İnsanın özgürlüğe kavuşma sürecinde sorumluluk sahibi olmanın rolü nedir?


 

 

Özgürlük benim bakış tarzım içerisinde bir insanın inşa ettiği bir süreçtir; dışarıdan verilmez. Nasıl bir süreçtir? İnsan ilişkilerine gideceğim çünkü özgürlük ancak ilişkiler içerisinde anlam bulur. İnsan ilişkilerinde birinci aşama şu: İki insan birbirinin farkına varınca iletişim başlar. Birbirinin farkına varan insanlar arasında iletişimsizlik mümkün değil. Mutlaka iletişim var. Yani birbirini farkına varınca giyinişinin, hareketlerinin, hal ve tavırlarının, mesafenin, söylediği söylemediği her şeyin anlamı var. Onun için mesaj alışverişi mutlaka var. Çoğu kere farkında değiliz. Ama iç beyin biliyor ve takip ediyor. İkincisi, sık sık sosyal ortamlarda beraber olunca o zaman ilişki başlıyor. “Eşim” diyorsun, “Öğrencim” diyorsun, “Arkadaşım” diyorsun, “Dostum” diyorsun, “Mahallenin bakkalı” diyorsun, “Doktorum” diyorsun, “Öğretmenim”, “Müdürüm” diyorsun… “Yakın arkadaşım” diyorsun, “Dostum” diyorsun, “Eşim”, “Kocam” her neyse… Bu ilişki içerisinde yaşam anlamını buluyor. Yaşam ilişkiler içerisinde ilmek ilmek örülen bir süreç. Yaşam bir ekip işi. Ve özgürlük de bu ilişkiler içerisinde anlamını buluyor. Bu ilişkinin içerisindeyken insanın iki doğası devreye giriyor. Bir tanesi sosyal kimliği. Sosyal kimliklerde de böyle ikiye ayırabilirsin. Bir tanesi doğuştan toplumun verdiği sosyal kimlikler: “Sen bebeksin.”, “Sen kızsın.”, “Sen erkeksin.”, “Sen babasın.”, “Sen dedesin.”, “Sen amcasın.”, “Sen halasın.”, “Sen dayısın.” şeklinde. Bir de kazanılmış sosyal kimlikler var: “Öğretmensin.”, “Doktorsun.”, “Polissin.”, “Müdürsün.” şeklinde. Ben kendimi tanıtırken “Profesör Doktor Doğan Cüceloğlu. 17 tane kitap yazarıyım.” falan şeklinde mi tanıtıyorum, “Doğan Cüceloğlu.” olarak mı tanıtıyorum? Vurgulamalar farklı. Bazı yerlere gittiğim zaman kişi diyor ki: “Hoş geldiniz. Şirket Müdürü.” diyor. Adam adını söylemiyor. Besbelli ki o ilişkide şirket müdürü işi görüyor. Veya çocuğu geliyor, “Büyük oğlum.” diyor, o kadar. Sosyal kimlik işi görüyor. Öbürü “Öz kimlik” diyorum, ona “Can” diyorum ben. Hayatın anlamı da bu “Öz kimlik”ten geliyor. Şimdi bir öğretmen sınıfa girdiği zaman sosyal kimliği öğretmen. Öbürü de öğrenci. O düzeyde ilişki kurduğun zaman öğretmen öğrenci ilişkisi olur. Ama insan insana ilişki kurduğun zaman, özlerin ilişkisi, öğrenci bunu hemen fark eder. Sosyal kimliğin ötesinde bir ilişkin oluyor ve ikisinin yarattığı özgürlük çok farklı.

 

