İnsanın anlam arayışındaki yolculuğunda beynin rolü nedir?


 


Şimdi anlam arayışı, yani “Bu hayatın anlamı nedir, bunun anlamı ne?” sorusu galiba en eski soru olması lazım insanın gündemine girmiş. Zira bu beyne sahip bir canlı olarak karşı karşıya kaldığın mecburi bir sorun anlamı aramak. Diğer bütün canlılara, bir biyolog olarak en azından, baktığınızda; “Bu canlıların derdi nedir?”, “Bu canlıları harekete geçiren şey nedir? diye incelediğinizde canlılarda ta Darwin’den beri formüle edilmiş, bildiğimiz bir mevzu var: Genlerini bir sonraki nesle aktarmak ve bir şekilde bunun için olabildiğince hayatta kalıp işte beslenebilmek için birtakım güdülere sahipler. Bütün öğrenme sistemi, bütün işte yuva yapmaktan tutun yavru bakımına kadar her şey; bu temel “Ye, iç, üre, hayatta kal.” sistemine dayanıyor aslında.

 

İnsana geliyorsun; ya bütün canlılardan bir canlıyız, temelde bedenen hiçbir farkımız yok. Fakat öyle bir zihinsel alem var ki insan yemeden içmeden kesilip anlam sorgulamaya başlıyor. Yani her şey yolundayken bile insanlar sıkıntı çıkarabilen tek varlık. Ben insanın en kısa tanımını buldum zannediyorum, bir televizyon programında çıkmıştı: “Karnı doyduğu zaman arıza çıkaran tek canlıdır insanoğlu.” Çünkü yetmiyor. Bedensel ihtiyaçlarını karşılamak, maddi ihtiyaçlarını karşılamak, güvenlikte olmak, hayatta kalmak, üreyebilmek yetmiyor. Onun dışında yarına kalmak istiyor. Bu bütün varlıkta gözlemlediği, karşısına çıkan şeyler arasında bir bağlantı kurmak ve buna bir anlam vermek istiyor. Bunun zaten sebebi fazla gelişmiş bir beyne sahip olmamız. Şimdi neden böyle?

 

Bizim beynimizi diğer canlıların beyinleri ile kıyaslarsanız mesela bir farenin beyni, ben yıllarca çalıştım farelerde, çok kolaydır. Beyni bu arada çok karışıktır farenin öyle basit bir şey değil. Böyle anlattığıma bakmayın ama… Farenin beyninde somatomotor sistem diye basit bir sistem var, insanlara göre çok daha sade. Vücuttan aldığı bütün duyular beynin bir yerine geliyor, hemen yanındaki yerde vücut hareketlerine dönüştürülüyor. Yani arada birkaç tane devre var, öyle düşünelim. Duyular harekete, duyular harekete dönüşüyor. Bu arada da basit bir hafıza sistemi var.

 

İnsanın beynine bakarsan duyuları algılayan bölgeyle aksiyon oluşturan bölgenin arası o kadar açılmış, arada o kadar fazla devre gelişmiş ki zaman içerisinde biz bir duyusal veriyi alıp da onu bir aksiyona dönüştürene kadar üzerinden milyonlarca işlem geçiyor. Bu işlemlerin birçoğu da aslında bu yaratıcı fikirler, garip garip böyle düşünmediğimiz şeyleri düşünmeler falan gibi karşımıza çıkıyor. Yani beyin biraz veriyi tokatlıyor; oradan oraya, oradan oraya, beynin içinde döndürüyor.

 

Bu aşırı miktarda gelişmiş devre neyi sağlıyor? Çok zayıf, çıplak bir canlıyız; dünyada hayatta kalmak için, her devirde de milyon tane farklı koşulla karşı karşıyayız. Tekrarı olmayan sorunlar yaşıyoruz. Bunlara ha babam çözüm bulmamız gerekiyor. Diğer canlılara dikkat edin, hepsi bir ortama adapte olmuş durumdadır. Çamur kurbağası, çamur kurusa soyu tükenir, bitti. Ama insan öyle değil. Uzayda yaşıyor mesela, Mars’ta yaşam hayalleri kuruyoruz. Yeryüzündeki bütün ortamları kendimize uydurabiliyoruz. Bunu nasıl yapıyoruz? Bu aşırı birleştirme ve anlam üreten zihin sayesinde.

