaya ve sosyal medyanın artık doğrudan hayatımıza zarar vermesinden bahsetmeye çalıştım. Burada çözüm odaklı olarak ellerimizden ve ellerinizden telefonları alıkoyamayız fakat akşam yemeklerini, birlikte oturulan akşamların değerini attığımız fotoğrafları yorumlayarak değil de o fotoğraflardaki kişilerin karşımızda oturduğunu unutmayıp, birbirimize bakarak geçirirsek biraz olsun bu etkiden kendimizi koruyabiliriz.


Kaynakça:

Fotoğrafçılar Kulübü – Selfie Nedir?

Selfie Çılgınlığında 250 Kişi Öldü – CNN

FOMO – WebTekno

İllüstrasyonlar: Luis Quilles, İgo Kozack