Mine Söğüt’ün eserinde tasvir edilen psikolojik ve ruhsal hastalıkların derinlikle çözümlendiği bir çalışma.
GİRİŞ
Türk edebiyatının son dönem postmodernist yazarlarından olan Mine Söğüt’e dair olan bu incelemede, yazarın Deli Kadın Hikâyeleri adlı öykü kitabında yer alan karakterlerin ruhsal ve psikolojik yönleri tahlil edilmiştir. Güçlü ve feminen bir kaleme sahip olan Söğüt, eserlerinde iktidar, cinsiyet, kimlik ve cinayet gibi toplumsal konulara değinir ve bunları ölüm ve yalnızlık gibi temalarla çevreler. Mine Söğüt’ü başarılı bir yazar yapan en temel unsur, kimlik ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin iktidara ve eril güçlere karşı olan muhalif kişiliğidir. Toplumun düzensizliğine, yolsuzluğuna ve acımasızlığına karşı hikâyeleriyle kendine keskin bir anlatım çizgisi oluşturur. Bu tutumuna gazeteci kimliğini de ekleyerek bugün bile dönemin muhalif gazetelerinde köşe yazıları yazmaya devam etmektedir.
Mine Söğüt, Türkiye’nin yeraltı edebiyatına girmek istemeyecek kadar ahlâklı cümleler sarf etmeye çalışsa da karamsarlığın ve küfrün o edebiyat dolu sokaklarına inceden bir göz kırpmadan da kendini alamayan yazarlarımızdandır. Edebiyat hayatına romanla giriş yapan Söğüt, dört başarılı roman kaleme alarak bu alandaki hünerini kanıtlamış ve ardından öykü kitapları olarak iki değerli eser yazmıştır. Gazetecilik mesleğini edebî yönüyle de birleştiren Söğüt, bir söyleşi ve bir biyografi kitabı yayımlamıştır. Öte yandan monografilere de imza atmıştır. Türkiye’de 12 Eylül 1980 Darbesi öncesinde dönemin köşe yazarlarının, o dönem içerisinde yazmış oldukları yazılarını toplayarak derleme bir çalışma olarak yayımlamıştır.
Öykü kitaplarından ilki olan Deli Kadın Hikâyeleri’nde yalnızca delilik hikâyelerinin bulunmadığı aynı zamanda bireysel psikolojiyi ilgilendiren hastalıklarla beraber ruhsal hastalıkların da bulunduğu öyküleri yer almaktadır. Delirmenin sınırındaki hayatlarla ve zorunluluklarla yaşamakta olan kadınların, aklî dengelerini korumaya çalıştıkları, nitekim başaramadıkları hüsran dolu sonlara tanıklık etmekteyiz.
Mine Söğüt’ün Deli Kadın Hikâyeleri adlı eserinden hareketle öykü karakterlerinin hayatları, onları deliliğe iten durumları ve ruhsal bozukluğa yol açan travmaları yirmi bir öykü içerisinden seçilen dokuz öyküyle tespit etmeye çalışacağız.
Çalışma neticesinde öykülerde aşağılık kompleksi, alzheimer, paranoya, aleksitimi, şizofreni, şizoid, sınırda ve antisosyal kişilik bozuklukları gibi birçok ruhsal ve psikolojik hastalık olduğu görülmüştür. Bu öyküleri ve hastalıkları üç seri hâlinde tefrika ederek siz değerli okuyucularımızla buluşturacağız. Çalışmamızda öykülerin özetlerine dair kısa anlatımların yer almasının nedeni, tespit edilen hastalıkların kaynaklandığı esas noktalara değinmek içindir. Sonra hastalığın tanımı ve karakterlerdeki yansımaları anlatılmıştır.
Naz Neden Derine Gömmemiş Kediyi?
Öykü, bir tren istasyonu garında tek edilmiş vagonlarda tek başına yaşayan ve orada bir
kız çocuğu doğuran, sonraları garın delisi olan bir kadının ve büyüdüğünde benzer bir deliliğe
yakalanan kızının öyküsüdür. Çocuğun anneli geçmişi, kocaman parlak gözleri, omzundan
beline akan sarı halat gibi saçları, kocaman kalçaları ve elleri, daima asabi çehresi ile
hatırlanan bir anneden; pis bir döşek, küçük mavi bir tüp, paçavra dolu tahta valizden ibarettir.
