Anlamaya çalışmanın metodolojisi nedir?


 

Anlamaya çalışmayı anlatabilmem zor. Kendi deneyimim üzerinden biraz anlatayım. İki, üç tane şey var, aslında birisi iletişim, çok temel. Sen bana bir soru soruyorsun, ben de soruyu anlamaya çalışıyorum. Genelde çevremde de şehirde de ülkede de dilde de çok gördüğüm bir şey var, bir sorun var; karşısındaki adına varsayma. Yani bu adamın niyeti bu, işte bu adamın derdi şu, bu adam şunu yapmaya çalışıyor. Sadece söylediğini dinlemiyoruz, birinin. Çünkü bu avantaj sağlıyor. Konuyu hızlandırmamızı, boşu boşuna zaman kaybetmemeyi vs. bir sürü şey sağlıyor. O yüzden ne yapıyoruz? Karşımızdaki biri bir şey diyorsa ya şunu diyor falan deyip kesip atmaya çalışıyoruz. Duymuyoruz, gerçekten. Bakmıyoruz ne olduğuna. Mesela anlamanın ilk koşulu o, dinlemek. Karşı tarafı dinlemen gerekiyor. Çok basit bir örnekten ilerleyelim, somutlaşsın. Adamın biri geldi ve dedi ki ya arkadaşlar bana bir web sitesi yapar mısınız, logo yapar mısınız, herhangi bir şey olabilir ya da benim bir işim var, bana yapar mısınız? Şimdi ilk sorunun şu olması gerekiyor, böyle bir durumda, -tabi bir sürü duruma göre özel olabilir de- neden böyle bir şeye ihtiyacın var? Temelini anlaman lazım ya da adam inşaat firması ve bir web sitesi istiyor. Sen ne yapıyorsun? Ha tamam, ona şöyle bir şey yaparız, şablonu alırız, bunu uygularız, o da işini görür. Niye? Çünkü anlamakla uğraşacak zamanın yok ama aslında hikâye, o adamın bir derdi var. Adam biraz konuştuğu zaman anlıyorsun ki şey sorunu var, birileri bu adamın telefon numarasına ulaşamıyor. E tamam, derdi hatta bu kadar belki. O yüzden web sayfasına adını yazıyorsun güzel, Google’da çıkacak şekilde ayarlıyorsun, sonra telefon numarasını, adresini yazıyorsun, bitti. Başka hiçbir şey yapmana gerek yok. Bayağı böyle, gerçekten de site bu. Telefon numarası var, adresi var. Gerçekten bir sürü kişinin ihtiyacı bu, bu arada web sitesinden örnek veriyorum. Ya da logo yaparken mesela, sen bir firmasın ve logoya ihtiyacın var. Neden var, neden hatırlanmak istiyorsun, kimden farklı olmak istiyorsun, nasıl hatırlanmak istiyorsun? Mesela bir sürü logo, bir firmanın temsil eden değerleri üzerinden tasarlanmaz. Temsil etmesi istenen değerler üzerinden tasarlanır. Mesela banka logosu, güven telkin etmek üzerine tasarlanır. Bankanın türüne göre değişir. O yüzden banka güven telkin etmeyebilir bu arada, yani. O başka bir şey.

 

