Van Gogh’un portresini kelimeler ile çizen, etkileyici bir biyografi.


 

Yalnızlık tüketip bitirmişti onu,
Yirmi Yedi Temmuz Bin Sekiz Yüz Doksan
Buğday Tarlası ve Kargalar resmini
tamamladı Temmuz güneşinin altında
bir el ateş etti sol göğsünün altına,
resim yapmayı sevdiği tarlaların arasında.

 

Protestan bir rahip olan babası onun kendisi gibi iyi bir din adamı olmasını istiyordu. 1869 yılında Lahey’de, sonra Londra’da henüz 16 yaşındayken amcasının ortağı olduğu sanat simsarlığı şirketi Goupil and Co. için çalışmaktaydı. Çocukluğunda ise bir yıl köy okulunda, iki yıl bir yatılı okulda ve on sekiz ay başka bir ortaokulda eğitim almıştı. Çalıştığı dönem, iş hayatında kısmen başarılıydı ve ev sahibinin kızı Eugénie Loyer’den hoşlanıyordu, fakat ona açıldığında kız gizlice başka biriyle nişanlandığını söyleyerek onu reddetti. Bu durum onu çok sarsmıştı, Londra’da kaldığı süre boyunca giderek içine kapandı ve dindarlaştı. Şirket kendisini Paris ofisine gönderdi, bir yıl sonra artık sevmediği sanat simsarlığı işini bırakıp tekrar Londra’ya dönerek, Ramsgate kasabasında bir yıl yatılı okulda gönüllü öğretmenlik yapmaya başladı. Okul başka bir yere taşınınca bir süre Isleworth’da başka bir okulda öğretmenlik yaptı ve Aralık 1876’da Hollanda’ya geri dönerek bir kitapçıda çalışmaya başladı. Teoloji okumak amacıyla Amsterdam’a geçti, daha sonra bundan da vazgeçerek ailesinin yanına döndü ve rahiplik eğitimi almak istediğini söyledi. Rahiplik eğitimini tamamladıktan sonra konuşma yeteneği iyi olmadığı için onu bir yere göndermek istemediler. O ısrar etti, kimsenin gitmek istemeyeceği bir yer olsa bile gitmek istediğini söyledi, kendisini genellikle rahiplere ceza vermek için gönderdikleri sürgün bölgelerinden Belçika’nın güneyinde maden ocakları ve yoksul insanlarıyla bilinen Boringa bölgesine gönderdiler. Rahip olduktan sonra yoksullara, maden ocaklarında çalışan işçilere yardım etti ve işi gereği onlara birçok vaaz verdi. Bir gün kendisini denetlemeye gelen Protestan komite tarafından görevli kişiler, onu derme çatma bir evde buldular. Bu durumun kilisenin imajını zedelediğini söylediler. Van Gogh da “Onlar gibi yaşamazsak Tanrı’nın mesajını iletemeyiz” dedi. Bu üsluba alışkın olmayan kişiler, “Hristiyan öğretilerini tam anlamıyla yerine getirmiyor” bahanesiyle Van Gogh’u yolun dışına çıkmakla suçlayarak görevine son verdiler. Görevine son verildi ama o Boringa’da kalmaya devam etti. Babası, oğlundan haber alamayınca onu eve getirmesi için küçük oğlu Theo’yu gönderdi. Theo onu buldu ve birlikte Etten’a eve döndüler. Tüm bunlar yaşandığında Van Gogh 28 yaşındaydı ve henüz yönünü sanata çevirmemişti.

 

 

Ailesiyle beraber yaşamaya başladıktan sonra çok değişti. Kiliseye gitmiyordu, Tanrı’nın varlığını sorgulamaya başlamıştı ve bu durum eski rahip olan babasını çok rahatsız ediyordu. Theo, Paris’e gideceği zaman ona, “ne yaparsan yap bana yaz” dedi. Aralarındaki o meşhur mektuplaşmalar da böyle başladı. Görevine son verilmesi onun yönünü sanata çevirmesini sağladı, Barbizon ekolünün öncü ismi Jean François Millet’yi çok seviyordu. Onda kendinden parçalar bulduğunu düşünen Van Gogh, The Sower (Tohum Eken Adam/Ekici) resmini beş kez kendi çizgileriyle yeniden yaptı. Resim yapmadığı zamanlarda Shakespeare, Zola, Dickens ve Jules Michelet gibi yazarların kitaplarını okuyordu.