Canı çektikçe kadınla birleşen gar bekçisinin babası olabileceği henüz aklına bile
gelmemiştir. Vagonda doğan bu kıza Naz ismini vermek kimin aklıdır? Anlatıcı (Söğüt, 2012:
86), ‘‘annesi veremez mi?’’ diye uyarır. ‘‘Halat saçlı deli kadın dolunaylı bir gecede terk
edilmiş bir vagonda çığlık çığlığa doğurduğu ve hiç bilmediği tanrısına keşke ölse diye
yalvardığı çocuğuna Naz ismini veremez mi?’ (Söğüt, 2012: 86).
Kadın, kendini ve kızını adeta vagona kilitlemiştir. Kendisi nereye gidiyor ve ne
yapıyorsa; kızının kendisi yokken dışarı çıkmasını yasaklamıştır. Naz, söz dinlemeyip dışarı
çıktıkça, anne, bir kedi öldürmektedir. Kadın mezar tahtalarına ‘‘Naz yaramazlık yaptığı için
öldü’ yazmaktadır ve kedileri torbaya koyup gömme işini Naz’a yaptırmaktadır.
Anlatıcı bundan sonrasında Naz’ın öyküsüne devam eder. Naz’ın kalan hayatını,
davranışlarını ve son bulan hikâyesini görürüz.
Antisosyal Kişilik Bozukluğu
Kişilik bozukluğu, bireyin içinde yaşadığı toplumda önemli ölçüde sapmalar ve
aykırılıklar gösteren sürekliliği olan bir davranış biçimidir. Kişilik bozuklukları herhangi bir
kimsenin davranışları toplum düzenini bozucu nitelikte olup çok sayıda kişiye zarar verdiği
halde, birey bir suçluluk ve pişmanlık hissi duymazsa bu bireyin kişilik bozukluğu gösterdiği
söylenir. (Özkan, 2018: 1). Kişilik bozukluğu, kendi içinde çeşitli başlıklara ve hastalıklara
ayrılır. Naz Neden Kediyi Derine Gömmemiş adlı öyküde, vagonda yaşamakta olan ve
çocuğunu tüm gün vagonda kilit altında tutan deli bir annenin antisosyal kişilik bozukluğu
olduğu görülür.
Antisosyal kişilik bozukluğu Özkan’a (2018: 14) göre, çocuklukta ya da erinlik
döneminde başlayan ve yetişkinlik dönemine doğru süren başkalarının haklarını saymama ve
haklarına saldırma ile giden yaygın bir bozukluk olarak yorumlanır. Sürekli ve tutarlı ilişkiler
kurmayan bu hastalar, kurdukları ilişkilerinde de aldatıcı olurlar. Dürtülerini engelleyemezler,
sık sık kavga ederler ve fiziksel saldırılarda bulunurlar (Özkan, 2018: 14).
İnsanları kandırmaktan ve işletmekten zevk alırlar. Eğlenmek için yalan söylerler,
uydurma hikâyeler, anılar anlatırlar. Takma isimler kullanır ya da kendilerini başka biri gibi
tanıtırlar. Yalan söylemek konusunda mahirdirler, çok kolay ve hiç utanmaksızın rahatlıkla
yalan söyleyebilirler. (Şahin, 2009: 49).
Çocuğunu oynaması için dışarıya bırakmayan deli bir anne, kızının her dışarıya
çıkışında beslemekte olduğu kedileri öldürerek kızını cezalandırır. Bu durumu da suçluluk
duyması için kızına yükler. Antisosyal sosyopatlığını kızının üstünden kendini tatmin etmeyle
yaşar. Çünkü kendi yaşadığı vagondan dışarıya çıkamadığı gibi bu yasağı kızının üstünde
egemen gücüyle sürdürür. Zaman içerisinde kızına yüklediği bu suçluluk duygusu, bir kedinin
ölümüne sebep olduğu gibi kedileri gömme işini de kızına bırakır.
Delirmiş olan annenin başka canlılara zarar verme isteği gizlice içinde yeşerirken
bundan zerre pişmanlık duymaz. Kızını korkutmak, baskılamak, emrinin dışına çıkmasını
engellemek için kedileri gözünü kırpmadan öldürmeye devam ve neticesinde de bu ölüyü
kızının bulmasını sağlar. ‘‘Çok kolay sinirlenir ve çabuk kavga başlatırlar. Özellikle, küçük
görülme ya da istediklerini elde edememe, kontrolden çıkmalarına neden olabilir. Trafikte ya
da sokakta küçük bir olaydan, tanımadığı birlerini yaralayan ya da öldürenlerin çoğu
antisosyallerdir.’’ (Şahin, 2009: 49).