İlişkinin altı tane boyutu var. Bunun bilinmesi çok çok önemli bence kültür bakımından. Ve bu boyutlar çocuk doğduğu zaman, hele gelişiminin 6.-7. ayına geldiği zaman his olarak kesinlikle çocuk farkında. “Sen varsın, kale alıyorum.” mu, almıyor muyum; hissediyor. “Seni olduğun gibi kabul ediyorum.” mu yoksa “Ötekileştiriyorum.” mu; hissediyor. “Sen teksin. Sana bakarken, tek, evrende tek olan biriyle şu anda ilişki içindeyim.” mi yoksa “Bir grubun parçası.” mısın? Öğrenci olarak mı konuşuyorum sana yoksa Selim olarak mı konuşuyorum? Fark ediyor. “Sen bir potansiyelsin, senin potansiyeline güveniyorum.” diye mi bakıyorum yoksa “Ne olacak bilmiyorum, sen işe yaramaz birisi misin?” şeklinde mi bakıyorum? Onun için sürekli davranışına mı bakıyorum böyle, “Düşme.”, “Önüne bak.” “Önüne bak!” Onu da hissediyor. Beş: “Emek ve zamana değer misin?” yani “Sevgiye layık mısın? Sevginin tanımı bu: Emek ve zamana değer olmak. Altı: “Seni bir birey olarak kabul ediyor muyum?” “Sana saygım var mı?” “Seni ekipten birisi olarak kabul ediyorum, sana sorumluluk veriyor muyum?” Ekipten biri olarak kabul ettiğin andan itibaren sorumluluk verirsin. “Hey! Sen de ailedensin. İki yaşındasın ama hadi bakalım, masadan bardakları sen kaldıracaksın.” Ve yapılan beyin çalışmaları gösteriyor ki beyin, eğer anne baba çocuğu var eden bir tanıklık boyutu içerisinde olursa, gelişim salgıları salgılıyor. Çok önemli bir şey bu. Şimdi denetim odaklı korku kültüründe hep dış tanık önemli. “Babanın dediğini tut.”, “Öğretmenin dediğini tut.”, “Müdürün dediğine bak.”, “Profesörün dediğine bak.”, “Başkanın dediğine bak.” şeklinde, böyle sürekli “Onun gözünde var mıyım?”, “Onun gözünde kabul ediliyor muyum?”, “Onun gözünde değerli miyim?”, “Onun gözünde güvenilir miyim?”, “Onun gözünde emek ve zamana değer miyim?”, “Ona ait miyim?” Böyle bir ilişkide özgürlüğün anlamı ne? Halbuki olgun, gelişmiş bir uygarlıkta, ki ben bu kültüre gelişim odaklı değerler kültürü diyorum… Denetim odaklı korku kültürünün gücü korkudan ve öfkeden gelir. Korkutuyor musun, öfkeli misin? Gelişim odaklı değerler kültürünün gücü sevgiden gelir. Güvenden gelir; sevgi ve güvenden gelir. Gelişim odaklı değerler kültüründe sevgiden gücünü biliyorsa anne babanın sürekli çocuğa tanıklık yaparken bir hedefleri var; o da şu, sürekli çocuğa hatırlatıyorlar, “Bak!” diyorlar, “Unutma, senin yaşamında sürekli birisi var; o da senin kendinsin. Sakın bunu unutma.” “Sakın bunu unutma.” “Sakın kendini yok etme.” “Onun için hayatının en önemli tanığının senin kendin olduğunu, lütfen, hiçbir zaman unutma!” “Farkında ol.” Sen kendi gözünde var mısın? Kale alıyor musun? Bak evladım,  bir dizi sayıyı çarp birbiriyle, bunlardan bir tanesi sıfırsa sonuç sıfırdır. Eğer sen kendi gözünde yoksan sahip olduğun hiçbir şeyin anlamı olamaz. Mümkün değil. Kendini olduğun gibi kabul ediyor musun yoksa ötekileştiriyor musun? Görünüşünde, düşüncende, cinsiyetinde, dininde, şu veya bu şekilde “Kendi gözünde, sen değerli misin? Kendinle ilişkin senin, evrende tek. Başka hiçbir kimse seninle, senin kendinle kurduğun gibi ilişki kuramaz. Kendine güveniyor musun? “Ben yapabilirim?” diyor musun? Hata yap! Mümkün olduğu kadar fazla hata yap ki çok şey öğren. Ama kafaya taktığın şeyi “Ben yapabilirim.” diyebiliyor musun? Kendini emek ve zaman vermeye değer görüyor musun? Seviyor musun kendini? Çok önemli. Ve ayrıca bir birey olarak kendine saygın var mı? Kendi mahremiyetine saygın var mı? Onu koruyabiliyor musun? Ayrıca şunun da farkında mısın? Yaşam bir ekip işi. İçindeki ekibi keşfettin mi? Bu içindeki ekibi keşfetmişsen onunla ilgili sorumluluklarını keşfedersin. İşte burada özgürlük başlar. İçindeki ekibi keşfetmemiş insanın hiçbir zaman yaşamında anlam olmaz ve özgür bir insan olamaz. Onun için o laf değil, çok önemli bir süreç. Bir insanın özgürlüğü içindeki “biz”i keşfetmekten gelir.

 

Bütün bu kadar açıklamamın sonucunda ancak özgürlüğü açıklayabiliyorum. Dışarıdan verilecek bir şey değil. Özgür insanın özgürlüğünü kimse elinden alamaz. Çünkü onu o inşa etmiştir.