 

Bir gün dul kuzeni Kee Vos, küçük kızıyla beraber ziyarete geldi. Van Gogh kuzenini uzun yıllardır görmemişti ve kendisinden çok etkilendi. Ona resimlerini gösterdi, birlikte kırlarda tarlalarda gezintiye çıktılar. Van Gogh bir kadına nasıl davranılacağı konusunda acemiydi. Resimlerini göstererek onu etkilemeye çalışıyordu. Yakışıklı sayılmazdı, işi gücü yoktu, yaptığı karakalem resimlerle Kee Vos’u etkileyemedi ve biraz ısrarcı olunca Kee bu durumdan rahatsız olup ailesinin yanına döndü. Van Gogh da Kee Vos’un sevgisini kazanmak için kardeşi Theo’dan aldığı parayı kullanarak onun peşinden gitti. Kee’nin kapısını çaldı ama Kee hariç herkes masada oturuyordu. Babası kızını onunla görüştürmek istemedi ve onu unutması gerektiğini söyledi. Şehirden ayrıldı, kaderini kabul etmeye karar verdi. “Bir mum ateşine elimi koydum ve dedim “Elimi alev üzerinde tutabildiğim müddetçe onu göreyim” Ama muma üflediler ve “Onu unutacaksın.” dediler.’’ Kuzeni Kee Vos’a karşı olan aşkını bu şekilde ifade ediyordu.

 

Kuzeni konusundaki ısrarı ve başka sebepler yüzünden babasıyla arası iyi olmayan Van Gogh, ailesinden ayrılıp Lahey’e yerleşti. Van Gogh, orada akrabası Anton Mauve’nin yanında çalıştığı zamanlarda ona resimlerini gösterip fikirlerini alıyordu. Çiziyordu ama bir arayış içerisindeydi. Karakalem ve ağırlıklı olarak Jean François Millet’nin eskizlerini çiziyordu. Mauve resimlerine bakıp, “Renkli resimler yapmayı deneyebilirsin.” dedi. O an bir şey söylemiş olmak için söylenen bu söz ile Van Gogh’a büyük bir iyilik yapmış olacaktı. Anton Mauve’un yanında çalışmaya başladı ama Mauve çok geçmeden onunla arasına mesafe koydu çünkü Van Gogh, sokakta bulup yardım etmek için evine aldığı, karnında bebeği, beş yaşında bir oğlu ve geçinebilmek için fuhuş yapmış, Sien ismiyle bilinen, asıl adı Clasina Maria Hoornik olan bu kadını evine aldı. Maria hem alkolik hem de hayatta her şeyini kaybetmiş biriydi, birlikte yaşamaya başladılar. Van Gogh’tan çok daha büyük bir kadındı, kendisinin toplumdan dışlandığını düşündüğünden ve bu kadının da fuhuş yüzünden dışlandığını bildiği için yardım etmişti. Bunun sonucunda onunla ekmeğini paylaşmış, onu soğuktan ve açlıktan korumuş, derdine derman olduğunu söylemiştir. Maria iyi bir terziydi, bazen kıyafet dikerek geçinmeye çalışıyorlardı ama yetmiyordu. Zamanla onu resimlerinde model olarak kullanmış, bir süre sonra ona karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştı ama bu aile içinde nefret uyandırdı. Ailesi bu birlikteliğe karşı çıktı, dedikodular kısa sürede tüm kasabaya ulaştığında, çevresinden olukça sert tepkiler almıştı. Mektuplarından birinde kardeşi Theo’ya böyle sitem etmiştir: İnsanlar beni bir şeylerle suçluyor… Bir şey saklıyor olmalıymışım… Vincent, arkasında utanılacak bir şey saklıyormuş… Pekala bayım, sana ne sakladığımı anlatacağım: —sen ki ahlakını ve dürüstlüğünü kanıtlamış adam— soruyorum sana: bir kadını terk etmek mi daha erkekçe, ahlaklıca, yoksa terk edileni korumak mı? (Vincent Van Gogh – Theo’ya Mektuplar)

 