‘‘Bugün benim sözümü dinlemedin. Ben yokken dışarı çıktın dolaştın. Ben sana ne dedim? Sözümü dinlemezsen gardaki kedilerden biri ölecek demedim mi? Dedim. Ben dediğimi yapmaz mıyım? Yaparım. Bak bugün de bu sarı beyaz ölecek senin yüzünden. Hoşuna gidiyor mu bu?’’ (Söğüt, 2012: 87).
Annenin sosyopat deliliği, yalnızca kendisinde kalacak olan bir hasar değildir. Zamanla
bu durum kızına da yansıyacaktır. Belki aynı genleri taşıdıklarından da olabilir. Fakat
çocukluk travmaları denilen bir gerçek vardır ki o da böyle bir annenin baskınlığına ve
tehditlerine maruz kalmaktır. Aynı durum deli anne için de bir gün tersine döner ve bir gece
uykudayken kızı tarafından öldürülerek vagona terk edilir. Naz, bu baskılara ve kedilerinin
ölümüne dayanamamış duruma gelmiştir.
‘‘Yedi yaşındaki bir kız çocuğu bozkırdaki bir kasabada hurda bir vagonun
kuytusunda annesini öldürmeyi düşleyebilir. Yedi yaşındaki bir kız çocuğu annesi anason bahçelerinin kraliçesiyken düşünün peşine düşebilir. Uyku ona yardım eder. Gece ona yardım eder. Bıçak ona yardım eder. (…) Yedi yaşında bir kız çocuğu ölü annelerin ölü kedilere benzemediğini bilemez. Onu oracıkta bırakır ve çocuk hüneriyle hayata karışıp aramıza saklanır.’’ (Söğüt, 2012: 88).
Aynı öykü içerisinde Naz’ın büyümüş olduğunu ve bir evin bodrum katında yaşamakta
olduğunu görürüz. Annesinden ona kalan antisosyal kişilik bozukluğu onunla yaşamaya
devam eder. Annesi gibi kedileri öldürmese de kedileri öldürdüğünü düşünerek gizlice
hastanelere girer ve kaçırdığı bebekleri eve getirir. Ardından boyunlarını kırarak torbalara
koyar.
Gün doğmadan onları yaşamakta olduğu binanın yakınındaki arsaya gömer. Durumu
fark eden komşusu Fadik abla, Naz’ın her defasında sokakta ölmüş olan kedileri gömdüğünü
bildiğinden sürekli kedi gömdüğünü düşünür. Fakat durum sanıldığı gibi değildir. Gerçek bir
zaman sonra ortaya çıkar ve Naz, yine hastanede bebek çalarken yakalanır. Bu durumu ise
üçüncü kişilerin konuşmalarından dinlemiş oluruz:
‘‘Bodrum kattaki kız, bebek hırsızıymış öyle mi? Aman Allahım! Demek kedi
değilmiş gömdükleri. (…) Hastanelerden yeni doğmuş bebekleri çalıp evde
boyunlarını kırıp onları torbalara koyup yandaki arsaya teker teker teker teker teker teker gömmüş demek. Bu kız küçükken annesini öldürmüş demek…’’ (Söğüt, 2012: 89).
Naz’a annesinden kalan bu sosyopatlık yani antisosyal kişilik bozukluğu, annesi gibi
öldürme dürtüsünü tetiklemiştir. Annesinin öldürmüş olduğu kedileri Naz’a yüklediği gibi,
Naz da öldürdüğü bebekleri kedi diyerek insanlara karşı bir kamufule yaratmaya çalışmıştır.
Pencereler Kelebek Delileri Sever
Pencereler Kelebek Delileri Sever adlı öyküde deli bir kız kardeşe, uyuşturucu bağımlısı
bir çocuğa sahip olan ve eşi tarafından terk edilmiş bir hemşirenin hikâyesi anlatılmaktadır.
Çok katlı bir apartmanın en üstündeki bir alt dairede yaşayan hemşirenin kız kardeşi, her
zaman pencereden atlamak için fırsat kollamaktadır. Lakin kız kardeşinin intihar eğilimi
yalnızca geceleri ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle geceleri her zaman uyanık kalmaya çalışır.
