Üniformasız devlet görevlilerinin iç yüzü.
Sözlük anlamına göre ‘yasa dışı işlerle uğraşan ve zor kullanarak gizli çıkarlar sağlayan örgüt’ olan mafya kavramı günümüzdeki modern haline gelirken sözlük anlamını değiştirememiş olsa da iç dinamiklerini ve yapısal işleyişini değiştirmiş. Zaman içerisinde devlet kavramı da yüzyıllar önce Platon’un tanımladığından çok farklı hale gelerek mafya ile sadece halkın algısındaki farklılık nedeniyle birbirlerinin yasal ve yasadışı ikizleri haline gelmişlerdir.
20. yüzyılın en büyük düşünürlerinden yazar ve sinemacı Guy Debord mafyalardan şöyle bahseder: ‘’Günümüzün gösteri toplumunda sadece devletin değil göz önündeki her otoritenin ihtiyacını duyacağı imzasız eylemleri mafya üstlenir ve karşılığında kendi ihtiyacı olan otorite karşıtı eylemleri için alan kazanmış olur.’’
Böylece devlet, vatandaşlarına yani kendisini seçerek görevlendirenlere karşı verdiği temel sözü yani yasayı -belki de bazen onu korumak ve devamlılığını sağlamak için- çiğner. Bu açıdan devlet sadece suçlu değil kendine inanan topluma karşı büründüğü tavırdan dolayı haindir de. Ama mafya yapısı gereği kendi eylemlerini kendi amaçları doğrultusunda üyelerinin ideolojisinden taviz vermeden gerçekleştirebildiği için devletin düştüğü kendinden olana ihanet çukuruna düşmez hatta tam tersi, kendi üzerindeki otoriteyi bile üyelerinin -halkının- yararı için kullanabilmiş olduğundan ‘halkına’ karşı güvenilir bir tavır içerisindedir. Böyle anlaşmaların yapıldığı toplumlarda mafya artık hırsız değil tıpkı serbest piyasada bir işi yapmak için anlaşılan taşeron bir şirket kadar yasal ve resmidir. Piyasadaki diğer şirketlerle, medyayla ve devletle yarışır ve biçtiği fiyatın karşılandığı görevleri yerine getirir.
Bunu doğrular nitelikte, 1988 yılında Kolombiya uyuşturucu mafyası kendisini haksız yere günah keçisi olarak kullanarak gizlenmeye çalışan diğer şirketler ve topluluklar hakkında şu açıklamayı yapmıştı: ‘’Biz ne bürokratların ve politikacıların, ne bankacıların ve mali uzmanların, ne milyonerlerin mafyasına, ne tekel ya da petrol mafyasına ne de medya mafyasına dahiliz’’
Guy Debord’a göre bu açıklamayı kaleme alanlarla beraber bahsedilen tüm kurumları ve hatta devleti de ‘sularıyla mevcut toplumun tamamını sulayan büyük bir nehire’ benzetebiliriz. Nehirin bulanması kaynakların belli olmaması açısından gerekliyken berrak olması otoritenin kirli işlerini meydana çıkaracağından toplumun huzuru açısından kaygı vericidir ve bu yüzden de en başta devlet suyu bulandırarak kendi gizli işlerini yapmaya fırsat arar.
Devletin genellikle medya üzerinden göstermek istediğinin aksine mafya toplumun içerisinde misafir değil bizzat kendi evindedir. Zaten bu yüzden çeşitli halklar kendilerini yöneten hükümete karşı kendi içlerinden yetişen mafyayı destekler ve korur hale gelmiştir. Örneğin Japonya’nın en büyük yasadışı suç örgütü sayılan ‘Yakuza’ adlı mafya grubunun durdurulmamış olmasının sebebi onun yakalanamaz veya sınırsız güçte olması değil Yakuza’nın durdurulmasını istemeyen hatırı sayılır bir kesimin olmasıdır.
Bu durumda mafya açısından halkın saf duygularını ‘kötüye kullanma’ durumu söz konusu değildir çünkü bunlar gösteri yüzyılının sıradan ahlakının sadakatini dile getirir ve iki zıt kavramın işbirliği içinde olmasını yine sadakatle ödüllendirir. Çünkü aslında her toplumun sahibi ve bireyleri, her şeyden önce ‘insanlar arasındaki belirli bir toplumsal ilişki’yi korumak ister.
Böyle toplumlarda mafya ve benzeri kurumlar için yapılan Robin Hood benzetmesi de altyapısını aynı şekilde ‘kendinden olanı koruma’ içgüdüsünden alsa da savaştığı temel sorunla aynı yöntemi uyguladığı için ironik ve trajik bir hala düşer: Yozlaşmanın esas nedeni olan azınlıklar arasında karşılıklı faydacılığın genel faydanın önüne geçmesi.
Polisin –yani devletin- de çözemediği her toplumsal sorun sırasında mafyadan destek alması beklenmedik bir durum değildir. Örneğin o anki hükümetin politikalarına karşı çıkan bir grup vatandaşın (yakın geçmişte Fransa’da olduğu gibi) sokaklara dökülerek yöneticilerini bu yanlışlardan döndürmeye çalışmaları sırasında polisin orantısız güç kullanarak tüm çevrelerce kötü konuma düşmesindense; polisin veya devletin herhangi bir kademesinin asla organik bağının bulunmadığı çoğu zaman silahlı ve her zaman fiziksel olarak üstün kuvvetlerce yatıştırılması hem mafya olarak tanımladığımız gücün hem de devletin işine gelir. Bu hizmet karşılığında o gruba vaadedilen ödül de devlet ve mafya arsındaki iş birliğinin temel kuralını tekrar açıklar: karşılıklı faydacılık.
Birbirinin legal ve illegal eşdeğeri olan iki grup arasındaki bir anlaşma sokakları ve vatandaşın hayatını suçtan, kavgadan, yozlaşmadan arındırmış değildir sadece öyleymiş gibi görünmesini sağlar ve bunun getirdiği körlük ortamı problemleri görünmez kıldığından problemleri çözülemez hale getirir.
Bizler gibi sıradan vatandaşların bu gibi sorunlarla hiç karşılaşmaması için yapması gereken en önemli ve belki de tek şey şüphe etmektir. Otoritelerin sorgulanamaz olduğu yalanını bir kenara bırakıp her türlü şiddet eylemini en baştan reddederek ve nedenlerini sorgulayarak en azından hala görünür olan diplomasi disiplinine sığınılabilir. Belki de o zaman biraz fazla çaba ve huzursuzluk karşılığında gerçek bir hürriyetle beraber adil yöneticilere kavuşabiliriz. Verilen emeği gözde büyütmemek adına Nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman’ın vecizesine kulak vermek gerekiyor:
‘’Özgürlüğün bedeli ebedi teyakkuzdur’’
said kural
Kaynakça:
Guy Debord, Gösteri Toplumu, Ayrıntı Yayınları
The New York Times, Feb. 1, 1988, Colombians Grow Weary of Waging the War on Drugs
The Guardian, Aug. 18, 2018, Mafia Style of Government
Okudukça, bir çok bireyin gözünün önünde yer alan perdelerin yırtıldığını ve yavaş yavaş ortadan kalktığını hissettim. Düşündüren ve insanı şüphe duymaya sevk eden bir yazı. Kalemine sağlık Said.