Sizce toplumumuzdaki korku kültürünün altında yatan sebepler nelerdir?
Korku kültürünün altında yatan sebepler korku kültürüdür. Korku kültürü insanlık tarihi kadar eski ve paylaşılan bir kültür. Bundan 500 yıl öncesine kadar tüm dünyanın tek kültürüydü. Ama değişik sosyoekonomik koşulların ve etkileşimlerin, Coğrafî Keşifler’in, etkileşimlerin sonucunda yavaş yavaş ve bu düşünme konusunda özgürlüğün bulunmaya başlanmasıyla, felsefî tavrın izin verilerek konuşulabilmesiyle yavaş yavaş insan aklının soru sorabilmesi, insan aklının sorduğu soruları ciddiye alma gibi bir tavır oluşmaya başladı. Böylelikle insan aklı inanç temellerini sorgulamaya başladı. Ve akılla inanç arasında bir sohbet başladı. Sürekli birbiriyle sohbet eden duruma geldi. Öyle bir duruma geldi ki Nietzsche bu sohbetin sonunda aklın kabul edemeyeceği inancın ölmesi gerektiğini söyledi. Ona göre bir akım başladı. Bu tabii resimde, müzikte, romanda, tiyatroda muazzam eserler ortaya çıkmaya başladı. Batı dünyası enteresan bir şekilde aklı güçlü duruma sokmaya başladı.
Hz. İsa Latince bilmiyordu. Ama enteresan bir gelişimle Roma İmparatorluğu’nda İncil’in Latince’ye çevrilmesi ve bundan dolayı da bütün rahiplerin Latince İncil’i ezberlemesi ve anlaması durumu vardı ve halk Latince bilmediğinden dolayı İncil’i anlamıyordu. “Sakın ha!”, izin verilmiyordu Latince’nin dışında. Ama Luther diye bir Alman “Bir dakika ya” dedi “Din gibi son derece önemli bir aşkınlık kaynağında anlamadığın şey, ezbere, senin hayatına nasıl yön verebilir?” “Ben İncil’i Almanca’ya tercüme ediyorum.” dedi. Protesto etti, Protestanlık kuruldu. 70 yıl kanlı savaşlar oldu. 70 yıl kanlı savaşlar oldu. Yüz binlerce insan öldü. Hangi konuda? “İncil benim dilimde yazılabilir, yazılamaz.” konusunda. Şimdi neredeyiz? Dünyanın hangi dilini alırsan al o dilde İncil’i bulabilirsin. Bulabilirsin. Bu o kadar doğal geliyor ki! “Anlamadığım şeye ben nasıl inanırım?” diyor.
Henüz daha bunu konuşmaya dahi başlayamadık. Akıl ve inanç birbiriyle sohbet içerisine girebilmiş değil. Ben çok sormak isterim böyle din konusunda bir sohbet açıldığı zaman bir ortamda. “İyi Arapça bilmeyen birisi iyi bir Müslüman olabilir mi?” diye sormak isterim hakikaten. Cevabını çok merak ediyorum. İyi bir Müslüman olabilmek için mutlaka iyi Arapça bilmek gerekiyor mu? Bunun değerlendirilmesi lazım. “Evet, gerekiyor.” dendiği zaman ona göre bir tavır içerisinde olacaksın. Ona göre bir tartışma açılacak, akıl devreye girecek. “Hayır. İyi Arapça bilmek gerekmez. Önemli olan Kur’an’ın ruhunu anlamak lazım, oradaki değerleri keşfetmek lazım.” dendiği zaman o zaman ona göre bir yol alacaksın, izleyeceksin. E bunu tartışmaya başlamadık henüz. Niye başlamadık? Bunun başlaması, bence, hakikaten dini alanda liderlik yapan düşünürlerimizin -özellikle ilahiyat fakültesindeki düşünürlerimizin- sorumluluğu diye düşünüyorum. Belki de başlamıştır da ben bilmiyorum. O bakımdan belki yaygın olmadığı için bana kadar gelmemiştir. Ama çok önemsiyorum. Çok önemsiyorum çünkü ben manevi yaşamı, bu aşkınlık yönünü, bir insanın en önemli değerler hazinesi olarak görüyorum. Hayat orada anlamını buluyor. Çok, çok, çok önemsiyorum. Ondan dolayı gayet saygılıyım ona. Ama akılla inancın sohbet içinde olması lazım ki değişen yaşam koşulları içerisinde o değerler kendi yorumlarını bulabilsinler.