Gündüzleri işe gittiği vakitlerde ise oğlunun dışarı çıkma zamanlarıdır. Uyuşturucunun
etkisiyle eve dönen oğlunun kolları iğnelerden dolayı sürekli delik deşiktir. Yine de oğlu
yaşadığı için her zaman şükreder. Elinden geldiğince oğlunu tedavi eder fakat bu duruma
engel olamaz ve uyuşturucu kullanmasına müsaade eder.
Kız kardeşi, evde bulunan türlü ilaçları bir anda içerek de intiharını gerçekleştirebilecek
olmasına rağmen onun tek istediği evin penceresinden atlayarak ölmektir. Çünkü kendini bir
kelebek olarak düşler. Ablasının bir gece uykuya yenik düştüğü bir vakitte beslemekte
oldukları beyaz kedisini de kucağına alarak pencereden atlar ve hikâye son bulur.
Sınırda Kişilik Bozukluğu ve İntihar
Kişilik bozukluğu insanların gündelik yaşamlarını etkileyen, duygu ve düşüncelerine
endişe ve ciddi zararlar veren bir hastalıktır. Kendi içinde çeşitli derecelere ayrılan kişilik
bozukluklarından biri de borderline olarak anılan ‘sınırda kişilik bozukluğu’dur. Temel
özellikleri, insanlar arası ilişkilerde, kimlik duygusunda ve duygulanımda tutarsızlıklar ile
itkilerini kontrol etmekte zorluk çekmeleridir (Şahin, 2009: 50). Sınırda kişilik bozukluğu
yaşayanlar çoğunlukla terk edilme korkusu içindedirler. Sevgili veya eşlerinin ya da yakın
arkadaşlarının kendilerini terk edeceğinden korkarlar ve terk edilmemek için, intihar tehditleri
ya da girişimleri de dâhil olmak üzere, çılgınca çabalar gösterirler (Şahin, 2009: 50). Gergin
ve tutarsızdırlar. Kendilerine zarar verme olasılıkları oldukça yüksektir.
Sınırda kişilik bozukluğunun belirtilerinden ve kalıcı hasara yol açan unsurlarından biri
de intihar eğilimleridir. İntihar, toplumda stres yaratan yaşam koşullarına tepki veren normal
kişilerden ağır ruhsal bozuklukları olanlara kadar geniş bir popülasyonda görülebilmektedir
(Şevik, Özcan, Uysal, 2012: 219). Ruhsal hastalık yaşayan çoğu insanlarda intihar bir çözüm
olarak karşılarında durur. Yaşamakta oldukları onarılmaz acıları, sorunları olan, şaşırmış ve
gücü zayıflamış benliğin çözüm arayıcı gerçeklerinden biridir.
Pencereler Kelebek Delileri Sever adlı öyküde intihar etmek için sürekli ablasının
boşluğundan faydalanmak isteyen ve kendini bir kelebek olarak düşünen bir delinin hikâyesi
vardır. Öyküde anlatıcının bahsettiği kadarıyla eve tıkılıp kalmış olmaktan, terk edilmiş dul
bir ablayla yaşamaktan ve onun bağımlı oğlunun delik deşik olmuş vücudunu izlemekten
başka yapacak işi yoktur. Gün boyu elinde beyaz kedisiyle pencereden dışarıyı izler,
kelebekleri düşünür ve ablasının verdiği ilaçları kullanır. Ablası, bu yaşamına rağmen ne
kadar umutlu olmaya, hayata tutunmaya çalışıyor olursa olsun, kendisi hem fizikî olarak hem
de ruhsal olarak ondan çok zıt bir yöndedir:
‘‘Onun kalçaları ablasınınkinin aksine dar, çok dar… boyu ablasınınkinin aksine
uzun çok uzun… saçları ablasınınkinin aksine gür çok gür… dar kalçasında hiç
sevilmemişliği, uzun boyunda hiç sevilmemişliği, gür saçlarında hiç sevilmemişliği
taşıyor… ölümsavan ablasından da ablasının ölümkokan oğlundan da çok
korkuyor…’’(Söğüt, 2012: 96).
Fizik ve karakter olarak zıtlığından bahsettiğimiz kız kardeşin geçmişi hakkında çok
bilgi sahibi değilizdir. Öyküden alıntılanan cümlelerden de tahmin edilebileceği üzere
kendiyle beraber büyük bir sevilmemişliği taşımaktadır. Üstelik ablasının zıt kutbu olduğu bu
görüntüsünün her parçası onun sevilmiyor oluşuyla alakalıdır. Bu da karakterimizin kendini
beğenmemesi ve kendini ablasından çok daha aşağıda görmesine neden olan psikolojik bir
rahatsızlıktır.
