Eleştirinin farklı türleri ve kategorileri var mıdır? Eleştirinin zamanı, konumu ve hitap ettiği kitle; onu değiştirir mi?


 

 

Ben eleştiriden hiç hoşlanmam. Belki tabii Türkiye’deki eleştiri kültürünün çok yıkıcı olmasından dolayı yani… Maalesef eleştiri bir konum almak gibi görülüyor. Şimdi siz diyelim ki bir şey yapıyorsunuz, ben de İlker Canikligil’im veya ben bir şey yapıyorum, siz geliyorsunuz, eleştiriyorsunuz. Yine bunun ontolojisini ele alalım. Yani niye eleştirilir bir şey? Birkaç neden olabilir. Bir, orada birtakım maddi hatalar olabilir. Yani ben diyebilirim ki “Atatürk 1882 yılında doğmuştur.” siz de diyebilirsiniz ki “Hayır efendim, 1881’de doğmuştur.” Yani maddi hatalar… Bu bir eleştiri de sayılmayabilir. Yani maddi hata varsa söylersiniz, ben de derim ki “Aa yanılmışım.” veya “Hayır aslında şu araştırmaya göre 1882’de doğmuştu.”

 

İkinci ne olabilir? Siz yapılan işte ulaşılmak istenen çabanın sonuçlarının yeterli olmadığını, yani ulaşılmak istenen yere ulaşılamadığını ve buna ulaşılması için şunların şunların eksik olduğunu bana söylemek isteyebilirsiniz. Bunu benim size sormuş olmam lazım, yani ben diyebilirim ki size “Ya çocuklar ne diyorsunuz, böyle bir şey yaptım ama sizce nasıl?” demiş olmam gerekir bence. Çünkü ben demediysem siz kapı çalıp, içeri girip “Yaptığınız film çok saçmaydı.” diyorsanız bu bir eleştiri değil. Yani veya “Öyle robot olmaz.” Yani bir sürü şey söylenebilir. Bu bir eleştiri değil aslında.

 

Üçüncüsü, en yaygın olanı pozisyon almak. Yani siz herhangi bir işe bakıyorsunuz ve kendi pozisyonunuzu savunuyorsunuz. Bu ne demek? Atıyorum siz solcusunuz, ben de diyelim ki daha sağ eğilimli biriyim. Tamamen uydurarak söylüyorum veya tersi. Bakıyorsunuz, benim yaptığım şeyde dünya görüşünüze karşı bir şey görüyorsunuz, ve başlıyorsunuz eleştirmeye. Bu da eleştiri değil aslında. Yani bu yapılan işle ilgili bir şey değil. Pozisyonel bir eleştiri bu.

 

Dördüncü bir türü var. Düşmansınız, yani bir şekilde gıcık oluyorsunuz ya bana ya da yapılan işe ve yardırmaya başlıyorsunuz.

 

Beşinci bir kategori de hani doğru eleştiri diye bir şey varsa eğer insanlar, yani sıradan insanın, ortalama insanın anlayamayacağı bir şey var ortada ve siz de eseri yorumlayarak, teknik olarak açıklamalar yaparak, hafif analiz yaparak, bağlamını göstererek onu daha anlaşılabilir kılmaya çalışıyorsunuz. Bu sırada da belki sanat üzerine ve o sanat üzerine birtakım çıkarımlarda bulunuyorsunuz. Yani atıyorum “Film uzundu.” Mesela “Film uzundu.” bir eleştiri olabilir mi? Düşünelim. Bir yanıyla subjektiftir, yani bana göre uzun… Bir de o çok yaygın şimdi Türkiye’de, “Kime göre, neye göre?” diye bir laf var. Aslında öyle bir şey yok, yani her şey için aynı şey söylenebilir. “Film uzun mu?” Diyelim ki ben bir eleştirmenin dedim ki “Bu film uzun.” Ne demektir bu? Sadece uzun “Bu film uzun.” bilgisini vermiyor size. Aslında diyor ki “Bu film anlatmak istediği şeye göre temposunu yeterince iyi ayarlayamamış ve ben veya genel olarak seyirciler bu hikayenin veya bu olayın daha yüksek bir tempoda veya şuraları şuraları atılarak da anlatılsa aynı etkiyi hatta daha iyi bir etkiyi uyandırabileceğini düşünüyorum.” demektir. Bu bir eleştiri olabilir aslında. “Bu film uzundu.” veya “Bu film sıkıcıydı.” Bunlar da eleştiri olabilir ama tabii o zaman karşı taraf size şunu sorabilir “Kardeşim tamam uzun da sen neden uzun olduğunu düşünüyorsun? Neresi sana fazla geldi?” O zaman da siz diyebilirsiniz ki “Şurası bence fazlaydı.”, “Daha hızlı geçilebilirdi.” vesaire vesaire. Yani bu şekilde ilerler aslında eleştiri. Yani siz söylersiniz, karşı taraf savunmaz ama sorularla açmaya çalışır, siz de nedenlerini söylersiniz ve bu böyle gider. Yani o da size sorular yönetebilir, siz ona sorular sorabilirsiniz. Yani eseri açmak için aslında yapılır.

