Tavsiyeler
Bir şey söyleyeyim mi? Her kuşağın beğenisi, her kuşağın anlayışı farklıdır. Nazım ne diyor: “Ben oğlumdan geri, babamdan ileriyim.” Bana hep şunu söylerler, bana bakan bir hanım var da işte evde, der ki “Şunu giyin, bu böyle size olmaz!” “Bugün çekim var, ya ferah mı giyinsem?” “Hayır! Yakışmaz size.” Çünkü o yetişen insan… Eskiden… “Beyoğlu’na çıkmak” diye bir şey vardır. Harbiye’de oturduk biz de. Beyoğlu’na çıkarken… Zaten İstanbullular falan tabii giderlerdi. Ama oraya ait olduğunu göstermek için giderken daima buraya iki tane kalem konulurdu. (Ceketinin mendil koyulan cebini gösteriyor.) Yani kalem erbabı gibi bir şey, o sırıtırdı. Oraya ait olmadığını gösterirdi.
Ben şimdi genç kuşakta şunu seviyorum; aidiyetlerini inkar etmiyorlar. Eskiden verilen terbiyede öyle olur, ben öyle alışmışım. Bir cenazeye gitsem koyu renk elbise giyerim. Mutlaka, bir yere gitsem kravat takarım. Buraya bazen ferah geliyorum, şaşırıyorlar “Aa bugün serbestsin!” diye. Bu açıdan dikkat ediyorum. Kuralın… Eğer bir kural ama nezakete, insanlar arası saygıya aitse tabii ki ben onun belirtilmesini istiyorum.
Gençlerde bir tek şey var, eskisi gibi gençleri eleştirmek mümkün değil. Çünkü bizim gençliğimizde, benim gençliğimde ben… Ailemin imkanı vardı. Tiyatroya da giderdim, yabancı solistleri de dinlerdim; o tür bir şey vardı. Şimdi insanlar Spotify açıyorlar, onu açıyorlar; her kişiye müzik ulaşabiliyor. Ha diyeceksiniz ki “Diğerinin, bir longplayin, kapağında bir ressamın da çizgileri vardı, o yok.” Onu bulamıyorsunuz. Ama Gülten Akın’ın dediği gibi “Kimsenin vakti yok artık durup incelikleri anlamaya.” diyor. Öyle bir şey yaşıyoruz artık.
Şimdi eskiden bir film gelirdi, uluslararası bir film, kazanmış ama ne kazandığını unuturduk, 10 yıl sonra gelirdi. Şimdi bütün ödül kazananlar geliyor, yerli sineması oluyor… E internet denilen her şeyi bulacağınız bir şey var. Netflix’e gidiyorsunuz, seyrediyorsunuz istediğiniz filmi. Yani insanların bir yere odaklanmasını önleyen bir şey. Hiçbir şey yapmayan adam gidiyor eve “Ya bu diziler de çok berbat!” diyor. Alıyor eline şeyi, “Geçgeç”i, tak tak tak tak… Bir yer bulacağım diye şey uğraşırken zaten uykusu geliyor, biraz sonra gidiyor, yatıyor.
Ha televizyonların da tabii birtakım şeyleri var. İşte biz TRT 2’de yapıyoruz. Ben şeyleri westernleri (vahşi batı filmleri) seyrediyorum. Açıklamalı filmler var, onlar da… Altyapı için gençlere olanak tanınmalı. Yani tutup da bir sinematek olmalı. Yani bir merak eden “Yahu gerçekçi filmler neydi İtalyan sinemasında?”, bakmalı. Efendim “Ya Tarantino’yu merak ettim, ben hiç görmedim.” deyip onu görebilmeli. Parayla, parasız. Ama istediği zaman kütüphaneye gidip bütün yeni çıkan kitapları bulabilmeli.