Sınırda kişilik bozukluğu yaşayanlar genelde sevdiği insanları kaybetme korkusu içinde
oldukları için intihar eğilimleri de bundan kaynaklı olabilmektedir. Özkan’a(2018: 17) göre,
intihar ile ilgili girişimler göz korkutma eylemleri gösterdikleri içindir ve bu kişilerin %8-
10’unda kendini öldürme, yakma, yıkma vardır. Kız kardeşin yaşamış olduğu bu yalnızlık ve
öyküde görebildiğimiz kadarıyla sahip olduğu tek aile bireyinin ablası olması, ondan başka
kimseye sahip olmadığını gösterir. Ablasını bu intihar düşüncesiyle korkutması da kişilik
bozukluğundan kaynaklanan sebeplerden olabilmektedir:
‘‘O çok katlı apartmanın en üstten bir alttaki dairesinde geceleri hep ışık yanıyor.
Hemşire abla, deli kız kardeşi geceye kanıp pencereye tırmanıp pervaza basıp kanat
çırpmasın diye… delinin içindeki cesaret ateşini söndürme gayretiyle… evin bütün
ışıklarını açık bırakıp… kısacık… tedirgin… gri ve kasvetli uykular uyuyor.’’
(Söğüt, 2012: 97)
Deli kız kardeşin, hemşire ablasına yaşattığı bu gözdağı ve tedirginlik, ablasını
oğlundan kıskanıyor olabileceği gibi, sevgisini ve ilgisini paylaşmak istemiyor olduğundan da
kaynaklı nedenlerden biri de olabilir. Zira ablasının oğlu, ne zaman uyuşturucu kullanıp eve
dönse hastaneden bir şekilde izin alıp eve koşarak oğluyla ilgilenir ve kendini toparlayıp
hayata tutunması için çaba sarf eder. Bu anlarda deli kız kardeş, odasından çıkmayarak
sükûnetini koruyarak ve belki de içindeki ateşi gizleyerek odasında oturuyor:
‘‘Öyle günlerde deli kız kardeş odasından çıkmıyor. Kendini pencereden atmak
için kelebek hamleler yapmıyor. Evin bugüne kadar hiçbir ses duymamış o yüzden
de ruhu bakir kalmış beyaz kedisini kucağına alıp bir köşeye büzülüyor, olan biteni
bir deliden beklenmeyecek bir sabır ve tevekkülle usul usul seyrediyor. Gezgin,
yoksul, seyircisiz ve geleceksiz bir kumpanyanın vakur oyuncusu gibi kasvet
perdesinin ardında kendi sırasını bekliyor.’’ (Söğüt, 2012: 97)
Deli kız kardeş, intihar edeceği son gecesinde herkes uykudayken salona gider ve
uyumakta olan ablasının oğlunu seyreder. Ölüm koktuğunu düşündüğü delik deşik olmuş
damar yollarından birine girmeyi ve ölüme kavuşmayı arzular. Evin oğluna baktığı sıradaki
hissettiği duygular, ablasının ona gösterdiği ilgiye karşı kıskançlığıdır. Ona imrenir. Bunca
bağımlılığa ve hoyratlığa rağmen annesi tarafından tek bir azar işitmeden sevilebiliyor
olmanın gerçeğini kıskanır. Aynı zamanda oğlanın kendini günden güne, parça parça
öldürüşüne imrenir. Oysa ablası kendisine zarar vermemesi için geceleri uyanık bir şekilde
nöbet bekler.
İntihar edeceği bu son gece ablası da uykudayken evin oğlunu da uzun uzun seyredip
içinden geçenleri bir bir bize aktardıktan sonra beyaz kedisini de kucağına alıp intihar eder.
Sürekli gerçekleştirmek istediği hayalini yaşar ve bir kelebek gibi kendini apartmanın
penceresinden boşluğa bırakır.
Sinekler Sevişirken
Sinekler Sevişirken adlı öykü, yatmakta olan bir genç kızın annesiyle olan diyalogları ile
başlar. Odasına karasineklerin doluştuğunu ve onlardan korktuğunu söyleyerek annesinden
pencereyi kapatmasını ister. Fakat annesi etrafta hiç sinek görmediğini ve dışarıda yağmur
sonrası toprak kokusu olduğu için pencereyi açık bırakır. Diyaloglardan sonra öykü genç kızın
ağzından anlatılmaya devam eder.
