Bizdeki hikâye yapısı ve kültürü neden bizim “iyi” hikâyeler yazmamızı sağlayamıyor?


 

 

Okuma yazma oranımız yüksek ama anlama oranımız aynı derecede yüksek değil. Gerçekten Türkiye’deki en temel problemlerden biri. Bayağı, kompozisyon derslerine tekrar başlatmak lazım bütün halkı yani ben programlarda bunu çok fark ettim. Söylediğiniz bir şeyin nasıl yanlış anlaşılabileceğini dair binlerce örnek oluyor. Yani anlamıyor, yanlış anlıyor, o yanlış anladığı yer üzerinden bir şeyler yazıyor ama ne dediği anlaşılmıyor vesaire vesaire.

 

Şimdi okuma anlama çok temel bir problem. Yani eğer karşınızdaki insan anlamıyorsa söylediğiniz şeyi ve anlamak için de bir çaba sarf etmiyorsa işte küfre geliyorsunuz o zaman. Küfrettim ve bir sürü insanı hayal kırıklığına uğrattım ya… Aklın bittiği yerde ne yazık ki ya küfür ya sopa başlar yani. Mesela siz geliyorsunuz sürekli kapıya vuruyorsunuz diyelim ki, ben de diyorum ki: “Ömerciğim kapıyı vurma bak, rahatsız oluyorum.” Siz yok “Ben vuracağım, benim hakkım.” diyorsunuz, vuruyorsunuz, vuruyorsunuz… Şimdi ben bunu anlatabilirim “Ya Ömer yapma, rahatsız oluyorum.” Falan… Bir, üç, beş anlatırım ama siz hâlâ gelip kapıya vurmaya devam ediyorsanız dövebileceksem sizi döverim ya da polise giderim yani. Bu gayet normal bir şey. Çünkü burada artık aynı sahada değiliz. Yani aklın sınırlarını dışına çıktıysanız eğer ya fizikselleşecek iş yani sizi o kapıya vurmamaya yönelteceğim kolunuzu kırarak ya da polis çağıracağım falan yani veya küfredeceğim. Bilmiyorum yani hangisi daha mantıklı tabii bu çok tartışmaya açık bir şey ama. Çaresiz kalıyorsunuz.

 

Hikayede de şu şekilde tabii okuma anlama düşük olunca anlatma ve konuşma da düşük oluyor. Yani bir şey anlatmak mesela çok temel bir problem. Ya diyorum ki öğrencilere binlerce kere gördüm “Senaryo fikrim var hocam.” diye gelen yüzlerce insan oluyor, “Peki anlat.” diyorum. Bir şeyi 45 saniyede anlatamıyorsanız o olmamıştır. Hatta Amerikalılar 30 diyor ama hadi neyse Türkiye için onu 45 yapalım.

 

Her şey, bak dünyadaki her şey anlatılabilir kuantum mekaniği de dahil olmak üzere. Çünkü anlatmak demek şu demek değil “Her şeyiyle ben bunu söyleyeceğim.” demek değil yani. Diyelim ki fizik doktorası yapan birine ben “Fizik doktora konun ne?” dediğimde tabii ki bana o doktorayı yaptıramaz orada 35-40 saniyede. Ama ölçü budur: Anlatabiliyor musun? Yani bir gerizekalının da anlayabileceği şekilde anlatman lazım.

 

Şimdi bakıyorum ben… Bu röportaj videoları var, çok kısa röportajlar, halk röportajları var ya. Hiçbir şey anlatamıyor. Yani en basit şeyleri anlatamıyor, en basit terimleri yanlış anlamış. “Bayrak nedir?” sorusuna cevap vermeyen adam vardı. Yani “Bayrak nedir?” diyorsun söyleyemiyor. Şimdi bu derece eksik bırakılmış bir halk doğal olarak hikaye konusunda da bir ilerleme gösteremiyor. Yani tabii bunun da başka nedenleri de var yani hikaye anlatma kültürü… Hemen şey derler “Dede Korkut!” falan ama yani… Masal anlatma var bizde aslında, evet. Yani ne bileyim meddahlık yaygındır, yaygındı. Sohbet muhabbet çok yaygındır, yani kahvede oturur millet muhabbet etmek için.

 

Muhabbetle öykünün şöyle bir farkı var: Muhabbet sonu olmayan bir şeydir. Otururuz biz burada sabaha kadar muhabbet edebiliriz yani. “Abi şu böyle mi? Şurada şey oldu… Bu böyle mi? Sen ne diyorsun?” Ona güleriz, bununla dalga geçeriz. Muhabbet işte… Geyik… Yeni dönemde “geyik” denen şey. Muhabbet kötü bir şey değil. İki insan arasındaki ilişkiyi güçlendiren bir şey. Çünkü farklı konularda birbirimizin görüşlerini alışveriş yapıyoruz ama bir yere varma amacımız da yoktur muhabbette.

