“Kamera dünyanın anlamını değiştirir.” demiştiniz. Sinema ve bugünkü YouTube hayatımızı nasıl simule ediyor?


 

 

Felsefede bir ayrım var: Aygıt ve alet. Aletler dünyayı değiştirir. Örneğin çekiç ve çivi. Yani çekiçle çivi ile yazı yazabilirsiniz mesela. Daha doğrusu dünyayı değiştirebilirsiniz. Yazı doğru örnek olmadı çünkü ona geleceğim. Ne yaparsınız? Ev yaparsınız, taşları şekilden şekle sokabilirsiniz, kırabilirsiniz falan filan. Bunlara alet deniyor. Bir de aygıt var, “aparatus” Aygıtlar dünyanın anlamını değiştiriyor. Yani örneğin kalem garip bir konumda burada, hem bir alet ama aslında bir aygıta da örnek teşkil edebilir. Çünkü yazı yazıyorsunuz, yazı yazdığımız zaman düşüncelerinizi bir yere aktarıyorsunuz, o düşünceler de başkalarına aktarılıyor. Transfer yapılıyor yani. Örneğin ben şimdi konuşuyorum, fikirlerimi siz kaydediyorsunuz, sonra da onları yayıyorsunuz. Bu da dünyanın anlamını değiştiren bir şeydir. Tabii benim çok özel bir şey söyleme şansım yok ama yine de herhangi bir konuda bir şey söylüyorum belki birisi duyuyor ve onun için onun anlamı değişiyor. Özellikle bu görsel iletişimin inanılmaz seviyeye gelmesiyle dünyanın anlamı çok hızlı değiştirilebilir hale geldi. Bilgi transferinin kolaylaşması ile oldu bu. Bir zihinden öbür zihne… Aynı şekilde kamera da…

 

Kameranın ne olduğunu çok az insan düşünüyor. Yani o kadar onu hazır görüyoruz ki… Yani kamera… Zaten işte fotoğraf çekiyorum, video çekiyorum… Ama aslında yaptığınız şeyin ne olduğunu, yine hani ontolojisini düşünürseniz bir bakış açısını… Yani bir gerçeği alıyorsunuz, bağlamından koparıyorsunuz, başını sonunu edit ediyorsunuz veya kadraj yapıyorsunuz, yani büyük kısmını… Mesela bu odanın küçük bir kısmını gösteriyorsunuz, işte arkada bateri var, benim üzerimde kıyafetler ama altım belki görünmüyor, belki ayakkabım yok, çorabım delik ama kimse bunu görmüyor. Dolayısıyla seçilmiş, bağlamından koparılmış ve sunulmuş şeyler üretiyor kamera dediğimiz şey. İster fotoğraf ister video… Bu ne demektir? En gerçekçi haliyle bile aslında bir yorumdur bu. Yani siz dünyayı yorumluyorsunuz ve sunuyorsunuz. İnsanlar da bakıyorlar, diyorlar ki “Aa İlker Canikligil bateri de çalıyormuş.”, “Ofisi şöyleymiş. Şöyle giyiniyormuş, şöyle konuşuyormuş.” falan filan. Bir İlker Canikligil karakteri oluşuyor kafanızda. Bunu sadece örnek diye söylüyorum, önemli değil İlker Canikligil fikri ama. Aynı şekilde aşk nedir, seks nedir, sevmek nedir, parasızlık nedir, fakirlik nedir, zenginlik nedir, iyi giyim nedir, kötü giyim nedir gibi bütün, gündelik yaşamda kullandığımız bütün kavramlar, nesneler yeniden tanımlanıyor. Bu unutuldu.

 

Şöyle unutuldu; o kadar çok içimize girdi ki bu biz herhangi bir şeye baktığımızda, herhangi bir videoya baktığımızda onu otomatikman gerçek gibi algılama eğilimindeyiz. Kurmaca olsa bile. Kurmaca bir filmin içinde her şey kurmaca ama yine de kıyafetler kurmaca olmuyor çoğunlukla. İşte ne bileyim mekanlar, davranış şekilleri, ürünler içindeki… Bunlar hep var. Ne yapıyor? Size yavaş yavaş çaktırmadan… Örneğin şunu şöyle bir örnek vereyim, en iyi örnek bu olabilir: Hiç öpüşmediniz siz hayatta. Diyelim 11 yaşındasınız ve hiç öpüşmediniz bir kızla. Öpüşen kimseyi de görmediniz. Anneniz babanız da öpüşmüyor. Nereden görüyorsunuz öpüşmeyi? Filmlerden görüyorsunuz, yani videodan, filmden görüyorsunuz, fotoğraflardan görüyorsunuz. Sevişmeyi hiç görmediniz yine oradan görüyorsunuz. İşte başarılı birini hiç görmediniz, diyelim ki çevrenizde hiç başarılı biri yok. Başarılı birinin nasıl olduğunu size sinema anlatıyor. Askeri oradan görüyorsunuz; kahramanlık, cesaret, onur… Hepsini, bütün kavramları oradan görüyorsunuz. Halbuki özellikle sinema için konuşursak bunların hepsi uydurma aslında yani. Çünkü tasarlanmış şeyler bunlar. Yani birisinin nasıl kahraman gibi gösterilebileceği…

 

Aslında politika için de aynı şey geçerli. Birisini çok müthiş lider gibi görüyorsunuz halbuki o bir tasarım yani gerçek değil. O kadar çok buna maruz kalıyorsunuz ki artık o bombardıman sonucunda sizin için gerçek oluyor yani. Sizin için kahramanlık o oluyor, liderlik şu oluyor… İşte “Sinema konusunda bilgili biri…” işte atıyorum “aynı zamanda bateri de çalmaktadır.” gibi. Yanlış sonuçlara varmanız çok kolaylaşıyor.

 

Fikirlerin en önemli özelliği taklit edilmeleridir ya, yayılır virüs gibi. Dolayısıyla bir şey koydunuz; çok tutuyor, ilgi çekiyor, hop onun taklitleri başlıyor. Taklitlerin taklitleri, taklitlerin taklitleri derken bir bakıyorsunuz bütün dünya işte blue jean giyer olmuş, bütün dünya aynı şekilde öpüşür olmuş, bütün dünyanın bir aşk ilişkisinden beklentileri aynı olmuş vesaire vesaire. Dolayısıyla kamera bütün o silahlardan, füzelerden çok daha güçlü bir araçtır aslında. Toplumları ele geçirmek için veya toplumları yönetmek, kontrol etmek için… Onu kastediyordum orada.