Hem sanat tarihi hem de mitoloji açısından oldukça bereketli, harikulade bir okuma deneyimi.
İçinde bulunduğumuz yüzyıl dahil olmak üzere bugüne dek insanın tanıklık ettiği her dönemde güçlü ve toplumun ondan beklediğinin aksine adını duyurabilmiş kadınları hepimiz yakından tanıyoruz. Bugüne dek kadınların tarihteki yerini incelediğimizde sayfaları geri çevirdikçe ve saat eskidikçe daha az kadına denk geldiğimizin hepimiz farkındayız diye düşünüyorum. Peki bildiğimiz bu kadınlar nasıl rollerdeydi, nasıl görünürlerdi, nasıl bir toplumda yaşarlardı? Aklınıza hangi isimlerin geldiğini tahmin edemesem de, verdiğiniz cevapların belli kalıplar dahilinde olduğunu öngörebiliyorum. Öyleyse bu yazıda alışılmış rollerin ve toplumsal normların dışına çıkarak tarihin en sınır tanımaz kadınlarını beraber inceleyelim; Bakkhalar.
Öncelikle Bakkhalar’ı dağlardan satırlara taşıyan Euripides’i kısaca tanıtmak istiyorum. Bildiğiniz üzere tragedya, dini festivaller esnasında ortaya çıkmıştır. Modern anlamda ele alabileceğimiz ilk sahne, dekor ve ödüller bu dönemde yaratıcı üç ozan sayesinde bizlere aktarılmıştır. Tragedyalar Yunan mitolojisinde yer edinmiş mitleri, tanrıları ve kehanetleri ele almaktadır. Antik Yunan’da takvimler beşinci yüzyılı gösterdiğinde Aiskhylos, Sophokles ve
Euripides tanrıları sahneye taşımaya başlamıştı bile. Euripides’in sahnesini diğer ozanlardan ayıran bir özelliği vardı; eserlerinde daha çok kadın kahramanları ele alması. Atina’da yaşanan siyasi olayların ve savaşların çerçevesinde bununla yüzleşmek zorunda kalan kadınlara ilk defa rastladığımız yer Euripides’in satırlarıdır. Bununla da yetinmeyen Euripides, anlatılan mitlerde tanrıların insani hatalar yapmasını da eleştirmiş ve bu yüzden ödülleri genellikle rakip ozanlara kaptırmıştır. İzleyiciye usta bir biçimde bireyin iç çatışmalarını yansıtmayı başarması üzerine “Sahne Filozofu” ünvanını almıştır.
Antik Yunan’da baharın gelişini kutlamak adına yılda birkaç kez düzenlenen festivaller yapılmaktaydı. Bu cümleyi okuduktan sonra zihninizde canlanan hiçbir festivale benzemediğinin garantisini verebilirim. Bu festivallere genel olarak Dionysos Festivalleri denmekteydi. Günlerce süren, farklı saat dilimlerinde birbirinden farklı geçiş törenlerine, ritüellere yer verilen festivallerdi. Kadınların ve keçilerin beraber yürüdüğü, iki yüz kırk boğanın yendiği, şarap içerek kendinden geçen insanların ibadet ettiği, parlak kıyafetler giyen erkeklerin olduğu bu görsel şölende hepimizin aşina olduğu bir edebi tür ortaya çıktı; tragedya.
Böyle bir festivalde ortaya çıkan bir edebi tür olması barındırdığı konuların ve kahramanların ne denli heyecan verici olduğuna dair bizlere ipucu veriyor. Kamusal tatilin ilan edildiği, yargının durduğu hatta bazı suçluların izinle salınarak festivale katıldığı kayıtlara geçmiştir. Devlet, giriş ücretini ödemeyenler için bir fon dâhi oluşturmuştu. Tüm bunların manyaklık olduğunu düşünüyorsanız, doğru noktaya ayak bastınız. Onuruna festivaller düzenlenen tanrı Dionysos ya da bir diğer adıyla Bacchos, şarabıyla kadınları mest edip kendine çekerek onları dini birer erk noktasına taşıyan bir tanrıdır. Mest olan kadınlar ise “Maniad” ya da “Bacchantes” olarak da adlandırılan Bakkhalardır. Bakkhalar, tragedyada da bahsedildiği üzere maniadlarla beraber dağlarda avcılık yapar ve aslında günümüz ataerkil toplumundan farklı olarak kadın topluluğu hâlinde avcılık yaparlardı.