Genç kızın gördüğü sinekler birer halüsinasyondan ibarettir. Odasında sineklerin
dolaştığını, tavanında seviştiklerini görür. Dışarıdaki sineklerin ise ışığa değil de sevişme
seslerine geldiğini düşünür. Çok geçmeden genç kızın ağzından yataktan kalkamadığını,
bacaklarının kesilmiş olduğunu ve sineklerin de onun peşini bir türlü bırakmadığını öğreniriz.
Tavandan inen bir karasinek üzerine konar. Onunla sevişmek istediğini düşünür. Fakat
bacakları olmadığı için onunla nasıl sevişeceğini bilemez. Bacakları olsaydı eğer onunla
sevişebileceğini söyler.
Bir süre sonra pencereden kelebeklerin de girdiğini görür. Kelebekler, genç kızın bir
başka korkusu dahadır. Çünkü rengârenk kanatlarının altında korkunç sırlar saklıdır. Kısacık
yaşamları, kocaman dev ağızları vardır. Odaya giren kelebeklerin onlarla konuştuğunu söyler.
Genç kızın bacaklarının neden kesilmiş olduğunun gerçeğini kelebekler sayesinde öğreniriz.
Çünkü kulağına fısıldarlar. Bir gece uykudan aniden uyanan ve bacaklarını koparan adamın
babası olduğunu; babasının onunla sevişmek istediğini; bacaklarını da onun için kestiğini
söylerler. Öykü bu noktadan sonra kızın sinekleri, kelebekleri, sevişen ve kan içen sinekleri
istemediğini tekrar ederek son bulur.
Şizofreni Hastalığının Temel Belirtisi: Varsanı veya Halüsinasyon
Sanrılar, kişinin kültürel yapısı ile açıklanamayan, görünür gerçekliğe uymayan,
yanlışlığını gösteren kanıtlara karşın varlığını sürdüren sarsılmaz düşünceler olarak
tanımlanabilir (Kırkpınar, 2007: 176). Varsanılar şizofreninin temel belirtilerinden birisi
olmakla birlikte, ortaya çıkış mekanizmaları henüz tam olarak aydınlatılamamıştır (Ertuğrul,
Rezaki, 2005: 268). Varsanıların beyinle ilişkisi, ilk defa 1838’de ‘varsanılarının kaynağı
duyu organları değil, merkezi sinir sistemindeki algı merkezleridir’ diyen Esquirol tarafından
kavramlaştırılmış ve varsanı, beyin işlevlerinde bozulmayla ortaya çıkan zihinsel bir belirti
olarak tanımlanmıştır (Ertuğrul, Rezaki, 2005: 269).
Şizofreni hastalığının içerisinde ileri derece olarak tanımlanan varsanı veya diğer adıyla
halüsinasyon, hastaların görmekdikleri şeyleri var kabul etmelerinden kaynaklı bir davranıştır.
Yaşamakta oldukları bu durum görme organlarından değil, algı merkezlerinin olduğu
söylenmektedir. Kocal, Karakuş ve Sert’in(2017: 252) yorumuna göre, olağan işlevlerde
aşırılık ya da çarpıklık olarak bilinen pozitif belirtiler; sanrı, halüsinasyon, konuşmada
bozukluk ve davranış problemlerini içermektedir.
Sinekler Sevişirken adlı öyküde bacakları babası tarafından kesilmiş olan genç kızın,
annesinin görmediğini söylediği hâlde karasineklerin odasına girdiğini, tavanında seviştiğini
söylediğini görürüz. Sineklerin seviştiğini, sevişirken tuhaf sesler çıkardığını ve diğer
sineklerin de bu sesi bir davet olarak algılayıp odaya geleceklerini söyler:
‘‘Annem odadan çıkar çıkmaz tavandaki sinekler sevişmeye başlıyor. Yatağa
mıhlanıp öylece kalakalıyorum. Az önce onun ısrarla görmediği iki sinek şimdi
sevişiyor. Tavanda. Lambanın tam yanında. Pencere hâlâ açık. Öyle tuhaf sevişme
sesleri çıkarıyorlar ki biliyorum az sonra diğerleri de bu sesleri duyup gelecek.’’
(Söğüt, 2012: 101)
Genç kızın, aslında gerçek olmayan bu karasinekleri görüyor oluşu gittikçe daha ciddi
bir boyuta geçer ve odaya yeni giren sineklerden biri gelip yastığına konar. Genç kız,
duyduğu bu korku karşısında hiç ses çıkarmadan, ölü taklidi yaparak kıpırtısız yatar ve
sineğin gitmesini bekler. Daha sonra yatağına konan sineği süzmeye başlar, görüntüsü
hakkında konuşur ve ‘‘Tutsam ayaklarından koparsam, ayaklarını koysam yeniden yastığa
bana öyle bakmaya devam eder mi?’’(Söğüt, 2012: 102) diye düşünür.