Theo, sanat simsarı ve komisyoncuydu. Van Gogh’un gönderdiği hiçbir resmi satamamıştı, abisine maddi yardımda bulunuyordu. Van Gogh, Theo’nun gönderdiği paraları ağırlıklı olarak boya ve tuvaller için harcamaya başlamıştı. Kadın, gelen parayla yiyecek almasını, boya ve tuvale yatırmamasını istese de o açlığı göze alarak fırçasını bırakmadı. Mektuplarından birinde kardeşi Theo’ya; “Kimi kez kuru ekmeğimi kendim kazandım, kimi kez de bir dost, yüreğinin iyiliğinden, bir dilim ekmeği bana verdi. Elimden nasıl geliyorsa öyle yaşadım, iyi, kötü, gelişigüzel.” diye yazmıştı. (Vincent Van Gogh – Theo’ya Mektuplar)

 

Vincent Van Gogh, Potato Eaters

 

Ailesi, Maria ve Lahey’den ayrılmadığı sürece, ona para göndermemekle tehdit ettiler ve öyle de yaptılar. Eylül 1883’te Maria’yı terk etmek zorunda kaldı. Lahey’den ayrıldı, altı hafta boyunca Drenthe’de gezdi ve resim çizerek yaşadı. 1883 sonlarında ise, Nuenen’a taşınmış olan ailesinin yanına döndü. Babası, oğlunun olmasını istediği gibi biri olmadığı için ona karşı çok katıydı ve Van Gogh’u bir çeşit hata gibi görüyordu. Evlerinin yanında ona barınağa benzer küçük bir yer ayarladılar. Bu hareket ona sanki evlerine bir köpek alıyorlar gibi hissettirmişti. Onun hayatı boyunca dışlanmış hissetmesinin en büyük etkenlerinden biri babasının ona karşı tavır ve davranışlarıydı. “Hayatlarındaki en büyük başarısızlık benmişim gibi baktılar bana” demiştir. Nuenen’da komşularını, tarlada çalışan işçileri, dokumacıları çiziyordu. 1884 sonbaharında, Margot Begemann adlı bir komşu kızıyla ilişki yaşamaya başlamıştı fakat çiftin evlenmesine iki ailenin de rızası olmadı. Bunun üzerine striknin içerek intihara teşebbüs eden Margot’u Van Gogh hastaneye yetiştirmişti. Bir süre sonra Theo ziyarete geldi, bir inme sonucu babalarını kaybettiler ve Van Gogh da derin bir yasa girdi. Theo’nun Paris’te çevresi çok genişti. Abisinin kendisiyle gelmesini istedi ama o kabul etmedi. Theo Paris’e döndü, Van Gogh orada kalarak bir çeşit derviş hayatı yaşamaya başladı. Elinde tuvali her gün bir yerde, kıyafetlerindeki yırtıklara aldırış etmeden geziyor, yağmur çamur demeden resimler yapıyordu. Van Gogh’un çalışan fakir insanlara karşı duyduğu hisler onun ilk ciddi eserlerinin konusunu oluşturdu. O dönem Hollanda’daki evinin yakınında bulunan dokumacıları gezip onları gözlemliyordu, dokumacıların yaklaşık otuz adet çalışmasını yapmıştı. Sonra ilk önemli resmini, patates ile beslenen yoksul insanların karanlık dünyasını yansıtan “Patates Yiyenler” (The Potato Eaters) tablosunu çizdi. Van Gogh’un ilk dönem resimleri çok karanlıktı ve onu o yapan renklerle henüz tanışmamıştı.

 

Vincent Van Gogh, A Pair of Boots

 

“Beğeni tartışılmaz ama geliştirilebilir.”

– H. E. Gombrich

 