 

Ben Türkiye’de bu beş ayrımdan hep dördünü görüyorum. Yani bu çok kötü. Çünkü “Benim gibi düşünmüyor.” yani parantez içinde veya “Bu çok iyi çünkü benim gibi düşünüyor.” Bu da, daha önce de bir programda söylemiştim, bir cemaate dahil olmak. Yani bizim bizimkiler ve bizden olmayanlar diye siz dünyayı ayırdığınız zaman artık orada yapılan işin çok bir önemi kalmıyor.

 

Aynı şey mesela bizim program için de, benim söylediğim şeyler için de çok geçerli oluyor bazen. Yani şimdi belli ki birisi bir şey diyor “Bu adam beş para etmez bir adam zaten, belliydi.” mesela ben atıyorum küfretmişim. Hemen diyor ki “Bak zaten küfretti. Beş para etmez olduğu belliydi.” Şimdi bu safsata. Adını da biliyoruz bu safsatanın, Yalın abimiz anlatmıştı bize. Bir hatadan yola çıkarak tüm savı geçersiz kılıyorsun. Yani diyorsun ki “Bak bu adam küfretti, demek ki bu adamın söylediği hiçbir şey değerli olamaz.” Şimdi bu eşeklik yani hani çok açık söyleyeceğim. Çünkü şuna hakkınız var, sevmeyebilirsiniz, yani diyebilirsiniz ki “Ya ben hoşlanmıyorum, İlker Canikligil’den hoşlanmıyorum.” Neden bile göstermek zorunda değilsiniz. “Hoşlanmıyorum.” yani şu ya da bu nedenle. Fakat buradaki hile daha kötü. Hoşlanmamak, kişisel bir şey. Yani diyorsun ki “Ben hoşlanmıyorum.” Okey. Kimse bunun şey demez ama “İlker Canikligil beş para etmez bir adamdır. Çünkü gördünüz mü, küfretti!” demek… Daha ağır küfürler etmek istiyorum ama eşeklik olmasının nedeni şu, siz orada bir kandırmacayla diyorsunuz ki aslında parantez içinde “Ben bu adamı sevmiyorum. Ama bakın siz de sevmeyin. Çünkü bu adam şöyle bir hata yaptı veya böyle bir zayıflık gösterdi. Zaten de, dolayısıyla bu adamın söylediği her şey boştur.” Bu adil değil. Ama bu yapılıyor. Yani şu ya da bu nedenle işte sizi tutmuyorlarsa, siz onların takımından değilseniz, işte, kıskançlık olabiliyor. Bana da diyorlar ya “Lanthimos’u kıskanıyorsun.” diye. Kıskançlık olabilir, haksızlığa uğradığınızı düşünebilirsiniz, zamanında sizin hoşunuza gitmeyen bir şey söylemiş olabilirim… Türlü türlü şey olabiliyor. Şimdi sizi bir kutuya koyuyor dolayısıyla, o kutudan ömrü billah bir daha çıkma imkanınız yok.

 

Bu tabi kimseye bir şey katmayan ve tamamen zarar verici, destrüktif bir şey bu yani. Herkes için. Hem benim için zarar verici hem onlar için zarar verici hem toplum için zarar verici. Birbirimizi ayıklayarak gideceksek böyle yani “Ömer beş para etmez.”, “Öbürü, aman boş ver, o hıyarın teki.”, “Öbürü küfretti.”, “O işte taciz yaptı.”, “Öbürü tacize destek verdi.” Yani sürekli atıyorsunuz, tamam mı? E kim kalacak o zaman geriye? Yani bir tek siz ve sizin gibi düşünenler kalacak.

 

Filmler için de böyle. Neyin eleştiri olup neyin eleştiri olmadığı, neyin hakaret olduğu anlaşılamamış. Yani adam geliyor diyor ki “Berbat bir film çekmişsiniz.” Tamam, peki yani. Okey. Hangi öncüllerle bu sonuca vardın? Hiçbir şey yok yani. Keyfî birtakım laflar. Tabii ki birbirimize bir şey kanıtlayamayız yani sanat gibi subjektiviteye çok yakın bir şeyde bir şeyin tamamen iyi olduğu veya tamamen kötü olduğu kanıtlanamaz yani. Günün sonunda ayrı fikirlere düşeriz. Yani ben derim ki, ben yapan olduğum için tabii ki bunun iyi olduğuna inanmışım ki yapmışım ve çıkarmışım. Lanthimos da gelse buraya, o da diyecek ki “Benim filmim iyi.” Onu görünce ben de korkup belki “İyi.” diyeceğim yani. Çünkü neden bir adam bir referansla geliyor. Yani “Ben Cannes’ı kazandım.” diyor. Şu da bir kandırmacadır bu arada. “Ben Cannes’ı kazandım, demek ki iyi.” denemez aslında. Hiçbir ilgisi yok yani. O da bir safsata. Veya “Sen Cannes kazanmadın, o zaman sen konuşmazsın.” Bunların hepsi safsata fakat öyle bir, bu illete öyle bir yapışmışız ki hiçbir şeyde bundan kurtulamıyoruz.