Bu zarar verici eğilim bilinçaltında yatmış olan babasına karşı bir harekettir. Çünkü şu
an kendi yatağında bacakları kesilmiş bir hâlde yatmasına sebep olan babasıdır. Fakat
bacağının kesilme durumuna gelmeden önce görmemiz gereken birkaç husus daha vardır:
Sineklerin erkeklerini ve dişilerini sorgulamasıdır. Sineğin kendisine olan bakışlarında onunla
sevişmek istediğini düşünür ve kendisi de sinekle sevişmek ister:
‘‘Gözlerini oyacağım. Bana öyle bakmasına izin vermeyeceğim. Bana öyle öyle
öyle sanki sanki sanki sevişmek istercesine. Aslında seninle sevişirdim sinek.
Bacaklarımı senin beline sarardım. Dilimle gözlerini yalardım.’’ (Söğüt, 2012:
103)
Önce sineğe karşı şiddet eğiliminde bulunup ardından onunla cinsel bir bağ kurmaya çalışan genç kızın durumu yaşamış olduğu şizofreninin temel belirtilerindendir. Kocal, Karakuş ve Sert’e(2017: 262) göre, halüsinasyon ve sanrıların içerik ve türünün hastayı belirli bir şekilde davranmaya iterek kimi zaman emir vererek saldırgan davranışlara yöneltileceği belirtilmiştir. Psikiyatrik hastalıklar içerisinde saldırgan ve şiddet içeren davranışla en ilişkili grubun şizofreni hastaları olduğu ve genel popülasyona göre bu hastalarda şiddet davranışının 2-5 kat fazla olduğu bildirilmiştir (Kocal, Karakuş ve Sert, 2017: 262).
Sineğe karşı duyduğu cinsel istek, belki de uzun zamandan beridir yatağa mahkûm
oluşundan kaynaklanmaktadır diyebiliriz veya sineğin yatağının başında dikilip gözlerini ona
dikmesiyle babasını hatırlıyor da olabilir. Öncesinde onu öldürecek hatta öldürmekten ziyade
bacaklarını koparıp yaşamaya terk edecek kadar öfke ve korku doluydu. Babası tarafından
uğramış olduğu tecavüz, onun içindeki arzularını tamamen köreltememiştir. Sonrasında ise
bacakları olmadığı için sineğin onunla sevişmek istemeyeceğini düşünür. Kendi kendine
annesiyle konuşarak bu engelini ve tercih edilmemişliğini paylaşır:
‘‘Şimdi de sinek benden korkuyor anne. Onun bacaklarını koparmamdan. Gözlerini
oymamdan. Kanatlarını yolmamdan. Onu dışarı atmamdan korkuyor anne. Onunla
sevişirim diye korkuyor. Sinek bile benimle sevişmek istemiyor anne.’’
(Söğüt, 2012: 103)
Genç kızın varsanıları yalnızca karasineklerle sınırlı kalmaz. Sonrasına odaya giren,
kısacık yaşamları, kocaman ağızları ve rengârenk kanatlarının altında korkunç sırlar saklı
olan kelebeklerden de korkmaktadır. Zira kelebekler, babasının tecavüzünü ve ayaklarını
kesilişini ona hatırlatır. Kulağına duymak istemediği fakat asla da kaçamadığı gerçekleri
fısıldarlar.
SONUÇ
Son dönem Cumhuriyet edebiyatının kadın sesi Mine Söğüt’ün, delilik üzerinden ele
aldığı öykülerinde yalnızca deliliğin olmadığı ve bununla beraber çeşitli psikolojik ve ruhsal
hastalıkların da olduğu görülmektedir. Kadınlığı, delilik sınırında yaşayan bir kimlik veya bir
cinsiyet olarak yansıtan Söğüt, bu insanların yaşadıkları her bir anı, bir cinnet eşiği olarak
yorumlamaktadır. İnsanların yaşamlarına kısaca değinerek bile bilinçaltında yatan gerçeklerin
yalnızca yüzeyselliği üzerinden de travmalar doğabileceğini göstermektedir. Bu travmalar
çeşitli kişisel bozukluklara, bireysel hastalıklara hatta intihar gibi geri dönüşü olmayan
ölümcül yollara kadar sürebilmektedir.
