Bu sene 80 yaşına giren ve hayatını San Francisco’da sürdüren felsefeci, yazar Daniel Martin Klein’e göre Albert Camus,

 

”Hayatın saçmalıklarıyla değil bizzat hayat denen saçmalıkla yüzleşmenin felsefenin en temel meselesi olduğunu ilan eden ilk modern felsefecidir.”

 

Klein’in olaya bu açıdan bakması yazdığı tüm mizah içeriklerine rağmen aslında onun da Camus ile ne kadar benzer olduğunu gösteriyor. Burada Klein’i modern dünyanın sığ insanlarına felsefeyi anlatmaya çalışan bir yazar olarak değil, tarihteki en büyük filozoflarla beraber fikir üreten bir düşünür olarak yorumluyorum. Haliyle en az Camus kadar karamsar olması çok da mantıksız gözükmüyor.

Camus hayattaki problemleri biraz da mantıksal çelişkide değil varoluşsal çelişkide görerek yorumlamış yani “insan varoluşun başlıca muammasıdır” diyerek ta en baştan, çözülebilecek herhangi bir felsefi problemin olmadığını göstermiş. Problemin olmadığını değil hiçbirinin çözülemeyeceğinden bahsediyor. Kierkegaard’ın yaptığı gibi buradan yola çıkarak tanrıya ulaşmak da imkansız oluyor haliyle.

Aralarında hem coğrafya hem tarih olarak çok fark olmasına rağmen hayat denen felsefi probleme çok benzer açıdan bakan Camus, problemi ve muhtemel çözümünü mükemmel bir tutarlılıkla açıklayan Kierkegaard’ın ardından bambaşka bir açıklama getirerek anlamsızlığı ve bunu anlamlandıracak tek iradenin insanın kendisi olduğunu söyledi.

 

 

Kiekergard’ın aksine hayattaki saçmalığı yorumlarken tanrıya ulaşarak, olan biten her şeyin anlamsızlığı karşısında tüm umutsuzluğuna rağmen saf bir huzur bularak değil tam tersi bu huzursuzluğun da en derinden yaşanarak yüzleşilmesi gerektiğini düşünmüş olmalı ki bu saçmalıkla yüzyüze gelindiğinde insanın üç temel tepkisi olacağını söylemiş:

 

1-İntihar etmek,  

yaşam bu kadar anlamsız ve boşken ona neden ihtiyacım olsun ki?

 

2-Kierkegaard’ın yaptığı gibi bir tanrı inancına sıçramak,

diğer her şey kadar saçma ve anlamsızken neden gerçekten “büyük” olanı tercih etmeyeyim?

Bence Camus bu seçeneği açıklarken bile aslında tanrı inancının asla bir seçenek olmadığını gösteriyor çünkü sıradan insanların -mesela Kiekergard ve bizler- tanrı inancından anladığı onun ne kadar büyük, ilahi ve güçlü olduğuyken Camus diğer her şey kadar anlamsız ve irrasyonel olduğunu söylemiş.

 

3- Her şeyin anlamsızlığını kabul etmek ama yaşama da bir şekilde devam etmek,

Sadece “Yaşam anlamsızdır ama yaşamaya değerdir” sözünün ışığında bile Camus’nün son seçeneği seçtiği elbette bariz. Bu sayede insan olarak kendi anlamını üretme ve yaşamını en baştan yaratma gibi radikal özgürlükler kazanmış oluyor.

Zaten bana kalırsa Camus hakkındaki en ilginç özelliklerden biri bu fikrini aslında insanlığın çok büyük bir kısmı benimsemişken kendisi düşünürler içerisinde hep marjinal ve sanki kimsenin olamayacağı kadar melankolik, asosyal, depresif olarak görülür. Elbette Camus depresif veya karanlık değildir demiyorum, sadece hepimiz kadar bu hayattan bezmiş ve belki bizden biraz daha fazla bu anlamsızlığı kabullenmiştir.

Böyle bir psikolojik durum içerisindeyken yayınladığı, beş romandan biri olan, Veba’da salgınla mücadele metaforu üzerinden “kader”e başkaldırı ve direniş konularını işleyen Camus’nün vermek istediği mesaj nettir:

 

“Tüm yaşamımı bir nevi yalan içinde yaşadıktan sonra, bir doğru yaratmak zorundaydım’’

 

İnsanın, kaderine veya başka herhangi bir kurala bağlı olmadığını anlatırken, yazgısını değiştiren insanın bile ulaşabileceği en makul sonuç yine sadece çılgınlık ve kargaşanın hakim olduğu bir yer olabilir.

Camus başkaldırı felsefesini tekrar tanımlamış olduğu halde bir başkaldırının ardından elde edebileceğimiz en iyi sonucun bile ilk durumumuzdan daha anlamlı olmadığından bahseder, ona göre saçmalıktan kaçış yoktur ve hatta bu duruma katlanmak insan olmanın getirdiği bir yükümlülüktür:

 

“Absürd her an her yerdedir, insanın yaşamı ve varoluşu onu zorunlu kılar’’

 

Bu hayattan madem ki kaçış yoktur o zaman tüm içtenliğiyle hayatı kabullenmek ve her ayrıntısıyla yaşamaya değer olduğuna inanmak ve ona göre yaşamak gerekir. Bu kabullenişin içinde sürüklenirken de mutlu olmak için verdiği öğüt her zaman hatırlanmaya değer:

 

“Mutluluk, bir yerde ve her yerde hiçbir şey beklemeden dünyayı ve insanları sevmektir.”

 

said kural


 

Kaynakça:

Albert Camus, Sisifos Söyleni, Can Yayınları

Albert Camus, Veba, Can Yayınları

Daniel Klein, Hayatın Anlamı, Aylak Kitap

Robert Ferguson, Kierkegaard’dan Hayat Dersleri, Sel Yayıncılık