Van Gogh’un üzerindeki çevre baskısı ve ailesinin onu yanlarında istememeleri, bir yıl sonra kardeşi Theo’nun yanına gitmesine sebep olmuştu. Paris’e gittiğinde hayatını değiştirecek önemli bir keşif yaptı. Charles Blanc’ın tamamlayıcı renk teorisini benimsedi, renkleri birbirini tamamlayacak şekilde kullanmaya başladı. Aynı yıl Pissarro, Monet, Renoir gibi Empresyonist; Signac, Seruat gibi Post Empresyonist sanatçıların sergilerini gezip onların resimleriyle tanıştı. Pissarro ve Seruat ile sohbet etme imkânı buldu. Theo’nun sayesinde iyi bir çevre edindi, tanıştığı kişilerden biri de Lautrec’ti. Sonrasında Lautrec ve Van Gogh sıkı arkadaş oldular. Paris’te Van Gogh’un yeteneğinin olmadığını düşünenler çoğunluktaydı, sanat çevresi kendisine mesafeliydi, bir türlü resimleri satılmıyor ve ilgi görmüyordu. Theo’nun resimlerini satamadığını düşünen Van Gogh, yine kardeşinin teklifiyle Tanguy’un salonuna bazı resimlerini sergilemek için götürdü. Orada modern resmin babası Cezanne ile karşılaştı, Van Gogh’un resimlerine baktıktan sonra “Doğrusunu isterseniz pek beğenmedim, bunları sanki bir deli yapmış gibi dedi. Van Gogh üzüntüyle karışık bir şaşkınlık yaşamıştı. Götürdüğü resimlerden biri “Bir Çift Bot” (A Pair of Boots) çalışmasıydı. Resminde yaşam ve ölüm arasındaki uzun yolculuğu anlatmış ama orada bulunanlara anlamsız gelmişti. Van Gogh, kardeşi Theo aracılığıyla resimlerini satmaya çalışsa da asıl gayesi anlaşılmaktı. Resimleri ilgi görse kendisiyle ilgili kuşkuları son bulacak, kendine güven duyacaktı. Çünkü o, bütün dertlerini, renkleri kullanarak tuvallere döküp, sonrasında okumaları için insanlara sunuyordu.

 

“Dilinden, resminden anlamayan insanların arasında Paris’te yaşamak yerine, dilinden anladığı bağların, bahçelerin, çiçeklerin, ağaçların arasında olmayı seçmiştir.”

Ferit Edgü – Van Gogh Yüz Yıl Sonra

 

Paris ve oradaki sanat çevresinden sıkılmış, daha hızlı ve sağlıklı çalışabilmek için Arles’e taşınarak bir oda edinmişti kendisine. Theo, Van Gogh’a yardım ediyordu, Van Gogh da ona satması için resimlerini gönderiyordu. Arles’i çok sevmişti, gecenin derin mavisi, yıldızların parlaklığı, gündüzün soluk sarısı veya altın sarısı renkleri kendisini çok etkilemişti. Kalabalık caddeler yerine uçsuz bucaksız araziler bahçeler vardı. Paris’ten daha ucuz ve daha sakin, iklim olarak da daha ılıman bir yerdi. Van Gogh, ayda yaklaşık 50 resim yapmaya başlamıştı, Theo’dan da hiç olumlu haber gelmiyor, resimleri bir türlü satılmıyordu. “Satılabilecek bir resim yapabilsem dünyalar benim olacak” (Vincent Van Gogh – Theo’ya Mektuplar) Buna karşın isteğe göre resim yapmaya karşıydı ve Theo’yu resimlerimi sakın ucuza satma diye tembihliyordu.

 