 

Şimdi öykü dediğin şey Aristo’nun… Aristo’ya kadar giden bir şey ya… Bir yapısı var, bir başladığı bir yer var, geliştiği bir durum var ve gittiği, sonlandığı bir yer var. Yani öykü sonlu bir şeydir. Bir amacı vardır, bir yapısı olmak zorunda.  Biz buna alışkın değiliz. Hiç bitmeyen… Yani looplar. Bunu kötü bir şey olarak da söylemiyorum aslında. Doğu ile Batı arasındaki fark da biraz bu. İlerleme düşüncesi Doğu’da aslında çok yoktur. Yani döner Doğu. Yani bir daireye benzetilebilir bu anlamda. Böyle kendi içinde dönen bir… Hani dönerken de evrilir ama daha yavaş… Batı ise dümdüz yukarı gitme eğiliminde olan bir şey. Yani ilerlemek, daha çok kazanmak, daha çok harcamak, en güzel kadınlar, en güzel erkekler, en başarılı olmak falan filan. Halbuki Doğu’da bu yok. Şimdi böyle olunca da Doğu’nun hikayeleri sinemaya uymuyor. Neden uyumuyor? -Bence tabii- Bu arada bütün söylediklerim yanlış olabilir. Bunu bir yere koyun isterseniz. Dönen bir şey süresi de çok uzayabilen bir şey olabiliyor.

 

Halbuki sinema… İşte bir salona gidip etraf karartıldı, sen de oturdun, izlemeye başladın. Şimdi senin buna dayanma süren 2 saat maksimum. Aslında ideali de bir buçuk saat. Mesela filmler neden 90 dakikadır veya uzun metraj lafı nereden geliyor? Buradan geliyor yani. Haybeye uydurulmuş bir şey değil yani. Bunu anlamak lazım. O 90 dakika, 100 dakika insana göre tasarlanmış bir şey. Yani kıçınız ağrıyor bunu daha önce de söylemiştim. Kıçın ağrır ya, ağrıyor yani. Şimdi benimki ağrımaya başladı.  Herhalde sizinki de ağrıyordur. Yani bu çok o kadar basit bir şey ki yani. Dünyanın en iyi koltuğuna da sahip olsan. Ağrıyor bu meret. Demek ki kalkman lazım. Bu kadar yani. Sen bunu zorlarsan cacık olur. Yani 3 saatlik, 4 saatlik, 5 saatlik filmler yapılamaz mı? Yapılabilir ama zorluyorsun yani şartları. Dolayısıyla o 90 dakikalık yapı içinde insanları sıkmadan, yani kıçları ağrımaya başlamadan ve sıkılmadan orada oturtabilmenin tek yolu da… Tek demeyeyim çok abartılı olur ama… Bilinen yolu bunu bir formata oturtmak.

 

Batı bunu artık içselleştirmiş yani. Öykü anlatma… TED konuşmalarına bile baktığınızda konuşma kültürü çok yaygın. Bir konuşma yapmak… Mesela Batı’da şu da çok yaygındır: bir doğum gününde veya bir cenazede veya herhangi bir kutlamada insanlar konuşma yapar. Ve bu konuşmalar hazırlanır, çalışılır, öyle yapılır. Yani öyle çıkıp doğaçlama konuşmaz kimse. Çok noktasaldır böyle. Yani başlar, gelişir, bir espri ile başlar genellikle, gelişir, duygusallaşır, en sonunda da bir finalle bağlanır. Genelde de uzatılmaz mesela. Yani şunu pek görmezsin, çok uzatılmış ve insanların sıkıldığı konuşmaları. Yani konuşmayı, anlatmayı adamlar içselleştirmiş eğitimle, kültürleriyle.

 

Şimdi burada öyle değil. Bakıyorsunuz politikacılar çıkıyor, saatlerce bir şeyler anlatıyor herif ne anlattığı belli değil. Bir de konuşma merakı var yani, hem anlatamıyor bir de üstüne konuşma merakı var. Hiçbir yere gitmeyen birtakım genelgeçer laflarla örülü saatler geçiyor ve hiçbir şey yok ortada. Böyle bir toplumda da öykü tabii çok zor çıkıyor. Yani yapısı itibariyle öyküsü eksik ve bozuk kalıyor. Ha bu hiç çıkmaz demek değil elbette ama zor çıkıyor.