Sonuç olarak deliliğin yalnızca akıl sağlığının yitirilmesiyle sınırlı olmadığını
görmekteyiz. İnsanın yaşam içerisinde gerçeklere ve mücadelesine karşı verdiği tepkiler,
çoğunlukla bir başka ruhsal bozukluğun veya hastalığın habercisi olduğunu göstermektedir.
Söğüt ise toplum içinde deliliğe en yakın cinsiyet olarak işlediği kadınları, hem güçlü bir
iradenin neferi olarak hem de pamuk ipliğinde süren bir yaşamın kavgası olarak ele almıştır.
Kadını çeşitli hayat profilleri içerisinde bir kız evlat, bir anne veya herhangi bir birey olarak
her alanda işlemeye özen göstermiştir.
ferdi yaman
- Alfred, A. (2002). Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji. çev. Halis Özgü. İstanbul: Hayat Yay.
- Alioğlu, S. (2019). Narsisistik, Sınır ve Şizoid Kişilik Bozukluklarına Yatkınlıkta Duygusal Farkındalığın İncelenmesi. Yüksek lisans tezi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, İstanbul.
- Atmaca, S. (2016). Paranoya: Bir Vaka Değerlendirmesi ve Klinik Uygulamalardaki Farklılıklar. AYNA Klinik Psikolojisi Dergisi, 3(3), 1-9.
- Butcher J. N., Mineka S. ve Hooley J. (2013). Anormal Psikoloji. çev. Okhan Gündüz. İstanbul: Kaknüs Yay.
- Çam O., Engin E. (2004). Ruh Sağlılğı ve Hastalıkları Hemşireliği Bakım Sanatı. İstanbul: Tıp Kitapevi. 2004.
- Eren, T. İ. (2007). Postpartum Depresyon Prevalansı ve Sosyodemografik Risk Faktörleri. Uzmanlık tezi. Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul.
- Freud, S. (1996). Düşlerin Yorumu I. çev. Emre Kapkın. İstanbul: Payel Yay.
- Humanite Tıp Merkezi. (2018). Kişilik Bozuklukları (1. Baskı) [Broşür]. Özkan, Sedat: Yazar.
- Kırpınar, İ. (2007). Psikiyatrik belirti ve bulgular, Psikiyatri Temel Kitabı. Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
- Oktay, B., Durak Batıgün, A. (2014). Aleksitimi: Bağlanma, Benlik Algısı, Kişilerarası İlişki Tarzları ve Öfke. Türk Psikoloji Yazıları, 17(33), 31-40.
- Özcan T., Gürhan N. (2016). Ruh Sağlığı ve Psiyatri Hemşireliğinin Temelleri. Ankara: Akademisyen Tıp Kitabevi.
- Narlı, M. (2013). Edebiyat ve Delilik. Ankara: Akçağ Yay.
- Sayar, K. (2012). Ruh Hali. İstanbul: Timaş Yay.
- Söğüt, M. (2012). Deli Kadın Hikâyeleri. İstanbul: Yapı Kredi Yay.
- Şahin, D. (2009). Psikiyatri: Kişilik Bozuklukları. Klinik Gelişim Dergisi, 22(4), 45-55.
- Kocal, Y., Karakuş, G., Sert, D. (2017). Şizofreni: Etyoloji, Klinik Özellikler ve Tedavi. Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 26(2), 251-267.
- Şenkal, İ., Palabıyıkoğlu, R. (2015). Çocukluk Çağı Travmaları ve Aleksitimi. Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 4(8), 7-24.
- Şevik, A.E., Özcan, H., Uysal E. (2012). İntihar Girişimlerinin İncelenmesi: Risk Faktörleri ve Takip. Klinik Psikiyatri Dergisi, 15(4), 218-225.
- Yüksel, N. (2006). Ruhsal Hastalıklar. Ankara: Özyurt Matbaacılık.
- Yalçın, S. B. (2010). Üniversite Öğrencilerinin Duygularını İfade Edebilmelerinin Aleksitimi ve Psikolojik İhtiyaçlarına Göre İncelenmesi. Doktora tezi, Selçuk Üniversitesi, Konya.
Edouard Louis Dubufe, The Congress of Paris, 1857
Resim, Kırım Savaşı’nı sona erdiren Paris Kongresi’nde müttefik kuvvetler olan Türkiye, Fransa ve Birleşik Krallık delegelerini betimliyor.