 

Eleştiride de aynı şekilde kurtulamıyoruz. Yani ben bakıyorum Türkiye’de eleştiri diye yazılan şeylerin yüzde doksan beşi falan çöp. Yani eleştiri falan değil. Bu şekilde ilerleme olmaz tabii ki. Çünkü ilerleme olması için tabii ki çatışma olması lazım yani. Mesela kötü de yazılmıyor Türkiye’de farkındaysan. Yani öyle bir yazılıyor ki ne şiş yansın ne kebap yani işte. Çünkü orada bambaşka şeyler de devreye giriyor, işte bu iş yapacak, yani sinema dönecek, insanların ekmeği bu. Senin belki çıkarın var. Yani şimdi Lanthimos bana iş verecekse eğer ben Lanthimos’a kötü bir şey diyemem veya ben sizi işe alacaksam, sizin benden öyle bir beklentiniz varsa siz bana “Kötü” diyemezsiniz. Çünkü biliyorsunuz ki Türkiye’de bir şekilde bana kötü derseniz ben de sizi yok etmek için elimden gelen her şeyi yaparım. Yani ben yapmam ama çok gördüm bunu. Bizim mesela Blu TV’ye hiçbir zaman artık giremeyecek olmamız gibi. Bu bir şey söylediğiniz zaman bunun bedeli size ödetilir Türkiye’de.

 

Doluysa “Kötü.” diyemiyorsunuz. E “Çok iyi.” de diyemiyorsunuz çünkü iyi değil. Ne yapıyorsunuz o zaman? Ne şiş yansın ne kebap. Böyle de hiçbir şey olmaz, hiçbir şey olmuyor. Zaten o yüzden de eleştirmenler Türkiye’de etki edemiyor, dedim mesela. O yüzden bana kızgınlar. Bakıyorum bütün eleştirmenler her fırsatta vuruyorlar “İşte bu adam zaten böyleydi.” diye. Şimdi bu da öyle. Sen niye üstüne alınıyorsun? Yani ve ben kişisel bir yorumdan bahsetmedim ki. Yani ben tamamen kendi uydurduğum bir şey söylemiyorum ki. Diyorum ki “Eleştirmenlerin söylediği hiçbir şey Türkiye’de sinemaya, gişeye yansımıyor.  Hiçbir şeyi etkilemiyor.” Yani “Şöyle bir şey yaşamadık.” dedim, hâlâ da ısrarcıyım ben, varsa aksi söylensin. Ne olur normalde? eleştirmen mekanizması biraz da şunun için vardır, bir film demin dediğin gibi yeterince önem görmez ama iyidir, birisi yazar… Hitchcock Truffaut örneğinde olduğu gibi Hitchcock yeterince ciddiye alınmazken Truffaut gidip o röportajları yapınca “Aaa bu adam aslında iyiymiş.” diye dikkat çekiyor gibi. O filmi duyurur, öne çıkarır. Yani bir kamuoyu yaratır. E yok! Yani öyle bir film örneği ben bilmiyorum. Yani eleştirmenlerin iyi dediği hiçbir filme seyirci gitmiyor, eleştirmenlerin kötü dediği bütün filmlere seyirci deli gibi gidiyor. Şimdi hep bahsettiğim bu ikilik yani hiçbir etkiniz yok dünyaya aslında. Peki kime yazıyorsunuz o zaman? Yani eleştirmen kime yazıyor, ne için yazıyor, amaç ne burada? Hayali bir kitle var, hani o kitleye yazıyorsun sen sürekli olarak işte “Şu film çok iyi.”, “Bunu görün.”, “O zaten o festivalde de bu ödül almıştı, şurada da şuydu.” falan filan. Yani bunların internette Google’da arayıp bulabileceğimiz hiçbir şeyin tekrar yazılmasına aslında gerek yok bir filmle ilgili. Gereken ne? Açmak. Kötü bile yazarken iyi yazmak mümkündür aslında. Yani “Bu film şu şu nedenlerle kötü ama şunu yapmaya çalışıyor.”, “Şu filmin iyisi de budur.” ne bileyim işte “Şöyle yapılsa belki daha iyi olabilirdi.” gibi. Yani açman lazım. Sen bir şey dediğin zaman bir yol açman lazım. Hani her şeyi öldüreceksen veya çok iyi bir filme “Çok iyi.” diyeceksen zaten konuşma o zaman yani. Zaten “İyi!” Bilmiyorum anlatabildim mi?