Van Gogh, Paul Gauguin’i kendisine çok yakın hissediyordu, Theo’dan onu yanına getirmesi için yardımcı olmasını istedi. Theo onun bütün masraflarını karşılayarak Van Gogh’un yanına gitmesini sağladı. Gauguin gelince Van Gogh  “Daha önce hiç bu kadar mutlu olmamıştım.” demişti. Birlikte değişik resim teknikleri ve anlayışları üzerine uzun tartışmalar yaptılar. İki ressamın da dengesiz duygusal yapısı, resim tartışmaları giderek kızışmaya başlamıştı. Ruhsal sağlığı bozulmaya başlayan Van Gogh, Gauguin’in kendisini terk edeceğinden korkmaya başlamıştı. Kafalarının güzel olduğu bir gün oldukça şiddetli bir tartışma yaşadılar. Gauguin evi terk etti, Van Gogh da kendisini bir süre takip ettikten sonra eve döndü ve kendi sol kulağının alt kısmını kesip kopardı. Kopardığı parçayı bir bez ya da kâğıt parçasına sarıp yerel bir genel evde çalışan Rachel adlı kadına verdi. Geneleve çağırılan polisler, baygın halde buldukları Van Gogh’u hastaneye kaldırdılar. Olayı ertesi sabah öğrenen Gauguin, Theo’ya haber verdikten sonra Arles’ten ayrıldı ve bir daha Van Gogh’la görüşmedi. Van Gogh ise kan kaybı ve ruhsal bunalım sebebiyle birkaç hafta hastanede kalmıştı. Theo ziyaretine geldi. Hastaneden çıkıp başka bir eve yerleşerek halüsinasyon ve zehirlenme paranoyası sebebiyle, hastaneye geri döndü. Van Gogh on gün sonra hastaneden salıverildi. Yaşanan bu olaydan sonra çevresindekiler onun bir deli olduğunu düşünmeye başlamışlardı. Yolda karşılaştığı çocuklar deli diye alay ediyorlardı. Van Gogh için bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bir ay sonra, endişeli kasabalıların baskısı sonucu polis zoruyla tekrar hastaneye kapatıldı. Tüm bu yaşananlar ve hastalıkları için kendisini suçluyordu. Daha sonra arkadaşı Paul Signac’ın gözetiminde evine dönmesine izin verdiler. Kasabada istenmediğinin farkındaydı, Theo’nun tavsiyesi üzerine Saint Remy de Saint-Paul-de-Mausole Bakımevine (Akıl Hastanesi) gitmesini önerdiler kendisine, kabul etti. Orada kalmak daha masrafsız olacak ve resim yapmaya devam edecekti. Krizleri artmıştı ama o dönem son derece aykırı resimler yaptı. Akıl hastanesindeki insanlarla bir arada yaşamayı göze almıştı. Onlardan tek farkını resim yaparak kendisi var ediyordu ve o özgürlüğü elinden alınırsa oradaki hastalardan hiçbir farkı kalmayacaktı. Doktorların gözetiminde resim yapmaya devam eden Van Gogh, Temmuz ortasında tekrar kriz geçirip boyalarını yemeye kalkışınca, bir süre resim yapmasına izin verilmediyse de, durumu düzelince resim yapmaya aralıksız devam etti. Theo’ya yazdığı mektupta “Sevgili Theo, işlerim çok iyi gidiyor. Boyama saplantım hasta olmadan bir iki gün önce başladı. Bir işçi olarak çalışmalarımda tamamen sarı renkler var. Son derece ham boyandılar ama içeriği güzel ve sade oldu. Onda ölümü görür gibi oluyorum. Ama bu ölümde hiçbir üzüntü yok. Büyükçe bir ışık hâkim. Güneşin saf altından rengi ile parlayan bir ışık.” (Vincent Van Gogh – Theo’ya Mektuplar kitabından) diyordu.

 

1889 sonu ve 1890 başında bir dizi yeni kriz geçirdi, aynı sıralarda Paris’te ünlenmeye başladı. Ocak 1890’da Mercure de France dergisinde çıkan bir yazıda, Van Gogh’tan “dahi” diye bahsediliyordu. Van Gogh akıl hastanesinde bir yıl kalıp çıktı ama eski sıkıntıları tekrar nüksetti, daha sık krizler geçirmeye başladı. Krizlerin etkisi de daha uzun sürüyordu. Theo’ya tekrar kuzeye gitmek istediğini söyledi. Theo, Van Gogh’a Auvers-sur-Oise’e taşınmasını önerdi. Burada daha önce ruhsal problemler yaşayan ressamlarla ilgilenmiş olan Dr. Paul Gachet’nin gözetiminde kalacak, kardeşi Theo’ya da yakın olacaktı. Dr. Gachet hakkındaki ilk yorumu “Bence benden daha hasta ya da tam benim kadar hasta diyelim” olmuştu. Doktorla iyi geçinmeye başlayan Van Gogh, Dr. Gachet’in üç ayrı portresini çizdi. 37 yaşına gelmişti ve hayatının son yetmiş günü burada geçti. Yetmiş günde yetmiş yağlıboya resim üretmişti ve hala kendisini yalnız hissediyordu.

 

 “İşte böyle, gerçek olan şu ki, yalnızca resimlerimizi konuşturabiliriz.”

