Güçlü olanın değil, insan olanın hayatta kaldığı bir dünya.
Bu yazıda 2007 yılının kasım ayında Yale Üniversitesinde yapılan ve Nature Dergisinde yayınlanan “Social Evalation by Preverbal Infants” adlı makale kapsamında bir dizi deneyden bahsedeceğim.
İlk olarak makalenin amacından bahsedelim. Paul Bloom önderliğinde yapılan deneylerde ahlaki ilkelerin doğuştan gelip gelmediği incelendi. Bu sebeple deneyler yaklaşık olarak 6 aylık (5 ay 3 gün ile 6 ay 17 gün arasında değişen) ve 10 aylık (9 ay 12 gün ile 10 ay 16 gün arasında değişen) bebeklerle yapıldı.
Bebekler için farklı mizansenler kuruldu. İlk mizansende önündeki kutuyu tek başına açamayan bir kukla gösterildi. Bu kuklaya, iki ayrı kukladan ilki yardım ederek kutuyu açmasını sağladı. Diğeri ise yardım etmek yerine kutuyu iyice kapattı.
Bu mizanseni izleyen bebeklere kutuyu açmaya yardım eden ve engelleyen kuklalar arasında seçim yaptırıldı. Bebeklerin %75’inden fazlası yardımcı olan kuklayı seçti. Bu seçimler ışığında bebeklerin çok büyük bir oranda iyi davranış sergileyen kişileri seçtiğini söyleyebiliriz.
İkinci mizansende bebeklere yanyana üç kukla gösteriliyor. Ortadaki kukla oyun oynamak maksadıyla topu sağındaki (izleyiciye göre sol) kuklaya uzatıyor. Topu alan kukla ise topu ona geri vererek oyunu devam ettirmek yerine topu alıp kaçıyor.
Ardından topu kaçıran kukla için ikinci bir mizansen kuruluyor ve bu kez topu çalan kukla kutuyu açmaya çalışan rolünde. Tıpkı ilk deneyde olduğu gibi iki ayrı kukladan ilki kutuyu açmasına yardım ederken diğeri kutuyu açmasını engelliyor.
Bu kez bebekler seçime maruz bırakıldıklarında %81 oranında kutuyu kapatan bebeği tercih ediyor. Yani bu durumda bebekler kötü davranış gösteren kuklayı (topu alıp kaçan) ikinci mizansende cezalandırmak için kötü kuklayı (kutuyu açmasını engelleyen) seçiyor. Burada ise bebeklerin yalnızca iyi olanı seçmediği; kötü olanı ise cezalandırdığı sonucuna varabiliriz.
Üçüncü olarak bebeklere içerisinde farklı besinler olan iki tabaktan biri seçtiriliyor. Ardından iki ayrı kukladan biri bebekle aynı yemeği seçerken diğeri farklı yemeği seçiyor. Seçimlerden sonra bebekle aynı besini seçmeyen kuklaya kutu açma mizanseni tekrar uygulanıyor ve bebeğin seçmediği yemeği seçen kukla kutuyu açmaya çalışan rolünde.
Bebekler yeniden seçim yapmaya zorlandığında %87 oranında kendisiyle aynı seçimi yapmayan kuklayı cezalandırmak için kutuyu açmayı engelleyen kuklayı seçiyor. Buradan ise bebeklerin hayli keyfi konularda yalnızca kendisine benzemediği için insanları cezalandırdığı sonucuna varıyoruz.
Deneylerin 6 ve 10 aylık bebeklere yapıldığı, bu sebeple az da olsa bir önyargıya vardıkları ve ailesi tarafından bir takım şeylerin öğretildiği düşünülebilir. Ancak deneyler çeşitli zamanlarda defalarca kez uygulandı ve benzer sonuçlara ulaşıldı. Hatta bazılarında 3 aylık bebeklerle gerçekleştildi ve sonuç aynıydı (bu kez bebekler uzanarak seçim yapma fonksiyonuna sahip değildi fakat seçmek istedikleri kuklaya diğerine oranla çok büyük bir süre baktığı gözlendi.)
Deneyi gerçekleştirenlerden Karen Wynn bu konuyu şöyle açıklıyor:
“Çok fazla test ve deney yaptık ve sonuçlarımız çok tutarlıydı. Çalışmalar sonrasında görüyoruz ki insan aslında doğuştan faydalı bir birey olma içgüdüsü ile doğuyor. Aksine kötü davranışların çoğuysa antisosyallikten kaynaklanıyor olabilir.”
Bu bilgiler bize birçok felsefi sorunun cevabını veriyor. Örneğin hayata boş bir levha gibi geldiğimiz veya bazı inançlara göre içimizde hiç kötülük olmadığı gibi söylemlerin asılsız olduğunu ortaya çıkardı. Söz gelimi Sartre ve diğer varoluşçuların söylediği “varlık özden önce gelir” sözünün insanın doğumu için geçerli olamayacağını çünkü halihazırda bir özle birlikte doğduğumuzu söyleyebiliriz.
Diğer bir yönüyle insanların kendilerine benzeyenlere doğal olarak sempati duyarken kendisine benzemeyen insanları cezalandırma meyilinde olması aslında ırkçılığın insanın doğuşundan itibaren var olduğunu gösteriyor. Ancak bu sözlerim bizim ırkçı olmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Evet dünyaya ırkçılığa yatkın olarak geliyor olabiliriz ancak bu durumun yanlış olduğunu gözlemlemek ve içimizdeki bu vahşi duyguyu bastırmak bizim elimizde. Elimizde silah olması insan öldüreceğimiz anlamına gelmiyor, içimizde ırkçılık olması ırkçı olduğumuz anlamına da gelmiyor. Bu realiteyi inkar etmek yerine içselleştirip düzeltmek varken sorunları halı altına süpürmek yalnızca çözümün sürecini uzatır.
Politik doğruculuktan nefret eden biri olarak bazen politik doğrucu olmanın da olması gereken olduğunun farkındayım. Söz gelimi çoğunuzun bildiği şu örneği verebiliriz:
Bir adam oğlunu okula götürmektedir. Aniden gelen kamyon çocuğa çarpar ve çocuk acilen hastaneye götürülür. Fakat bunu gören doktor “hayır, ben bu çocuğu ameliyat edemem, çünkü o benim öz oğlum” der. Böyle bir şey nasıl olabilir?
Cevabı basittir, çünkü doktor kadındır ve de çocuğun annesidir.
Birçoğumuz ilk bakışta doktorun erkek olduğunu düşünüyor. Çünkü toplumsal öğretiler ve algımız bu yönde. Ancak sadece bu bilginin varlığı bizi cinsiyetçi yapmaz. Tıpkı bebeklerin kendilerine benzeyenleri kayırması gibi erkekler erkekleri; kadınlar kadınları kayırma meyilinde olabilir. Ancak önceki örnekte de olduğu gibi içimizde bu dürtünün var olması hayata böyle devam etmemiz gerektiği anlamına gelmez. Kendimizi bu konuda eğitmemiz ve farklılıklara saygı duymak zorunda olduğumuzu öğrenmemiz gerek.
mahir kartal
Kaynakça:
Paul Bloom, J Kiley Hamlin, Karen Wynn(2007). Social Evaluation by Preverbal Infants
Born good? Babies help unlock the origins of morality, Youtube.com
Flaps’in bilimsel kategorisi için çok nitelikli içerikler hazırlıyorsun Mahircim, kalemine sağlık.
İnsanın kendini iyiye doğru yönlendirebilmesi açısından farkındalık yaratan bir yazı olmuş. Tebrikler Mahir.