Ben hep şunu söylüyorum, yüz binlerce kişinin kaldığı yerlere bir kütüphane mecburiyeti konulmalı. Ve artık kütüphaneler eskisi gibi insanların gidip de böyle birinden kitap isteyip bir köşeye çekildiği yerler değil. Aile gidiyor. Çocuk da oradan yararlanıyor. Diğeri video seyrediyor, DVD seyrediyor, diğeri kitap alıp okuyor. Yani evde yapabileceğiniz her şeyi orada da yapabiliyorsunuz. Kütüphaneler artık böyle. Bu tür kütüphaneler yapılmalı ve mahalle kütüphaneleri de yapılmalı. Çünkü bunun dışında o kadar zor ki artık bir yerden bir yere gitmek. Böyle bir şeyleri yok. Bunu yapmalılar.
Bir de bir genç yazar yazar olmak, edebiyata başlamak istiyorsa önemli eserleri de okuması lazım. Ben bunu sadece taklit etmesi için demiyorum, reddetmesi için de okuması lazım. Ben senin için “Sevmiyorum.” diye dediğimde söyleyeceğim “Kaşın öyle, gözün öyle, konuşman öyle” diye. E ama yani bunları da bilmeden mümkün değil böyle bir şey yapmak. Tabii yenilikler de var. E-kitap ne kadar ulaştı, bilmiyorum. Ben e-kitap aletlerini aldım ama e-kitaptan okumuyorum doğrusu. Çünkü yine kağıdın da başka bir dokunma duygusu var. Şiir kitaplarının birçoğu kapalı gelir, açarsınız, onun zevkine varırsınız. Kağıdı başkadır. Dokunma… Yani mesela… Bilgisayarla ben de şey yapmayacağım Bilgisayara doğrusu ben aşk yapamam. Çünkü görmem lazım, dokunmam lazım yahu. Öyle bir şey de olmuyor.
Şimdi filme gelince, bir sinematek olsa ondan öğrenmek lazım. Türk filmi nereden başladı, nereye geldi? Batı sineması nereye geldi? Neydi Amerika’nın hayatı ile westerni arasındaki ilişkiler? Daha sonraki sinemaları düşünün, o var.
Müziğe gelince… Şimdi müzik öyle garip bir şey ki tavsiyeye gelemiyor. Ben mesela Klasik Batı müziği dinlerim, Klasik Türk müziği dinlerim, türküler dinlerim. Ama pop dinlemiyorum. Onun için de pop konusundaki söyleyeceklerim yanlış olur ve hiçbir şeye dayanmadan olur. Ama bütün bu işlerin de müzik çeşidinde de… Çünkü bir ülkenin… Müzik çok sesli. O kadar sesli ki… Yani türküsü var; Karadeniz’e gidiyorsunuz o türkü Karadeniz’deki hayatı yaşıyor, Doğu’ya gidiyorsunuz hüzün var, hınç var, her şey var. Doğu… Uzun hava var orada. Yukarıya gidiyorsunuz uzun hava dışında oynayanlar var, horonlar var. Müzik bir şey yapıyor, bütün dünyada o var.
Genç bestecileri de, Batı müziğinin genç bestecilerini söylüyorum, desteklemek gerekir. Çünkü dünyada iyi solistlerimiz var ama bir ülkenin bestecisi yoksa o ülkenin müzikteki yeri nedir, anlaşılmıyor. Dünyada çok icracı var çünkü. Fazıl iyi yapıyor, bir Nazım’ı besteliyor, Metin Altıok’u besteliyor, Ulvi Cemal’i gidip her yerde tanıtıyor. Bizim solistlerimizin de böyle yapması lazım.
Tabii kitaba gelince şimdi her yerde başlangıç diye bir şey vardır. Şimdi düşünüyorum da bir hocaya gitse bir genç öğrenci “Hocam bir kütüphane kurmak istiyorum.” dese klasiklerden başlaması gerekir. Türk, Batı… Türk klasiği ne kadardır, tartışılır. Onlardan başlaması lazım. Yani küçük ölçekte bir şeyler insanın kültüre başlangıcını sağlıyor. Ama şimdi dışarıda da bunlar varsa okusunlar. Ama insan en iyi sevdiğini yapar meslekte. Bakın mühendislerden de birkaç tane iyi yazar çıktı. Eleştirmen de çıktı. Bunların içinde Hüseyin Cöntürk… Çünkü o mühendisler bir şeyin ölçüm biçimini biliyorlar. Metinlere belki biraz gayriedebî yaklaşan da oluyor ama değişik bir yorum türü geliyor.