 

Aşırı büyük beyin hayatta kalma için çok işimize yaradığından, evrimsel olarak işimize yaramış, büyümüş, evrilmiş, okey ama bir yan etkisi var. Anlam sormaya başlıyor bu sefer. Bakıyorsunuz bunun tatmin edilebildiği bir tek yol var, insan zihninde bütün yaşamın anlamlı bir hikaye içerisinde birleştirilmesi lazım. Bu yaşamın bir hikayeye, bir öyküye, bir inanç dizisine dayanması gerekiyor insanın huzurlu yaşayabilmesi için. Bütün inançlar, bütün dinler, bütün felsefeler, bütün anlatılan masallar, öyküler, aklınıza ne gelirse, kıssalar; hepsi aynı sebepten çıkıyor. Hikaye, bizim için anlam demek.

 

Şimdi, hayatın anlamı nedir? “Hayatın anlamı, efendim, bilmem ne olmak.” değildir. Hayatın anlamı kendi zihnimizin içerisinde yazdığımız, kendi içinde tutarlı ve bizi sürükleyecek, bize bir tutku, yaşama enerjisi verecek olan o öznel hikayedir. Ben mesela hayatı bir hikaye çerçevesinde algılıyorum. Buraya geldim, yani inanılmaz güzellikte şeylerle karşılaşıyorum, bunları anlamak için bana bir yöntemler dizisi verilmiş içinde yaşadığımız; işte bilim var, felsefe var, bilmem ne… Bunlardan öğrendiklerimi insanlara anlattıkça daha fazla şey öğreniyorum ve yaşam amacımı bu hikaye çerçevesinde kurguluyorum. Ben gören, anlayan ve anlatan birisi olmalıyım. Bunu yaptığım zaman mutlu oluyorum. Bunun içinde bir anlam buluyorum. O zaman yaşam enerjim yükseliyor, o zaman daha faydalı oluyorum.

 

Ama mesela başka anlamlar da olabilir. “Ben bu dünyaya geldim, paso zevk alacağım. Yiyeceğim, içeceğim, yatacağım.” Bazı çocukluk döneminde, gençlik döneminde böyle arkadaşlara rastlıyoruz: “Amaan,” diyor “ya memleketi ben mi kurtaracağım?” falan filan. Belli bir süre bu anlam da idare eder. Ama sonra hazzın kesmediğini, haz sistemimizin diğer hayvanlarla aynı olup da nasıl suistimal edilebildiğini fark edince o zaman bunun insanı sokabileceği sorunlarla yüzleşme söz konusu oluyor. Ve yeni bir anlam arayışı başlıyor.

 

İşte, anlam ömrümüzü aşan bir şey olmalı. Ben hep onu bilirim. Bu yaşamın bir anlamı olabilmesi için ömrümüzden öte bir anlamımız olması lazım zihnimizde. Yalan da olsa önemli değil kendimizi inandıralım yeter. Herkesin hikayesi kendi gerçekliğidir. Yalan yanlış, ben milletin inançlarını minançlarını kritik edenlere falan gülüyorum açıkçası. Çünkü hepimiz metafiziksel bir zihinsel dünyada yaşıyoruz. Kendimize ait inançlarımız, kabullerimiz, peri masallarımız, bir sürü şeylerimiz var. Başkasınınki tabii bize saçma geliyor anlatılınca ama biz kendi hikayemizi gerçekten dile döküp anlatsak en saçma hikaye bizimki olurdu başkaları açısından. O yüzden iç dünyamızla çalışmak, hayatın anlamı üzerine çalışmak, kendi hayatımız üzerinde çalışmanın en iyi yolu. O hikayeyi güzel yazdığımızda da hayatın anlamı harika oluyor. Ben bayağı uzunca bir süredir anlam sıkıntısı çekmiyorum mesela. Çünkü bütün işim hikaye yazıp hikaye anlatmak. Anlata anlata kendini inandıran insanlardan biriyim. Herkese tavsiye ediyorum. İnandığınız bir hikayeniz olsun, hayatınızın anlamını da zaten o belirleyecek.