Dionysos dininde şarap ile birlikte mest olunduğunda ruh ve tanrı arasındaki duvar kalkarak tanrıya en açık ibadetin yaptığına inanılırdı. Genellikle bu ibadeti gerçekleştirebilmek için dağlarda yaşadıkları bilinmektedir. Coşkulu bir biçimde şarkı söyleyerek avcılık yapar ve o bölgede bulunan kentten gelen diğer avcıları korkutarak kaçırırlardı. Bakkhalar’ın bu denli korkutucu ve saygı duyulan bir dini topluluk olmasını, bahsettiğimiz özellikleri dışında görünüşleri de sağlamaktaydı. Topuklara kadar düşen Bassara kıyafeti, kozalak ve sarmaşık sarılı Thyrsos ve hayvan postu göze çarpmaktadır.
Dionyos dininin İncil’i kabul edilen Bakkhalar tragedyasında Euripides, onların dağlarda gerçekleştirdiği coşkulu ibadeti yansıtabilmek adına ilk defa bir eserinde koroyu oyunun büyük bir parçası haline getirmiş ve bununla birlikte flüt ve davul ile de desteklemiştir. Anlatılan hikâyede Thabai Kralı Pentheus’un Dionysos’u bir tanrı olarak kabul etmemesi üzerine, Dionysos, kralın annesi Agaue de dâhil olmak üzere kentteki tüm kadınları etkisi altına alarak sarhoş etmiş ve maniadlara dönüştürmüştür. Bu duruma öfkelenen kral, oluşturduğu düzen gereği kadınların bu şekilde ibadet etmesi, sarhoş olması, normalden farklı bir şekilde giyinmesi ve kurallara karşı çıkması üzerine öfkelenerek önce Dionysos’u yakalamış ve kadınların yerini öğrenmeye çalışmıştır. Maniadların yaptığı her şeyi kötü olarak gören kralın cezası ise onlar gibi giyinerek halkın içinden geçmek olmuştur.
Dionysos’un etkisindeki Agaue kendi oğlunu bir aslan zannederek avlar ve büyük bir gururla oğlunun kellesini kente kadar indirerek herkese gösterir. Ancak sarhoşluğun etkisi bittiğinde kendi oğlunu avladığını anlar. Bunun üzerine Dionysos, Agaue’nin cezasının sebebini açıklar; Dionysos’un annesine iftira atarak Zeus’un gazabına uğratması üzerine Dionysos bir mağarada büyümüş ve tanrı olduğunu ancak Thebai kentine geldiğinde kanıtlayabilmiştir. Okuduklarınızdan da çıkaracağınız üzere, kendinden geçmenin, şarabın ve intikamın söz konusu olduğu bu dinin tüm güç sahibi bireyleri kadındır. Bu durumda dikkat çeken konu ise Bakkhalar’ın tragedyadan taşarak gerçeğe dönüşmesi, toplum tarafından kabul görmesidir. Bahsettiğimiz festivallerde sabaha karşı meşalelerle ve keçilerle yürüyen, dağda avcılık yapan, şarap içen ve neredeyse dönemin erkeklerine benzer kıyafet giyen kadınlar ve diğer yanda onları izlemek için gelen yurttaşlar…
Bakkhalar, Antik Yunan’da sınır tanımazlığın, sarhoşluğun sembolü olduğu kadar gücün de temsili hâline gelmiştir. Onları yakından ele aldığımızda kadın olmanın neredeyse dezavantaj olarak görüldüğü bir toplumda normlardan korkmamış ve kendi normlarını yaratmışlardır. Bugün yaşadığımız düzende de kadınlardan beklenen yaratılmış rollere sığmalarıdır. Bu durum beşinci yüzyılda da geçerliydi ancak bir arada kalan kadınların gücünü Bakkhalar’dan bu kısa yazı sayesinde görebilmişizdir diye umuyorum. Takvimlere, kumaşlara, erklerin yarattığı rollere sığmadan taşan; dağlarda olmasa da günlük hayatında avını kendi yakalayan kadınlara bugünün Bakkhaları’na otobüslerde, sokaklarda denk geliyoruz diye umuyorum.
Bonne Sânte!
eylül zeynep kuşçu
Kaynakça:
- Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi, Euripides- Bakkhalar, EYÜBOĞLU, (1941)
- Düşün-ü-yorum Dergisi, Euripides’in “Bakkhalar” (Βάκχαι)’ı Üzerine, ELDENİZ, (2016)