Genellikle reklamlar, zayıf olduğun yönler üzerine yapılır firmalarda. Zayıf yönünü kapatmak üzerine yapılır. Yani sen şuraya bir yemekçi salonu açacaksın ve atıyorum çevrende çok eski yemekçiler var, onların arasında mücadeleye girmen lazım, o yüzden yemek salonun adını şey koyarsın işte; Ebubekir 1870. Anladın mı? Bunun mesela dün açıldığını, yeni gören biri tahmin edemez. Dolayısıyla ne yaparsın, eksik tarafını kapatacak şekilde bir marka stratejisi yaparsın. Şimdi bilmem ne oğulları falan, değil mi? Türkiye’de çok yaygın yani. Hâlbuki firma üç ay önce kurulmuş. Ünlü bir markanın benzerinden ya da ondan faydalanır vs. Dolayısıyla hikâye; anlamak için ilk koşul, dinlemek… Dinlemek de zor bir şeydir, bu arada. Karşı taraf bir şey der mesela, der ki abi bu aralar canım sıkkın. Imm okey, yani dersin ki neden bunu söylüyorsun? Yani önceden canın sıkkın değil miydi, canının sıkkın olması bir problem mi, bundan rahatsız mı oluyorsun yoksa canının sıkkın olması iyi bir şeyi? Yani adamın canının sıkkınlığını çözmek bir problem olabilir bu arada. Bir süre canının sıkkın olması gerekiyor olabilir. Sıkılman iyi gelebilir. Bu şeyde vardır ya işte, depresyon tedavisinde. Çok net bir örnek vereyim. Kızım oldu işte, üç yaşında, arkadaşlarımın da çocukları var falan. Genelde İstanbul’da anne-babalarda çok yaygındır; çocuk sonrasında depresyon ilacı kullanırlar mesela. Bizim arkadaşlar da vardı ve bana dediler ki sen de kullan. Ben de dedim ki abi tamam, ben de çok iyi durumda değilim ama ben depresyonumun sebebini bulmak, o sebeple nasıl mücadele edeceğimi bulmak, benim yaşam şeklim. Yani benim hayatımı idâme etmemi çok kötü bir şekilde engellemiyorsa, beni öldürmüyorsa, onu kullanmamam lazım. Süründürüyorsa kullanmıyorum ben. Çünkü bu benim yeni gerçekliğimi tanımamda yardımcı oluyor. İhtiyacım olan bir şey o, dönüşmem gerekiyor çünkü. O ilacı alırsam, dönüşmeyeceğim. Anlamak dediğim bunlar aslında, yani hemen çözmeye çalışmamak. Lütfen birilerine yardım etmeye çalışmayın. Bu çok önemli aslında, birilerini anlayın. Onların derdi ne, niye size bu soruyu soruyorlar? Ben genelde bunu yaptığım için, insanlar şey diye düşünüyor, haa Bager Hoca çok daha derin düşünüyor. Ya doğası bu yani, bu işin… Konuşmak bu kardeşim. Arkadaşın sana bir şey anlatmak istiyor, bir derdi var, aç kulaklarını ilk kez duyuyormuş gibi. Bu şeyde vardır, zende vardır: Beginner’s Mind denir işte, başlangıç zihni. Hiç bilmiyormuş gibi. Yani bir tasarım yapacaksın, kâğıdı ve kalemi ilk kez eline alıyormuş gibi davran, diyor. Çok yorucu bir şeyden bahsediyorum bu arada. Her zaman yapamayacağınız bir şeyden bahsediyorum. Her duyduğunuz şeyi -şehirde özellikle- ilk kez duyuyormuş gibi davranırsanız ölürsünüz yani. Adamın biri çöpten bir pet şişe çıkartıp içtiğinde, hüngür hüngür ağlarsınız yani. Çünkü böyle bir hayat yaşıyor insanlar, bunu görürsünüz, zordur. Ya da her kişi sizden abi bana üç lira versene, dediğinde, derdin ne kardeşim, niye üç liraya ihtiyacın var, diye sorup hayatınızı durdurmanız lazım gerekir. Kolay demiyorum ama en azından orada bir açma-kapama tuşu varsa anlama becerinizin, bu tuşun kontrolünü elinize alın. Bu önemli. Gerektiği zaman karşınızda ciddiye almanız gereken bir şey olduğunda o anlama tuşunu açın, gözler açılsın, gözlemleyin. Ne dönüyor, ya karşıdaki niye sizden bunu istiyor, bir dinleyin. Orada soru sormak gerekiyor işte, yani şey değil, yargıya geçmemek gerekiyor. Şuna mı ihtiyacın var, ya sen böyle bir şey yap, o senin sorununu çözer. Dur bir ya, öyle hemen varsayma yani. Abi şunu denedin mi, şunu yaptın mı, bunu niye düşünmedin, buradan gidenler olmuş, ona baktın mı, böyle bir şey istiyor musun? Bunları sormamız gerekiyor insanlara.

     

Birazcık buralardayım. Dolayısıyla burada ne var mesela? Somut bir şey vereyim; şiddetsiz iletişim var, nonviolent communication. Adına bakmayın. Şiddetsiz iletişim şey değil yani, karşısındakine cici bici, ay canım çok iyisin sen falan demek değil. Şiddetsiz iletişim, gerçekten gözlem, anlama, dinleme ve bunun üzerine karşı tarafla konuşma üzerine bir yapı aslında. Bir sürü kitapta var, isteyenler bakabilir. Biz bunlara daha ilkokulda başlıyoruz, çocuklarla, yani iletişim kurmak için. Çünkü çocuk geliyor ve diyor ki üzgünüm ve bekliyoruz. Sınıf arkadaşlarım neden üzgün olduğunu, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını anlasınlar ve beraber konuşsunlar, diye. Çünkü şu anda günümüzde Türkiye’deki iletişim ve güven problemlerinin temelinde bu yatıyor. Herkes başkasının, başka bir derdi olduğunu… Ajandası işte ülkeyi ele geçirecekler, ülkeyi bölecekler… Ya durun abi, öyle bir şey yok. İnsanların dertleri var, bir konuşalım yani. Hep var ama sizler böylesiniz falan. Yani hep üzerine ekstra bir şey eklemeye çalışıyoruz, her diyalogda. Mesela günlük politik diyaloglarda, siyasî diyaloglarda işte, efendim iletişim diyaloglarımızda da yani basit diyaloglarda da bunları kattığımızda biraz daha kaliteli, yavaş yürüyor işler. Doğru ama o yavaşlık da sakin ve ilerleme şansı veriyor. Hızlı yürümeye çalışıp yürüyemiyoruz öbür türlü, çünkü olduğumuz yerde patinaj çekiyoruz. Şey güzel bir metafor olabilir; arabanın girdiği çukurdan çıkmaya çalışırken, gaza daha hızlı basmasına benziyor bu. Hızlı anlama derdi, öyle değil. Arada bir yavaşlayıp, sakinleşip yavaşça anlamamız lazım.