Vincent van Gogh – Son Mektup – 27 Temmuz 1890

 

Vincent Van Gogh, Wheat Field with Crows

 

27 Temmuz 1890 günü, evin yakınındaki buğday tarlasına gitti, Buğday Tarlası ve Kargalar resmini tamamladı, yalnızlığını yenmek ve iyileşmek için sol göğsünün altından kendini vurdu. “Herkes kurtuluyor benden, ben de kurtuluyorum bu dünyadan. Bir cehennemde yaşadım, gittiğim yer daha kötü olamaz” dedi. Ateş etti ama dertleri sona ermedi, sendeleyerek kaldığı otel odasına geri döndü ve yatağına uzandı. Kanamayı fark eden otel sahibi, kasaba doktoru Mazery’yi ve Van Gogh’un doktoru Gachet’yi çağırdı. Doktorlar mermiyi çıkarmanın riskli olacağına kanaat getirdiler. Theo’ya hemen gelmesi için haber yolladılar. O akşam, polis tarafından sorgulandığında, bana kimse bir şey yapmadı, kendi bedenime istediğimi yapmakta özgürüm dedi. Ölüm döşeğinde “Bunu bile başaramadım, ölümü bile” demişti. Bir ömür ağabeyinin sorumluluğunu üzerinde taşıyan kardeşi gelmişti. 29 Temmuz 1890 sabahı Vincent, kardeşine son olarak “Mutsuzluk sonsuza dek sürecektir.” dedi ve kardeşi Theo’nun kollarında öldü.

 

Kardeşi Theo, maddi ve manevi her türlü desteği vererek ona sahip çıkmıştı. Ağabeyinin ölümü onu derinden yaraladı. Van Gogh’un çalışmalarının çoğunu Paris’te saklayan Theo, Ağabeyinden altı ay sonra yaşama veda etti, Karısı Johanna’nın isteği üzere Van Gogh’un yanına gömdüler. Dr. Gachet’nin bahçesinden alınan mezar taşlarının arasına dikilen sarmaşık filizi, bugün bile iki kardeşin mezarlarını tamamen kaplıyor. Theo’nun eşi, Van Gogh’un çalışmalarıyla birlikte Hollanda’ya döndü ve kendisini, kayınbiraderinin hak ettiği şöhreti tanıtmaya adadı. 1914’te şöhreti güvence altına alındığında, iki kardeş arasındaki mektuplar “Theo’ya Mektuplar” adıyla yayınladı. Van Gogh’un annesi, onun hayatı boyunca ve hatta ölümünden sonra birçok resmini atmıştı ama oğlunun dünyaca ünlü bir ressam olduğunu görecek kadar da uzun yaşadı.

 

Van Gogh, tüm zamanların en büyük Hollandalı ressamlarından biri olarak kabul edilmiştir. Eserlerini beğenmeyip ona “deli” diyen Cezanne ile birlikte, 20. yüzyıl sanatını derinden etkiledi. O yaşarken satılan tek resmi Bağbozumu/Kırmızı Üzüm Bağları (The Red Vineyard 1888) adlı çalışmasıdır. Belçikalı ressam ve koleksiyoner Anna Boch, 400 frang gibi düşük bir ücretle satın almıştı. Akıl hastanesinde yaptığı İrisler (Irises 1889) resmi 1987’de 53.9 milyon dolara satıldı. 1901’de eserlerinin bir sergisi, resimlerinin 71 tanesine ev sahipliği yaptı. Van Gogh hayatının son iki ayında Dr. Gachet portresini çizmişti. O portre 1990 yılında 82.5 milyon dolara satıldı. Bugün Van Gogh’un en büyük tek koleksiyonu Amsterdam’daki Van Gogh Müzesindedir, 1250 resmi ve 1000 eskizi dünya geneline yayılmıştır.

 

Ömrü sefalet içerisinde geçen bir ressamın ölümünden sonra eserleri milyon dolarlar ediyor.
O son nefesini verdi, resimleri yaşamaya başladı.

 

Ne kadar acı değil mi?

 


Kaynakça:

  • Kapak resmi: Rosenfeldtown
  • Biography.com Editors, Vincent van Gogh Biography, Nisan 2017
  • https://www.haberturk.com/haber/haber/974717-van-gogh
  • Van Gogh Yüz Yıl Sonra, Ferit Edgü, ADA Yayınları, 1990
  • Umberto Arte ile Sanat, Destek Yayınları, Ekim 2019