In The Hall Of Mountain King
Kimi zaman bir reklamda, kimi zaman bir dizi film sahnesinde duyduğumuz o tanıdık müzik. Duymaya başladığımızda genelde “Bir yerden tanıdık geliyor” demekten ileri gidemediğimiz eser.
Dağ Kralı Salonunda, Edvard Grieg tarafından 1875 yılında, Henrik Ibsen‘in Peer Gynt oyununun altıncı sahnesi için bestelediği bir orkestra müziği eseridir. Opus 23 ancak daha sonra Peer Gynt, Suite No. 1, Op. 46’nın son parçası olarak çıkarıldı. Kolay tanınan teması, birçok sanatçının düzenlediği popüler kültürde ikonik statü kazanmasına yardımcı oldu.
Peer Gynt, Norveçli yazar Henrik İbsen’in 1867’de yazdığı, 1876’da ilk kez sahnelenen ve uzun bir şiir formunda metni hazırlanmış beş perdelik tiyatro oyunudur. Kendiniz için doğru olmak ne anlama geliyor? Bu soru eserin kalbinde yer alıyor.
İbsen bu oyunu hazırlarken eski Norveç masallarından “Per Gynt”‘ten etkilenmiştir. Oyun metni ilk kez 1867’de Kopenhag’da 1250 kopya olarak basılmıştır. İlk kopyaları iki hafta içinde tükenen oyunun pek çok baskısı yapılmıştır.Tiyatro oyunundan ziyade uzun bir nazım olarak yazılan Peer Gynt, Henrik İbsen’in önemli eserleri arasındadır. Eserin sahne uyarlamasında yazarının isteği üzerine müzikleri hazırlayan Edvard Grieg’in la minör’deki Piyano Konçertosu, oyun müzikleri arasında öne çıkmıştır. İlk gösteriminde başrolde Henrik Klausen oynamıştır. Oyun, Ingmar Bergman tarafından da sahnelenmiştir.
Bireyin kendisini ve varlığını sorgulaması üzerine kurulu olan oyun; yoksulluk, boşvermişlik gibi özelliklerinin panzehiri olarak dürüstlük, samimiyet ve güvenilirlik gibi karakter özelliklerini koyar.
Şimdi tekrar müziğin kendisine dönecek olursak bu eserin bizler için kıymeti bence armoninin ne denli büyük bir etkisi olduğunu bize göstermesidir. Armoni ve çok seslilik Batı müziğinin temel niteliklerindendir. Çok sesli bir müziğin bestelenmesi ve icrası mühim olduğu kadar dinlemesi de mühimdir. Çok sesli bir eseri dinlerken kulaklarınız tembellik yapamaz, türlü sesler arasında sağlanmış ahengi tanımanız, müziğe katılmanız gerekir. Hele de böyle romantik dönem eserleri sizi mutlaka kendine bağlayacaktır. Siz muhabbet ederken arkada planda çalarak ortamın havasını değiştirecek eserler değildir, bilakis ortamın havasını ele geçirip sizleri zihinsel ve duygusal bir uğraş içine çekip kulağınıza terbiye verecek eserlerdir.
Bizim toplumumuzda çok sesli müziğin savunucularından Tanburi Cemil Bey icra ettiği eserlerde, tanbur gibi arkaik ve hantal görünen bir enstrümanı, yer yer Batı armonilerinin sesini yakalayıp akorlar basarak, aşina olduğumuz ezgileri zamanın ruhuna uygun yenilemiş, modern insanın ihtiyacı olan müzikal altyapıyı ve formu sağlayarak içinde yaşadığı sürekli devinip duran çağ ile icra ettiği eserler arasında uyumu sağlanmış. Fakat Cemil Bey o yıllarda toplumsal zemin ve teknik donanım yeterli olmadığı için anlaşılamamış ve sadece hayran hayran dinlenmiş. Onun öncülü ve ruh verdiği müzikal kavrayış ancak 1960’larda üretilebilecek seviyeye erişildiğini ve bunun da popüler anlamda Orhan Gencebay tarafından biçimlendirildiği tartışmaya değerdir. Tanburi Cemil Bey gibi Gencebay da bağlamada ileri çalma yöntemleri üreterek sadece enstrümanın modernleşme seyrini belirlememiş aynı zamanda gelecek kuşaklara müthiş bir kapı aralamıştır. Hatta Ömer Lütfi Akad, Gencebay ile karşılaşmalarında onun bu ileri düzey icrasını dinledikten sonra şöyle der:
“Herkesin elinde görüp dinlediğim bu ince, zayıf sesli saz, onun elinde devleşip orkestra hacmine yükseliyor.”
Efendim lafı uzatmadan son olarak demek istiyorum ki eğer bu çok sesli müziği dinlemeyi öğrenirsek, belki farklı seslerin dahi uyum içinde varlığını sürdürebileceğini anlarız.